Dünya coğrafyasında, Ortadoğu ve Balkanların yanı sıra üçüncü bir "cadı kazanı" olma özelliğini gösteren, Eski SSCB topraklarında; gün geçmiyor ki yeni bir devlet bağımsızlık ilan etmesin, başka bir cumhuriyetin topraklarına göz dikilmesin, iç sorunlarla, siyasi hesaplaşmalarla karşılaşılmasın veya darbelerle, çatışmalarla yeni yönetimler gelip eski yönetimler gitmesin. Gürcülerle Abhaza'lar, Ukrayna ile Rusya, Tacikistan'daki siyasi çatışmalar, küçük küçük devletçiklerin bağımsızlık ilanı karşısında, merkezi cumhuriyetlerin tutumları, Ermeni-Azeri anlaşmazlık ve çatışmaları, nihayet Azeri-Azeri çatışması ve askeri isyanla yönetim değişikliği...
Haziran 1992 başlarında seçim havasına giren Azerbaycan sokak ve caddeleri, yüzbinlerce Halk Cephesi yandaşlarıyla dolup taşıyordu. Elçibey'in seçimi kazanacağına kesin gözüyle bakılıyor ve diğer ülkelerin, bu ülkeye karşı politikaları, bu minvalde geliştirilmeye çalışılıyordu. TC de bu yönde politikalar geliştiriyor, daha seçim olmadan, açıkça Elçibey'i desteklemeyi çıkarları açısından önemli sayıyordu. Hatta bu politikayı geliştirmek, Atatürk hayranı laik Elçibey'e siyasi-moral destek vermek için, dönemin başbakanı Süleyman Demirel resmi heyetle birlikte, ismi ile müsemma, yıllanmış Türkçü Alparslan Türkeş'i de yanına alarak Azerbaycan'a götürüyor, seçim kampanyası sonuna kadar da Türkeş'in orada kalmasını sağlıyordu. Seçim sonuçlanıyor ve nihayet Elçibey yüzde 60'lık bir oyla Cumhurbaşkanı seçiliyordu. Elçibey yönetime geldikten sonra, varolan Azeri-Ermeni sorununun genişleyerek, savaş boyutlarına ulaşması, ekonomik kaos ve siyasi bunalım -güç dengelerinin çatışması- gün geçtikçe ileri boyutlara ulaşıyordu.
Aşırı duygusallığını Türkçülüğüne karıştırarak, yapısal olarak değişmemiş -eskiyi azami ölçüde koruyan- Azerbaycan Cumhuriyeti'ni, Rusya'dan soyutlamak isteyen Elçibey, İran Azerilerine birleşme sinyali verip, İran'a da kesin tavır alarak bütün politikalarını Türkiye'ye dolayısıyla da ABD'ye endekslemişti. Bu yüzden de kimi tutum ve davranışları, belirli diplomatik ve politik dengelerden yoksun olduğu için baştan beri bazı başkentlerin tepkisine yol açtı. Azerbaycan'ın, Bağımsız Devletler Topluluğuna (BDT) girmemesi ve Türkiye'ye aşırı yakınlaşması, Moskova'yı bir takım tedbirler almaya götürdü. Zaten Azerbaycan'da eski Sovyet kadrolarının büyük çoğunluğu görev başındaydı. Söylem değişmiş görünse de insanlar aynı insanlardı. Bu durum da, Rusya'nın bölgede rahatça bazı şeyler yapabilmesini sağlıyordu.
Gürcistan halkının yüzde 90'nının desteğiyle Devlet Başkanlığına seçilen; fakat değişimden yana, Rusya'nın kontrolünden kurtulma yanlısı Gamsahurdia da seçimle gelmişti, ama bir anda ortalık karışmış, Gamsahurdia kaçmak zorunda kaldı ve Gürcüler birbirine düşmüştü. Azerbaycan'da da aynısı oldu. Seçimle gelen Elçibey, karışıklıklarla gitti. Seçim zamanı caddeleri dolduran Halk Cephesi yandaşları, şimdi ancak bin veya iki bin kişi toplayabiliyorlar. Bütün bunlar; Eski SSCB coğrafyasında Rusya'nın, halen hatırı sayılır etkisinin varlığını ve istediğinde bazı şeyleri değiştirebileceğini göstermektedir. Ayrıca, bölgede ABD yanında Almanya'nın da müstakil hesaplarının olduğunu ve denklemi yer yer karıştırdığını da zikretmek gerekir.
