Eski battaniyelerini Ortadoğulu mültecilere vermektense yakmak isteyen Avrupalılar şimdi Ukraynalılar için bağış topluyor.
Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna işgaline girişmesinin ardından, Ukrayna halkına yönelik şiddet haberleri Avrupa’da hızla yayıldı ve büyük bir dayanışma dalgasını tetikledi.
Avrupa ülkeleri, Rus saldırganlığından kaçan Ukraynalılara destek vermek için hızla adımlar atmaya başladı. Avrupa Birliği rekor sayılacak bir sürede, savaştan kaçan insanlara yardım etmek için Geçici Koruma Yönergesini (TPD) etkinleştirmeyi kabul etti.
4 Mart’ta yürürlüğe giren TPD, milyonlarca kişiye anında koruma ve üç yıla kadar net bir yasal statü sunuyor. Orta ve Doğu Avrupa’daki AB üye ülkelerindeki gururlu aşırı sağcılar bile göç ve mülteci karşıtı politikalarını bir kenara bırakarak Ukraynalı mültecileri savunmaya başladı. AB’nin dört bir yanından ve memleketim Çek Cumhuriyeti’nden vatandaşlar, mültecileri ülkelerine almak ve onlara evlerinde konaklama sunmak için Ukrayna sınırlarına seyahat etmeye başladı.
Bir Avrupa ve Çek vatandaşı olarak, ihtiyacı olan Ukraynalılara verilen bu desteği izlemekten gurur duydum. Ancak uzun yıllardır AB sınırlarında göç ve şiddeti araştıran bir bilim insanı olarak sormadan edemedim: Avrupalılar neden şimdi mülteciler için bu kadar empatik tavırlar sergiliyor? Aynı şekilde muhtaç durumdaki diğer insanlar AB sınırlarındayken onları neden umursamadılar?
Milyonlarca insan olası savaş suçlarından kaçarken bu sorular kışkırtıcı ve hatta gereksiz görülebilir. Gerçekten de Rusya’nın acımasız işgalinin kurbanları için ortaya konan tüm çabalar desteklenmelidir. Ancak Avrupa’nın insani tepkilerinin ırkçılık ve etnik ayrımcılıkla şekillenmesini engellemek istiyorsak tarihte bu ana ve bu mülteci grubuna özgü görünen dayanışma eylemlerinin doğası üzerinde de düşünmeye ihtiyacımız var.
Nitekim Avrupa’nın Ukrayna’da devam eden krize verdiği yanıt, ırkçılığın -diğer faktörlerin yanı sıra- AB’nin doğu sınırındaki ulusların mülteci politikalarının şekillenmesine yardımcı olduğunu açıkça ortaya koydu.
Örneğin Macaristan, Hırvatistan ve Polonya, Orta Doğu ve ötesinden gelen mültecilerin kendi topraklarına (ve AB’ye) girmesini engellemek için 2015’ten beri sınırlarını askerle dolduruyor. Avrupa Komisyonu, bu devletlere, bu konuda etki ve güçlerini artırabilmeleri için milyonlarca avro sundu. Sözde “düzensiz göçmenleri” engelleme çabalarıydı bunlar.
Bu destek gören müdahale hareketi, göç halindeki savunmasız insanlara Avrupa’nın sınırlarını neredeyse tamamen kapattı ve birçoğu için hiçbir yasal güvenlik yolu da oluşturmadı. Bu zorlu sınır politikalarından etkilenenler arasında Suriye rejimi ve Rus kuvvetlerinin kimyasal saldırılarından ve bombalamalarından kaçan Suriye’den sığınmacılar, Afganistan’dan kaçan insanlar ve ülkelerindeki acımasız iç savaştan kaçan Yemenliler ve daha birçokları bulunuyordu.
Bir araştırmacı ve aktivist olarak AB sınırlarında bu tür sayısız mülteciyle karşılaştım. Bana, sığınma talebinde bulunmak için AB’ye her girmeye çalıştıklarında, yasal yardım almadıklarını ve sınırdan Sırbistan, Bosna-Hersek veya başka bir AB üyesi olmayan ülkeye itildiklerini söylediler. Birçoğu, AB sınır devriye görevlilerinin onlara fiziksel olarak nasıl saldırdığını, işkence yaptığını, cinsel tacizde bulunduğunu ve gelecekteki sınır geçiş girişimlerini engellemek için mallarını yok ettiğini veya paralarını çaldığını anlattı.
AB sınır görevlileri tarafından tacize uğrayan mültecilerden biri de Suriye’den Mahmud’du. Bosna’ya geri itilmeden önce Hırvatistan’da neden fiziksel saldırıya uğradığını anlattı: “[Hırvatistan’daki sınır devriyeleri] bizi oturttular ve bana sordular: ‘Nerelisin?’ Ona dedim ki: ‘Suriyeliyim.’‘Suriye’deki sorun ne?!’ dedi ve bana vurmaya başladı. Hem de defalarca.”
Benzer bir şiddet daha yakın bir zamanda, 2021’de Polonya ve Beyaz Rusya arasındaki sınırda meydana geldi. Beyaz Rusya, Orta Doğu’daki evlerinden edilmiş insanları Polonya sınırına doğru ittiğinde AB, geçidi hızla kapattı ve yüzlerce kişiyi ciddi tehlikeler altında bıraktı.
23 Şubat 2022’de, ilk Ukraynalı mültecilerin ülkeyi terk etmeye başlamasından sadece bir gün önce, Yemen’den 26 yaşındaki Ahmed eş-Şawafi, kapalı Polonya-Belarus sınırında hipotermiden öldü.
Bütün bunlar, aynı devletlerin Ukrayna’daki krize tepki verme biçimleriyle taban tabana zıtlık oluşturuyor. Ukraynalı yetkililerülkeleri saldırı altına girdiğinde “önce güvenlik” sınır politikalarını terk etmekle kalmadılar,aynı zamanda sivillerin güvenli noktalara erişimini kolaylaştırmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.
Tıpkı Avrupa devletleri gibi, Avrupa vatandaşları da Ukraynalı mültecilere geçmişte kendi ülkelerinin sınırlarını geçmeye çalışan diğer mültecilerden çok farklı tepkiler verdi.
Nitekim daha önce mültecilerle ilişki kurmayı reddeden ve onların haklarını savunan herkesi kınayan birçok kişi, Ukraynalıları ülkelerinde ağırlamak için kişisel saiklerle sınır bölgelerine koştu.
AB sınırlarında Orta Doğu, Asya ve Afrika’dan gelen mültecilere yönelik şiddet hakkında konuştuğumda, Çek medyası tarafından alenen eleştirildim ve hakir görüldüm. Birçok Çek vatandaşı beni “yasadışı göçe yardım etmekle” suçladı ve “dövülmeyi hak ettiğimi” söyledi. Akrabalarım bile bana şöyle dedi: “Eğer hiçbirimiz onları burada [Avrupa’da] istemiyorsa neden onlara [Avrupalı olmayan mültecilere] yardım ediyorsunuz?”
Yine de aynı insanlar şimdi Ukraynalı mültecileri kollarını açarak karşılıyor ve onlara yardım etmek için mülteci yardım programlarına katılıyor. Bir zamanlar bana Avrupalı olmayan göçmenlere vermektense eski battaniyelerini yakmayı tercih edeceklerini söyleyen Çek komşularım bile şimdi Ukraynalıların Çekya’da kendilerini evlerinde hissetmelerine yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Avrupa vatandaşları ve devletlerinin mültecilere tepki verme biçimindeki bu ani değişimin arkasında birbiriyle bağlantılı birkaç neden var.
Birçok Orta ve Doğu Avrupalı, Ukraynalı mültecilerle empati kuruyor. Çünkü Ukrayna şehirlerindeki Rus tanklarının görüntüleri onlara ülkelerinin kendi tarihlerini hatırlatıyor. Çekya’daki aile üyelerim bana, Kiev’de Rus tanklarını durdurmaya çalışan sivilleri görmenin onlara 1968’de Rusların eski Çekoslovakya’yı işgalini hatırlattığını söyledi.
