Mülkan Aydın
Bizler 28 Şubat askeri darbe süreci ile birlikte başörtülü kimliklerimizden dolayı eğitim hakları ellerinden alınmış öğrencileriz. Türkiye'de darbe sürecinin yasaklarına karşı yürüttüğümüz iki yıllık direniş boyunca öğrenim haklarımızın geri alınmasıyla ilgili hiç bir ilerleme kaydedemedik. Ancak bu direniş süreci bizim için hayatı ve Türkiye'deki sistemi daha gerçekçi olarak tanıyabilmemiz açısından alternatif bir okul oldu. Yaşamın ve egemen sistemin gerçekliğini tanımak açısından üniversitelerde alamayacağımız eğitimi, başörtüsü mücadelemizi sürdürürken edindik. Direniş, aynı zamanda İslami kimliğimizi daha sahih olarak kavrayabileceğimiz bir imkanı da sundu. Daha sonra bir imkanını bulup üniversite eğitimimizi tamamlayabilmek İçin Avusturya'ya geldik.
Geriye dönüp baktığımızda 28 Şubat süreci ile başlayan sistematik kıyımlar başörtülü bayanları bir tercih yapmak zorunda bıraktı. Türkiye'de yaşam alanları daraltılan müslüman bayanlar ve özellikle öğrenciler kendilerine çıkış yolları aramaya başladılar. Bu tercihte kimliğini 28 Şubatçılara teslim etmeyenlerden bazıları veya imkan bulabilenler yurt dışı alternatifini düşünerek öğrenimlerini sürdürme çabası içine girdiler. Ancak bu çabayı alternatiflerden sadece bir tanesi olarak düşünmek gerekirken, bazılarının gözünde yurt dışında eğitim olayı tek alternatif olarak algılanmaya veya sunulmaya başlandı.
Türkiye'de eğitim hakkımız ve kimliğimiz arasında bir tercih süreci yaşadık; inanıyoruz ki biz kolay olanı seçmedik. Birçoğumuz bu kimlik tercihi sürecinde ailesini de karşısına almak zorunda kaldı. Ancak asıl mücadele okul sürecinden sonra başladı. Okulu bırakma sürecinde yalnız değildik, birçok arkadaşımız vardı aynı durumda olan ve bizi destekleyen bir çevre ile kimliğimizi korumamız çok daha kolaydı. Yurt dışı eğitimi için imkanı olan veya bir yol bulabilenleri birileri "hicret ettiler" ve "dönüşleri muhteşem olacak" gibi ibarelerle abartılı bir beklenti havası içine sokmak isteseler de karşılaştığımız vakıaların zorluğu ve kimliğimizin yeterliliği konusunda altyapı eksikliğimiz bizler üzerinde bir ütopya oluşturulmaması gereken zaafları ifade ediyor. Tabii ki kendimizi aşmak ve yetiştirmek en büyük azmimiz, ancak müslümanların yüzünü güldürecek beklenti ve kazanımlar hepimizin yükümlülüğü.
Yurt dışına gelen öğrencilerin ilk bir iki yıllarında hem kimliklerini güçlendirmeleri ve hem de kimlik kazandırıcı faaliyetlerde çekim merkezi olabilmeleri pek mümkün değil. Bu süreçte ancak ahlak ve tavırlarımızla bir örneklik oluşturabiliyoruz. Dil öğrenme süreci, öğrenciler için kendi içine dönüş ve hatta bireyselleşme sürecidir. Buraya gelen her öğrencinin bu dönemde iç dünyasında bir fetret dönemi yaşadığı söylenebilir. Türkiye'de iken sürekli okuyor, etkinliklere katılıyor ve kendimizi geliştirmeye çalışıyorduk. Ama burada Almanca dışında hemen hemen hiçbir şey yapamıyoruz diyebiliriz. Değil kitap okumak; Türkçe gazete okumayı dahi hocalar Almanca'yı geriletmede bir etken olarak görüyorlar. Bununla beraber yabancı öğrencilerle de ciddi bir ilişki kuramıyoruz. Dilimiz yeterli değil. Bu durum kendi içimizde bir bocalamaya dönüşüyor. "Acaba gelmekle hata mı ettik?" Türkiye'de daha yoğun ve verimli bir hayatımız vardı. Birdenbire büyük bir sessizliğin içinde bulduk kendimizi. İstediğimiz ve zevk aldığımız hiçbir şeyi yapamamaya başladık. Farklı bir din, farklı bir kültür ve farklı insanlar. Biz ise onlardan tamamen farklı.
Yurt dışına hiç gidilmesin demiyoruz, ama gidenlerin kimliklerine ve İslami duruşlarına bakılmak zorunda diyoruz. Viyana'ya son üç yılda yüzlerce başörtülü öğrenci geldi. Biz inanıyoruz ki burada kimliğini geliştirmek, İslam'ı yaşanabilir kılmak, sahih ve kaliteli çalışmalar yapabilmek için, Türkiye'de kimliğini oluşturmuş ve geliştirmiş olmak gerekiyor. Çünkü burada söz konusu imkanı yakalayacağımız daha yeterli ve müsait bir ortam yok. Ayrıca buradaki açmazlarımıza dilin yetersizliğinden kaynaklanan kendini ifade edememe sorunu da ekleniyor. Türkiye'de bir haksızlıkla karşılaştığımızda hiçbir şey yapamazsak bile cevap veriyor ve kendimizi savunuyorduk; ama burada bunu yapmak için bile dilimiz yeterli değil. Bu da içimize kapanmamıza neden oluyor, inanıyoruz ki bir iki yıl sonra bu durum düzene girecektir; ama zorlu, yıpratıcı olan bu süreci sağlıklı bir şekilde aşabilmemiz ve kimliğimizi sahih temellerde geliştirebilme kararlılığını gösterebilmemiz gerekli.
Bu tespitler aynı zamanda kendi özeleştirimiz. Bu eleştiri, eğitim imkanı amacıyla yurt dışına gitmeyi karalamak için değil, olayın zaaflarını göstermek ve yurt dışına çıkmanın tek alternatif olarak algılanmaması içindir. Yurt dışına gelen İnsanların burada da sorunların kendisini beklediğini bilmesi gerekiyor; çünkü Allah'ın imtihanı yeryüzünün her yerinde devam ediyor. İnsanlar buraya geldiği zaman şu yanılgıya düşmemelidirler: Eğitim hayatını sürdürmekte herhangi bir sorunla karşılaşılmıyor. Bu böyle olsa bile yukarıda bahsettiğimiz gibi birçok sorunla karşılaştığımızı belirtmemiz gerekiyor.
Asıl yaşama gayemiz Allah'a kulluk, kimliğimizi korumak ve İslam'a yaşanabilir ortamlar oluşturmak değil mi? Eğer ruh sağlığımızı koruyamazsak ve şahitlik görevimizi yerine getiremezsek asıl amacımızdan uzaklaşmaz mıyız? Gelenlerin samimi olarak ilk önce şunu kendilerine sorması gerekiyor diye düşünüyoruz: Ben gerçekten neyi istiyorum?
Selam ve dua ile...