Zikrettiğimiz bütün bu bilgiler, olayın arka planını gösteren verilerdir. Bir de görünürde varolan olay ve gelişmelere bakalım. Ermenilerin saldırılarını tüm şiddetiyle devam ettirdiği bir dönemde, eskiden bir fabrika müdürü olan ve eski komünist lider Ayaz Muttalibov tarafından üsteğmen rütbesiyle orduya alınan Suret Hüseyinov adlı bir albay, bir grup askerle Gence'de Elçibey yönetimine karşı bir isyan başlatıyor, isyancılar, daha Bakü'ye gelmeden önce, Elçibey Başkentten kaçıyor. Elçibey'in kaçışından bir kaç gün sonra da isyancılar, 150-200 kişilik bir grupla ellerinde iki tank ve dört otobüsle Baku'nun kenar mahallelerinde beliriyorlar. Başıbozukluk içerisinde, çevredeki kahvehanelerde eğlenerek ilk buldukları otele de kendilerini atıyorlar. Olayların akabinde eski komünist Aliyev, Milli Meclis başkanlığına, isyancı lider S. Hüseyinov ise başbakanlığa getiriliyor. Bir takım iç ve dış dengelerin gözetildiği Azerbaycan Milli Meclis'inde isyanı destekleyen A. Muttalibov dışlanıyor. Sonuçta isyancıların biri başbakan diğeri de istenilmeyen kişi ilan ediliyordu.
Bu olaylardan sonra Ermeniler saldırganlıklarını daha da artırarak, işgallerine yeni işgaller katarak Azerbaycan'ın içlerine doğru ilerliyorlar. Bu arada Meclis, Elçibey için referandum kararı alıyor. Olayların gelişim süreci, Aliyev ile Elçibey arasında bir yumuşama ve uzlaşma atmosferi sağlıyordu. Bütün bu olaylar yaşanırken; Ağustos ortalarında başında İran yanlısı olduğu söylenen, Ali İkram Himmetov tarafından yeni bir isyan başlatılıyor. Bu isyanın bastırılamaması konusunda gözden düşen Hüseyinov'un koltuğu da tehlikeye girmiş gözüküyor. Olaylara bütün olarak baktığımızda ilk olarak insan aklına; bu kadar laçkalık içerisinde iki tank ve dört otobüs askere sahip olan bu isyancılar, nasıl oluyor da yönetime karşı darbe gerçekleştirebiliyor ve duruma hakim olabiliyorlar? Elçibey yönetiminin hiç mi askeri gücü yoktu? Gibi sorular takılıyor. Fakat; Ermeni ile savaşta hafta sonları izne çıkmak için direten ve hatta cepheden firar eden Azeri askerlerinin disiplinsizliğini bildikten sonra bu duruma da şaşmamak gerekir.
Azerbaycan'da gelişen bu olaylar, birçok açıdan bazı devlet ve dengeleri ilgilendirdiği için, birtakım tepki ve telaşa yol açtı. Tepkiden çok telaşlı gözüken, Elçibey'in göbek bağıyla bağlandığı laik TC, özellikle yeni yönetimin, petrol anlaşmaları konusundaki açıklamalarıyla ayağa kalktı. Yeni yönetimin; Türkiye'nin de dahil olduğu konsorsiyumla yapılmış olan petrol arama ve işletme anlaşmasını iptal ettiğini ve Türkiye'den geçecek petrol boru hattının da tehlikeye girdiğini ifade etmesi üzerine; yeni yönetim nezdinde girişimlerde bulunan TC yetkilileri; bunların iptal edilmediği, incelenmek için askıya alındığı cevabıyla karşılaştı. Zaten TC kendisinin de bulunduğu; Azerbaycan petrolünü işletme konsorsiyumunda ABD petrol şirketi ARAM CO'nun yüzde 65'lik payına taşeronluk yaparak yüzde 2,5'luk bir pay koparabilmişti. Yeni Bakü yönetiminin "incelemek için askıya aldık" açıklamalarının asıl anlamı ise yüzde 2,5 gibi gülünç bir paya razı edilen ve bunun için gürültü koparan TC'ye "artık Elçibey yok biz varız mesajıydı." Elçibey'in aşırı yakınlığına rağmen, petrol konusundaki gülünç rakam, ihaleler konusunda da farklı değildi. Türk işadamlarının kazandığı ihaleler, diğer Batılı ülkelerin kazandığı ihaleler yanında Umman'da damla kadar azdı.
TC Hükümeti yüzde 2,5luk gibi bir paya karşı kopardığı gürültünün yanı sıra, farklı tepkilerde de bulundu. Elçibey'e yardım edilmediği konusunda sıkıştırılan Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin; "Bizim bu işte bir günahımız yok, ne yani orda ikinci bir Kıbrıs mı yaratacaktık." diyerek yeni yönetime; daha önce Ermenileri cesaretlendirdikleri gibi cevaz vermiş oluyordu. Bunların dışında; İran fobisine yakalanmış milliyetçi-muhafazakar yazar-çizer takımı da "İran parmağı" veya Rus parmağıyla olayı değerlendirerek, tepki gösterdiler. Ancak Ermeniye yardım ederek Azeri halkını inciten, aynı dönemlerde, insancıl amaçlı helikopter isteğini reddederek de Elçibey'i umutsuzluğa düşüren, TC'nin konumu onlar için değerlendirmeye tabi tutulmadı. İsyan ve yeni yönetim karşısında sevinmiş gözüken ve soğukkanlı olduğunu göstermeye çalışan Rusya'nın tepkisi ise, beklenildiği şekilde; olaylara kimsenin karışmamasını isteyerek olayın Azerbaycan'ın iç meselesi olduğu şeklindeydi.
