Gazze’de son günlerde yaşanan gelişmeler, Avrupa Birliği (AB) kurumları ve neredeyse tüm üye devletleri açısından beklenmedik bir ahlaki iflası ortaya çıkardı.
Geçmişte Avrupa, Washington’un körü körüne İsrail yanlısı tutumunu hafifletmek ve Filistin davasını ilerletmek için çaba sarf ederdi; 2003’te Barışa Giden Yol Haritasının hazırlanması sırasında olduğu gibi. Yirmi yıl sonra, AB ve onun en büyük hissedarları neredeyse tanınmaz hale geldi.
İsrail-Filistin çatışmasının son 20 yılı, ikinci intifadayı, İsrail’in Gazze’ye yönelik yıkıcı savaşlarını, Filistinli sivil kayıpları, binlerce ev yıkımını ve işgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yerleşimlerin büyümesi yoluyla süregelen ilhakı içeriyordu. Gazze ayrıca 2007’den bu yana sert bir ablukaya da maruz kalmaktadır.
Bu koşullar altında mantık, Avrupa’nın Filistinlilere verdiği desteğin artması gerektiğini söyler. Bunun yerine Avrupa giderek daha fazla İsrail yanlısı ya da en iyi ihtimalle Filistin davasına karşı kayıtsız hale geldi.
Son yirmi yılda AB’nin aldığı tek önemli tedbirin -sıkı durun- İsrail ürünlerinin etiketlenmesinde bir değişiklik talep etmek ve yasadışı yerleşimlerde üretilen malların bu şekilde etiketlenmesini sağlamak olması çok şey anlatıyor. Bu basit adım yine de İsrail’in öfkesine yol açtı.
AB’nin Filistinlilerin haklarına ilişkin siyasi söylemi yavaş yavaş İsrail’in giderek artan aşırı sağcı söylemine uyum sağlamış, muhalefet ve farklı görüşler ana akım medya tarafından susturulmuş ya da şiddetle eleştirilmiştir.
“İşgal” kelimesinin kullanılması ya da İsrail şiddetine karşı herhangi bir itiraz antisemitizmle eş tutulmaktadır. Bu suçlama, kayıtsız medya aracılığıyla Filistin yanlısı siyasetçi ve aktivistlere yönelik itibar suikastları için sistematik olarak kullanılmaktadır. Eski İngiliz İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn buna en iyi örnektir.
Bugün İşçi Partisi liderliğinin İsrail-Filistin konusundaki tutumu sağ Siyonist parti Likud’unkinden neredeyse hiç ayırt edilemiyor ve Müslüman seçmenler partiden akın akın kaçıyor.
Tek Taraflı Dayanışma
Siyasi yelpazedeki diğer farklı Avrupa partileri de aynı yolu izliyor. Tam bir metamorfoz gerçekleşmiştir. Pek çok açıklama getirilebilir ama sonuçta Avrupalı siyasetçiler İsrail’in yanında yer alıyor çünkü bu şekilde başları daha az derde giriyor.
Yine de hiç kimse 7 Ekim olaylarından sonra Avrupalı liderlerin ne yapacağını tahmin edemezdi. Bu, onların 7 Ekim’de Filistinli savaşçılar tarafından gerçekleştirilen saldırıları güçlü bir şekilde kınamalarını ya da İsrail’e verdikleri desteği eleştirmek anlamına gelmiyor.
Eleştirim daha ziyade, Avrupa’nın İsrail-Filistin çatışmasının köklerine yönelik son 20 yıllık pasifliğine ve İsrail işgali meselesini ele alma konusundaki süregelen isteksizliğine yöneliktir.
Bu Çatışma 7 Ekim’de Başlamadı
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Hamas’ın saldırılarının bir boşlukta gerçekleşmediğini” hatırlatarak Avrupalıları suçlu uyuşukluklarından uyandırmak zorunda kaldı. Şöyle dedi: “Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz bırakılıyor. Topraklarının sürekli olarak yerleşim yerleri tarafından yutulduğunu ve şiddetle boğuştuğunu; ekonomilerinin boğulduğunu; insanlarının yerlerinden edildiğini ve evlerinin yıkıldığını gördüler. İçinde bulundukları kötü duruma siyasi bir çözüm bulunması yönündeki umutları da giderek yok oluyor.”