Avrupa’nın dört bir yanındaki insanlar, ülkenin coğrafi yakınlığı nedeniyle Ukrayna’daki savaştan kişisel olarak etkilendiğini hissediyor ve buradaki çatışmanın her an ülkelerine sıçrayabileceğinden korkuyor. Bu nedenle Ukraynalıları sadece kendi geleceklerini değil, Avrupa’nın geleceğini de korudukları için kutluyorlar.
Ukraynalılar da yıllardır işçi olarak Orta ve Doğu Avrupa toplumlarının bir parçası. Ukrayna ile Doğu Avrupa’nın geri kalanı arasında güçlü sosyal ve ekonomik bağlar var. Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerdeki pek çok insan, Ukraynalıları bir halk olarak tanıyor ve sonuç olarak ülkelerinin kötü durumuna dönük empati duymayı daha kolay gerçekleştiriyor.
Bununla birlikte, Avrupa’nın Ukraynalı mültecilere tepkisini şekillendirmede şüphesiz önemli bir rol oynayan rahatsız edici bir faktör daha var: Ten rengi.
Eski battaniyelerini Orta Doğulu mültecilere vermek yerine yakmak isteyen aynı Avrupalılar, Ukraynalılar için sadece kaçtıkları şiddet çok daha tanıdık ve yakın olduğu için değil,onlara yardım etmeye ve korumaya istekli oldukları için yapıyorlar. Çünkü onların da kendileri gibi “medeni” olduklarına ve “Avrupa kültüründen” geldiklerine inanıyorlar. Bütün bunlar, elbette, diğer mültecilere yönelik muameleleriyle taban tabana zıtlık teşkil ediyor. Bu aynı insanlar yani ‘battaniyelerini yakıp diğer göçmenlere vermek istemeyenler’, “sarı saçlı ve beyaz tenliler” için bağış topluyorlar.
Ukrayna’daki trajedi ve bunun sonucunda ortaya çıkan mülteci akışları, her zaman için şüphelendiğimiz şeyi kanıtladı: Avrupa’da diğer insanlara yardım etme arzumuz, “biz” ve “onlar” hakkındaki hayal gücümüz tarafından şartlandırılıyor. Bu mantık, kimin mülteci olarak karşılanacağını, kimin “düzensiz göçmen” olarak geri itilip dışlanacağını belirliyor.
Bu durum çatışma nedeniyle Suriye, Afganistan veya Yemen’den kaçanlara özel değil. Avrupa’ya çalışmak veya okumak için gelen siyahi ve kahverengi göçmenler de aynı muameleye tâbi tutuluyor. Gerçekten Ukrayna’dan kaçan Hintli ve Afrikalı öğrencilere ve işçilere Avrupa sınırlarında nasıl davranıldığını da gördük.
Deri renginin (cilt fenotipi) ve kültürünün mültecilerin yolculukları ve kaderleri üzerinde bir etkisi olduğunu inkâr etmek mümkün değil. “Avrupalı” görünenler bu kıtada dayanışma ve güvenlik bulurken, diğerleri genellikle dışlanıyor ve şiddet görüyor.
Ukraynalılarla dayanışma gösterirken onlara yardım etmek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Aynı zamanda toplumlarımızın ve devletlerimizin o kadar beyaz ve Avrupalı olmayan mültecilere nasıl davrandıklarını da düşünmeliyiz.
Avrupa’yı çaresizce muhtaç durumdaki birçok kişiye sırt çeviren “Bize Karşı Onlar” zihniyetinin, insanları yerinden eden bu kadar çok çatışmanın da temel nedeni olduğunu unutmamalıyız. Bu anı, insani müdahalelerimizi neyin yönlendirdiğini düşünmek için kullanmazsak yalnızca aşırı sağı beslemekle ve onların pek de insani olmayan politikalarının gelecekteki insani krizlere yanıtımızı yönlendirmesine izin vermekle kalırız.
* Karolina Augustová, Birleşik Krallık’taki Aston Üniversitesinde Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Konseyi (ESRC) doktora sonrası araştırma görevlisi olarak çalışıyor. Augustová aynı zamanda AB’de yaşanan göçün dışsallaştırılması, sınır şiddeti ve insan kaçakçılığını araştıran bir aktivist.
Al Jazeera / 25 Mart 2022 / Çeviren: Fatih Demir