Ayrışmanın Temeli ‘Biz’ Tanımında

Haksöz

Milliyetçilik cahiliyesi ile zihinleri, kalpleri kirlenmiş insanların Suriyeli muhacirler üzerinden hastalıklı fikirlerini, önyargı ve düşmanlıklarını bolca dışa vurduklarına, ahlaksızlık ve tutarsızlıklarıyla sınır tanımaz biçimde gündemi meşgul ettiklerine şahitlik ediyoruz.  En basit, en ciddiyetsiz, asılsız, temelsiz lakırdıların bile kolaylıkla kendisine inanan bir kitle bulduğu bir ortam medyatik araçların yardımıyla elbirliğiyle inşa edilmekte. En berbat ve aşağılık tezler, iddialar dahi akademik, siyasi, sosyolojik kılıflar giydirilmek suretiyle tedavüle sürülmekte ve bu insanlık dışı söylemler bir şekilde tasvip görmekte, savunulup yaygınlaştırılmakta.

Kemalist resmî ideolojinin bu toplumun zihnine zerk ettiği ne kadar kirlilik varsa şu süreçte muhacirlere yönelik düşmanlık söyleminde hepsiyle karşılaştık: Türklük yüceltmesi; vatan kutsaması; Arap ve Arapça üzerinden İslam alerjisi; yabancı düşmanlığı; hayatı dünyadan, maddi imkan ve zevklerden ibaret görme; her şeyi kâr mantığı ile ölçme vs.

Yaşadığımız günler bir kez daha milliyetçilik ile ümmet aidiyetinin kesinlikle birbirinden ayrışması gereken iki ayrı dünya görüşü, iki ayrı bakış açısı, hayat tarzı olduğunu göstermiş oldu. Aynı şekilde Türkçü, şoven rüzgârlar karşısında net ve kararlı durulmadığında ümmet bilincine sahip çıkması gerekenlerin bile kolaylıkla savrulabildiği görüldü. Pragmatik hesaplarla tavır alanların, ahlaki ilke ve standartları geliştirmek yerine popülizme yönelenlerin düştükleri zaaflı halleri belirginleşti.

Oysa ilahi ölçüleri esas alarak hayatı anlamlandıran, kendilerini bu esaslar doğrultusunda konumlandıranlar için her şey ne kadar nettir! Ebu Davud’un, Tirmizi’nin ve Nesai’nin Sünenlerinde zikrettikleri bir hadiste Ebu Derda şöyle rivayet etmiştir: “Ben Resulullah’ı şöyle buyururken dinledim: Fakirleri kollayıp gözetin. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’tan yardım görüp rızıklandığınızdan şüpheniz olmasın.”

Muhacirleri, muhtaçları ve tüm mazlumları Rabbul Âlemin’in emaneti olarak görüp sahip çıkmak ile bir yük, bir maliyet, bir dert olarak gören bakış açısı arasındaki fark ne kadar belirgin değil mi? Muhaciri, mazlumu Rezzak olan Allah Teâlâ’nın bir rızıklandırma vesilesi olarak görenler ile musibet olarak görenler elbette ayrı şeyler söyleyeceklerdir. Aynı şekilde kendilerini bir etnik topluluğa, kavme, çizilmiş sınırlara, ulus devlet zindanına nispet edenler ile “Ben Müslümanlardanım.” diyenler elbette farklı yerlerde duracaklardır.

Bugün karşılaştığımız sorununun da pek çok tartışmanın, kavganın, ayrışmanın kaynağı da aslında aynı yerde, ‘biz’ kavramının nasıl tanımlandığı ve bu kavrama ne anlam yüklendiği sorusunda yatmaktadır. Peki, bizim ‘biz’ tanımımız neyi kapsıyor, neyi dışlıyor? Rabbimiz Fussilet Suresinde “Ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” buyurmuşken, başka bizler aramanın bir tuğyan ve çılgınlık olduğunu idrak edebiliyor muyuz?

Hiç kuşkusuz tüm gürültüsüne, ışıltısına rağmen başka bizler aramanın son kertede cahiliyenin karanlıklarında yürümek demek olduğu bir gün elbet anlaşılacak! Arzumuz, duamız o dur ki “Keşke toprak olsaydım!” demek durumunda kalınmazdan evvel gerçek manada biz olmanın bilincine varalım.

Bu sayıda yer alanlar: