İslam beldelerinde süregelen acımasız işgaller, katliamlar yetmezmiş gibi, Müslümanlar olarak azınlık olarak yaşadığımız coğrafyalarda da her gün yeni baskılarla, dayatmalarla yüz yüze geliyoruz. Küfür güçleri İslam’a ve Müslümanlara öfkelerini, nefretlerini, düşmanlıklarını her gün yeni vesilelerle, yeni kararlar ve zulümlerle izhar ediyorlar. Bir beldemizde kanamaya başlayan yara kapanmadan, bir başka beldeden sızmaya başlayan kanı konuşmak zorunda kalıyoruz.
İşte şimdi de Hindistan, Karnataka eyaletinde tedavüle sokulan hicap yasağı ile dünyanın gündeminde, gündemimizde. Okullarda başörtülü genç kız ve öğretmenlere yönelik olarak başlatılan hicap yasağı elbette sıradan bir kılık kıyafet düzenlemesi ya da eğitim-öğretim düzeniyle ilgili olağan bir karar değil. Bilakis bu ülkede son yıllarda giderek yükselen Hindu milliyetçiliğinin hedef tahtasına koyduğu Müslümanlara yönelik artan baskı ve dayatmaların bir tezahürü, Hindistan Müslümanlarını baskılama, sindirme tutumunun pratiğe taşınma biçimlerinden biri.
Hindu Milliyetçiliğinin Müslümanları Yabancılaştırma Siyaseti
Hindistan’ın 28 eyaletinden biri olan Karnataka’da uygulamaya konulan başörtüsü yasağını münferit bir hadise olarak değerlendirmek ya da bu eyaletin yöneticilerinin takıntılı tutumlarını veya bazı yargıçların hukuk anlayışlarının darlığını, körlüğünü yansıttığını düşünmek ciddi bir yanlış olur. Yasak kararının ardında yükselen, azgınlaşan bir ideolojik-politik tutum var. BJP’nin yönetimde olduğu Karnataka eyaletinde uygulamaya konan hicap yasağı Hindutva (Hinduluk) diye anılan ve Modi’yle birlikte iktidara tırmanan Hindu milliyetçiliğinin doğrudan bir yansıması. Gidişat yasağın yaygınlaşabileceğine işaret ediyor.
Sadece hicap değil, Hindistan’da İslami hayat tarzını çağrıştıran tüm sembol ve değerler giderek Hindu faşistlerin hedefi haline geliyor. Ve bu durumdan öncelikle iktidardaki Bharatiya Janata (Hindistan Halk) Partisinin lideri Narendra Modi sorumludur. Modi yüzyıllardır bu coğrafyada yaşayan Hint Müslümanlara yönelik dışlama, ötekileştirme, düşmanlaştırma tutumunun siyasi temsilcisidir.
Hindu milliyetçiliği Müslümanlara ülkeyi temsil etmeyen, harici bir unsur, ‘yabancı’ muamelesi yapıyor. Hindistan coğrafyası Hinduluk inancıyla özdeşleştirilerek yüzyıllardır bu beldede yaşamış, bu toprakların asli unsuru olan Müslümanlar ezilmeye, sindirilmeye çalışılıyor; Hindu faşizmi karşısında boyun eğmeye zorlanıyorlar.
Müslümanlar Hindistan’ın 1947’de İngiltere’den bağımsızlaşmasından bu yana Hindu çoğunluk tarafından dönem dönem çeşitli baskı ve sıkıntılara uğratıldılar ama genelde inançlarına yönelik bir müdahale ile karşılaşmıyorlardı. Ne var ki özellikle 90’lı yılların başından itibaren yükselen Hindu milliyetçiliği, güya dünyanın en büyük demokrasisi olmakla övünen Hindistan’ı Müslümanlar için yaşanmaz kılma çabasını artırmış durumda.
İngiliz Sömürgeciliği: Müslümanlar İçin Esaretin Başlangıcı
Hindistan yüzyıllarca Müslüman hükümdarlarca yönetilmiş bir belde. Hindistan’ın 1858’de İngilizler tarafından sömürgeleştirilmesiyle, Gazneliler, Gurlular ve sonrasında Babürler ile devam eden Müslüman hâkimiyeti sona ererken Hint alt kıtasında Müslüman ahali için zor zamanlar başlamıştı.