Bu sağduyulu sözler nedeniyle İsrail, Guterres’in istifasını talep etti.
Bu arada, aralarında Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu başkanları, Almanya Şansölyesi, Fransa Cumhurbaşkanı, İngiltere Başbakanı ve İtalya Başbakanı’nın da bulunduğu bir dizi Avrupalı lider, dayanışmalarını ifade etmek üzere İsrail’e gitti. Ancak İsrail bombaları Gazze’ye yağmaya devam ederken Ramallah’a benzer bir ziyaret heyeti görmedik.
Avrupa’nın ahlaki skalasında İsrail’in acısı Filistinlilerin acısından daha üst sıralarda yer alıyor ve görünen o ki bunu hiçbir şey değiştirmeyecek. Avrupa’nın pozisyonu Hamas’ın kışkırtılmamış bir terör eylemi gerçekleştirdiği, İsrail’in ise sadece meşru müdafaa hakkını kullandığı yönünde.
Zavallı Öğütler
Ancak İsrail’in meşru müdafaa hakkı, sayısız Filistinliyi taciz ettiği, aşağıladığı ve öldürdüğü 50 yılı aşkın bir süredir işgalci güç olarak oynadığı rol çerçevesinde değerlendirilmelidir. Guterres’in, özellikle de kurallara dayalı dünya düzeninin savunucuları olan Batı demokrasilerine yönelik ağır eleştiriler içeren sözlerinde ifade etmeye çalıştığı nokta budur.
ABD’nin, büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma yönündeki provokatif kararının ardından Filistinliler en son 2018 Büyük Dönüş Yürüyüşü adı altında kitlesel bir barışçıl protesto düzenlediğinde, İsrail ordusunun Gazze çitinde toplanan binlerce Filistinlinin üzerine ateş açtığını hatırlamakta fayda var. İsrailli keskin nişancılar aralarında sağlık görevlileri ve gazetecilerin de bulunduğu 200’den fazla Filistinliyi öldürdü, binlercesini de yaraladı.
Bu alçakça bir eylemdi, bir suçtu ancak Batı demokrasilerinden hiçbir kınama gelmedi.
Bugün ise Avrupalı liderler İsrail’in Gazze’ye yönelik orantısız bombardımanı karşısında sessiz kalırken, Gazze’de masum sivil olmadığını söyleyen Cumhurbaşkanı Isaac Herzog da dâhil olmak üzere İsrailli yetkililerin kullandığı ölümcül dile zımnen göz yumuyor. “Orada sorumlu olan bütün bir ulustur!” denilerek toplu cezalandırmalar zımnen meşrulaştırılıyor.
Bu, 20. yüzyılın en korkunç kolektif mağduriyeti olan ‘holokost’u yaşamış bir halkın soyundan gelen biri için özellikle iğrenç bir açıklamadır. Avrupalı liderlerin Herzog’un sözleri karşısında sessiz kalmaları da aynı derecede iğrençtir.
7 Ekim saldırısında 1.400 İsraillinin öldürülmesinin ardından, İsrail bayrağı meşru bir dayanışma gösterisi olarak Avrupa’daki binaların cephelerine yansıtıldı. Ancak 8 binden fazla Filistinlinin öldürülmesiyle devam eden katliama rağmen benzer bir resmî jest görmedik.
Elbette, binlerce Filistin bayrağı Avrupa vatandaşları tarafından, ana akım medya tarafından büyük ölçüde haberleştirilmeden, Avrupa başkentlerinde göndere çekiliyor. İnsanlar hükümetlerinin yapmadığını yapıyor: İsrail’in orantısız misillemesini ve ayrım gözetmeksizin bombalayarak, su, elektrik, yakıt ve gıda sevkiyatını keserek Gazze’nin Filistinli nüfusunu toplu olarak cezalandırmasını kınıyor.
Kamuoyunun yoğun baskısı karşısında Avrupa kurumlarının söyleyebildiği tek şey, İsrail’in uluslararası hukuka uyması için yapılan yumuşak telkinler oldu. Bu çok az, çok geç ve çok ikiyüzlü bir yaklaşımdır.
Middle East Eye / 31 Ekim 2023 / Çeviren: Gökhan Ergöçün