İran ise olayı, Laik TC modelinin iflası şeklinde yorumlayarak Elçibey'in yenilgisini de TC'nin yenilgisi şeklinde ifade etti. Daha sonra olaylar, bu görüşü destekler mahiyette gelişti. Yeni yönetimin İran'a karşı dengeci politikaları; İran'ın bölgede yeni açılımlar yapabilmesine izin verecek şekilde cereyan etti. Ancak Ermeni işgalleri sonucu bölgeden kaçan Azerilerin İran'a yeni külfetler getireceği de önümüzdeki günlerin bir sorunu olarak belirmekte.
Bosna-Hersek konusundaki başarısız politikalarıyla, Adriyatik'ten vazgeçen TC, Orta Asya Cumhuriyetlerini ve Azerbaycan'ı çantada keklik sanarak, Rusya'nın çıkarlarını, etkinliğini ve rolünü görmemezlikten gelerek hayalci, ABD ve AT politikalarına bağımlı icraatlarıyla, Çin Şeddine giden yolun da kapanmasıyla karşı karşıya bulunmaktadır.
TC böyle lafbazanlıkla politika üretmeye çalışırken, Orta Asya piyasasında Almanya, Fransa, Japonya, Kore, Çin gibi ülkeler cirit atmakta. İran ve Pakistan da siyasal etkinliklerini artırma yolundalar.
Son olarak: ECO (Ekonomik İşbirliği Örgütü) karşısında Rusya'nın başını çektiği "Slav Birliği" olarak adlandırılan örgüt, lehine hareket eden Kazakistan ve diğer Türki Cumhuriyetlerin, Türkiye'ye karşı tutumları aşikar olarak ortaya çıkmaktadır. Rusya ve TC arasında yapılacak tercihte Rusya'yı tercih eden bu cumhuriyetlerin "abisi"nin kim olduğu da gün ışığına çıkmıştır. Ayrıca geçen Nisan ayında Amerikan Petrol Şirketi CHEVRON ile anlaşma yapan Kazakistan, şimdi de Hazar Denizi kıyısındaki petrolün işletmesini sağlamak amacı ile, uluslararası bir konsorsiyumla anlaşmak üzere olduğu bildiriliyor. Söz konusu konsorsiyum, BP, Shell, Agip Mobil gibi uluslararası petrol şirketleriyle birlikte Fransız Total işletmesinin de ortaklığı ile kurulmuş bulunuyor. Böylece TC'nin Orta Asya petrolü üzerindeki hayalleri sönmeye yüz tutuyor. Ve TC, Orta Asya piyasasından dışlanma tehlikesiyle de karşı karşıya bulunuyor. Bağımlı politikalar karşılığında, "köprü" olmakla övünerek, yüzde 2.5 gibi gülünç payla yetinmek zorunda bırakılan TC'nin, tarihi ortak kültürel mirasa sahip olduğu bölgelerde, özgün politika üretmesi; "Adriyatik'ten Çin Şeddine" masalı kadar, masaldır.
Kendini Atatürk hayranı olarak tanıtan ve laik TC modeline sıkı sıkıya sarılan Elçibey; Azerbaycan'da gelişen olaylar ve TC'nin bu olaylar karşısındaki tavırları sonucunda; "Bizde Rus uşakları, sizde Amerikan ve Avrupalı temsilciler varken, bağımsızlıktan bahsedilemez."* diyerek, Türkiye'den hiçbir şey umut etmediği şeklinde açıklamalarda bulunuyordu. Bu sözlerle; azadlığın; TC, dolayısıyla da ABD endeksli politika ve çözümler doğrultusunda olamayacağını anladığını sandığımız Elçibey'in; son günlerde, Rus uşağı dediği Aliyev yönetimine karşı uzlaşmacı bir tavra girişmesi, Amerikan uşağı dediği Türk yönetimine karşı da özür dileyici açıklamalarda bulunması, O'nun gerçek yüzünü ve zihniyetini ortaya koymaktadır.
En genelde Azerbaycan'ın son durumuna baktığımızda; Ermeni işgallerinin devam etmesi, iç isyanlar, istifalar ve tasfiyeler, ayrıca dış dengelerin denklemleri devamlı değiştirebilecek güce sahip olmaları Azerilerin azadlığının: istikbal vaadetmediğini göstermektedir. Bu durumda Azeriler için tek çıkar yol gözüküyor: "Azadlık verilmez alınır."
*- Günaydın 30.6.1993