Bağımsızlık mücadelesi neticesinde 1947’de Hindistan İngiliz hâkimiyetinden kurtulurken Müslümanlar Hindularla yollarını ayırma çabasına girdiler ve Pakistan kuruldu. Pakistan’ın kurulması bir dizi sorunu da beraberinde getirmişti. Ayrılma kararını kabullenemeyen Hindular ile Müslümanlar arasında yaşanan çatışmalar neticesinde kitlesel ölümler, büyük yıkımlar meydana geldi. Milyonlar yer değiştirirken büyük acılar yaşandı.
Pakistan birbiriyle toprak bağlantısı olmayan Doğu ve Batı Pakistan şeklinde iki farklı bölgeye ayrılmıştı. Ve nitekim Hindistan’ın da teşvikiyle daha sonra Doğu bölgesi, Pakistan’dan koparak Bangladeş adıyla ayrı bir devlet oldu. Yine işgal altındaki Keşmir derin bir yara olarak ilk günden beri kanamayı sürdürüyor. Ayrılma sürecinde verdiği sözlere ve imza attığı anlaşmaya rağmen Hindistan BM gözetiminde Keşmir için yapılması gereken referandumu tam 75 senedir engelliyor. Aynen Filistin’de Siyonistlerin yaptığı gibi Keşmir de işgal altında İslami kimliğinden arındırılmaya ve Hindulaştırılmaya çalışılıyor.
Hindistan’da Hindu çoğunlukla birlikte yaşamak zorunda kalan Müslümanlar için sürekli gerilim kaynağı teşkil eden tüm bu gelişmeler Hindu milliyetçiliğinin son yıllarda daha da yaygınlaşması ve iktidar gücü elde etmesiyle çok daha büyük ve yakıcı bir tehdide dönüşmüş durumda.
Babri Mescidi Hadisesi
Bu bağlamda Babri Mescidi olayları da Hindistan’da Müslümanlara yönelik baskı politikasının önemli aşamalarından birini teşkil etti. Babür Şah’ın komutanlarından biri olan Mir Baki’nin Faizabad şehrinde 1528’de inşa ettirdiği Babri Camii’nin Hindu Tanrısı Rama’nın doğduğu arazi üzerine yapıldığı iddiası Hindu fanatiklerin uzun yıllardır gündemleştirmeye çalıştıkları bir tezdi. Aynen el-Halil’de İbrahim Mescidini yıkıp yerine sinagog inşa etmeye çalışan Siyonistler gibi, Hindular da 1980’li yıllardan itibaren yeni adıyla Ayodhya şehrindeki Babri Mescidini yıkıp yerine Hindu tapınağı inşa etme faaliyetlerine hız verdiler.
6 Aralık 1992’de fanatik Hindu sürüleri mescidi tahrip edip yıktılar. Bu olaylar Hindistan’da büyük gerilimlere ve pek çok bölgede Müslümanların tepkilerine yol açtı. Buna karşın Hindu saldırganlar bu tepkileri fırsat bilerek Müslümanlara yönelik kitlesel saldırılar gerçekleştirdiler, yaygın biçimde linç olayları yaşandı. Müslümanlar çaresizce konuyu mahkemeye taşıdılar ama tam 27 yıl sonra, 2019 Aralık ayında verilen mahkeme kararıyla Babri Mescidinin üzerinde kurulduğu arazide Hindu tapınağının inşa edilmesine hükmedildi. Mahkeme Babri Mescidi için bir başka arazi tahsis edilmesine karar vermişti. Gelişen siyasi süreçten bağımsız düşünülemeyecek olan Babri Mescidi kararı Hindistan’da yükselen Hindu faşizminin giderek tüm devlet yapısını kontrolü altına almaya başladığının da bir göstergesi olarak okunmayı hak ediyor.
1,5 milyara yaklaşan Hindistan nüfusu içinde Müslümanlar 200 milyonluk bir kitle oluşturuyorlar. Toplam nüfusa oranla küçük olsa da Hint Müslümanları dünyanın pek çok ülkesinin nüfusundan kat kat büyük bir kitleyi oluşturuyorlar. Ve bu devasa kitle azgınlaşan Hindu milliyetçiliği karşısında giderek kendisini daha yalnız ve çaresiz hissetmekte. Karnataka’da uygulamaya konan hicap yasağının bu anlamda Hindistan Müslümanları arasında çaresizlik duygusunu pekiştireceği tahmin edilebilir. Bu noktada İslam ümmetinin kardeşlerine sahip çıkması hayati önem arz ediyor.
Zalimane Yasağın Ahmakça Gerekçeleri
Gerek yasak kararının gerekçelendirilmesinin, gerek yasağa karşı gelişen tepkilerin tanımlanıp yaftalanmasının hep alışageldiğimiz refleksler şeklinde geliştiğini görmek hiç de şaşırtıcı olmamıştır. Türkiye’de 28 Şubat sürecinde Kemalist zorbaların ileri sürdükleri iddialarla, Fransa’da dillendirilen gerekçeler ya da Özbekistan’da veya bir başka coğrafyada başörtüsü yasağı için geliştirilen tezler, söylemler adeta birbirinin kopyası gibidir.
Karnataka eyaleti idarecileri Müslüman kızların örtülerinin eğitimde düzen, disiplin ve uyumu bozduğunu ileri sürmektedirler. Benzerlik çarpıcı değil mi? Aynı tezleri yerli despotlardan duymuyor muyduk?
Hindistan gibi alabildiğine renklilik, çeşitlilik barındıran çok dilli, çok dinli bir ülkede okullarda tek tipleştirme projesi uygulamaya kalkışmaktan daha saçma ne olabilir? Ama işte yasakçı kafa inanılmaz bir ahmaklıkla en olmayacak iddialarda bulunabiliyor.
Faşist Hindu sürüleri boyunlarına Hindu milliyetçiliğini temsil eden safran renkli şallar giyerek okul önlerinde başörtülü genç kızları protesto ediyor, tacizde bulunuyorlar. Sadece bu görüntüler bile yasakçıların iddia ettikleri gibi başörtüsünün değil, tam tersine başörtüsü yasağının kendisinin ideolojik bir araç olduğunu, Türkiye’de Kemalist saldırganlığın yaptığı şekilde başörtüsü yasağı üzerinden Hindu faşizminin kendisine kitlesel taban üretmeye çalıştığını gösteriyor.
Yine aynen 28 Şubat sürecinde şahit olduğumuz gibi bu akıldışı, insanlık dışı, zalimane yasağa karşı çıkan Müslümanlara yargı süreçleri hatırlatılıyor. Mahkemeden çıkacak kararın beklenmesi gerektiği söyleniyor. İlginçtir mahkemeden de verilecek karar beklenirken kurallara uyulması gerektiği açıklaması yapılıyor. Yani Müslüman kızlara, hanımlara “Siz şimdilik başınızı açarak okullara gidin, sonra bizim kararımız lehinize çıkarsa, arzu ettiğiniz gibi giyinirsiniz!” denilmiş oluyor. Müslüman hanımların hicabını, örtüsünü sanki başa takılan bir toka, ya da boyna takılan bir kolye gibi gören ahmaklıkla malul bir bakış açısı işte!
Bu uyarıyı yapan bir yargı mekanizmasının vereceği kararı beklemeye gerek var mı? Burada bir mahkemeden değil, tiyatrodan söz edilebilir ancak!
Direniş ve Dayanışma Sorumluluğu
Daha önemlisi ve altı çizilmesi gereken husus şu ki müminler Rablerine kulluk vazifelerini ifa için, inançlarının gereğini yerine getirmek için yargı kararlarını gözetmek, ona göre hareket etmek durumunda değildirler. Müminler Kur’an’ın buyruklarının, inançlarının yargılanmasına rıza göstermezler, böyle bir dayatmayı kabul etmezler.
Hindistan Müslümanları, Doğu Türkistanlı, Filistinli, Arakanlı kardeşleri gibi sistematik ve yoğun bir baskı altındalar. Yükselen, azgınlaşan Hindu milliyetçiliği İslami kimliğe, hayat tarzına, Müslümanların varlığına düşmanlık üzerine bir siyaset geliştiriyor. Sorun Karnataka eyaletiyle ya da başörtüsü yasağıyla sınırlı değil. Müslümanlar yüzyıllardır asli unsur olarak yaşadıkları topraklarda yabancı olarak görülüp safra gibi dışarı atılmak isteniyorlar. Bu tehdit karşısında Hindistan Müslümanlarının daha direngen bir tutum takınmaları da İslam ümmetinin mazlum kardeşleriyle dayanışma içinde olması da akidemizin bize yüklediği bir sorumluluk.