İnsan Hakları, Batı ve Irkçılık
Batı demokrasilerinin temelini insan haklarının oluşturduğu genelde kabul görmüş bir iddiadır. Gerçekten de Batı'daki uygulamalar diğer "üçüncü dünya" ülkeleriyle mukayese edildiğinde Batı ülkelerinde insan haklarına duyarlılığın ve pratikteki uygulamaların Türkiye gibi batılı olmayan ülkelere nispetle çok ileri olduğu gözlemlenecektir.
Batılı ülkeler kendi insanı; yani Alman, Fransız veya İngiliz insanı için temel hakları büyük oranda güvence altına almıştır. Fakat, bu durum Batı toplumu içerisinde yaşayan yabancılar/göçmenler/mülteciler gibi farklı kültür ve etnik gruplar için söz konusu olduğunda, benzer güvencelerin olmadığı ve eşitlikten bahsetmenin mümkün olamayacağı söylenebilir...
Le Pen'le Gündeme Gelenler ve Düşündürdükleri...
Fransa'daki seçimlerle tekrar gündeme gelen Avrupa'daki ırkçılık, Avrupa aşın sağının oy ve güç kazandığı tezlerini pekiştirmiş oldu. Siyasal düzlemde önce Avusturya ile başlayan, İtalya, Danimarka, Hollanda ve şimdi de Fransa ile devam eden "başarılı" siyasal süreç üzerinde durulması gereken önemli bir husustur. Fransa seçimlerinde Le Pen'in finale kalması özellikle solun paniklemesine yol açtı ve bu bağlam birçok tartışmayı da gündeme getirmiş oldu.
Her şeyden önce Avusturya, İtalya, Hollanda, Belçika, Norveç ve Danimarka'da ırkçı, ulusçu siyasal tırmanış ve nihayet Fransa'da paniğe sebep olan sonun başlangıcının sebep-sonuç ilişkilerini tartışmakta fayda vardır.
Bilindiği gibi ırkçılık bir hastalık türüdür. Irkçılık; eşitlik düşüncesinin ve bu temelde herkesin yararlanması gereken temel insani haklarının rededilmesidir. Avrupa Birliği'nde ırkçılığın siyasallaşması, Avrupalı insanın zihniyet, tutum ve davranışlarına sinmiş, ötekini dışlamaya ve ayrımcı işleme tabi tutmaya yönelik tutumlarının ve eylemlerinin meşrulaştırması ve uygulama alanına konulması anlamına gelmektedir.
Siyasal ırkçılık, Avrupa'da diğer renk, kültür ve inanca sahip olan göçmenlerin, yabancıların, mültecilerin ve nihayet azınlıkların haklarına ciddi sınırlamalar getirmek istemekte, hatta daha ileri bir adım atarak onları sınır dışı etmek yoluyla salt beyazlardan oluşan homojen bir toplum inşa etmek ideali peşindedir. Başka bir deyişle ırkçılık, Avrupa'da pratikte var olan çok kültürlü toplumun inkarıdır.
Irkçılık sadece "öteki"nin inkarı değil, Avrupa Birliği'nin de inkarıdır. Çünkü ırkçılar Avrupa Birliği'ne ve ideallerine de meydan okumaktadırlar. Avrupa Birliği'nin özünde olduğu sıkça vurgulanan eşitlik, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti retoriği ırkçıların ayrımcılık düşüncesiyle, yabancı düşmanlığı perspektifiyle yok edilmek istenmektedir.
Fransa'da Le Pen ve partisi "Fransa Fransızlarındır" diyor. Le Pen'e oy verenlerin, yaklaşık olarak yüzde 56'sı 45 ve daha üst yaş gurubundan. Bunların mesleki dağılımları da şöyle: %25'i işsizlerden, yüzde 211 emeklilerden, %9'u ise eğitim seviyeleri düşük insanlardan oluşuyor. Yani Le Pen halen işsiz, ya da işsizlik tehlikesi ile karşı karşıya bulunan "çaresizlerden", güvenlik tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını varsayanlardan destek bulmaktadır.
Le Pen ve onun gibi düşünenler "Fransa Fransızlarındır!" diyerek temel görevlerinin işsizliği ortadan kaldırmak, Fransa'nın güvenliğini, huzurunu ve refah seviyesini yükseltmek olduğunu ifade ediyorlar. Ortak düşmanları ise Fransa'daki göçmenler/müslümanlar. Fransa'da göçmenlerin çoğunluğunu Kuzey Afrika müslümanları oluşturuyor. Bu müslümanların büyük bölümü egemen toplumdan dışlanmış durumda. Kendi getto, sefil ve bakımsız bırakılmış mahallelerinde oturan göçmenlerin okuma ve meslek edinme oranları oldukça düşük. Göçmenlerin ise niçin gettolarda bırakıldıkları sorgulanmıyor.
Avrupa'nın diğer ülkelerinde de ırkçılık bu ve benzeri sebeplerden dolayı yükselişe geçme imkanı buluyor. Sosyal Demokratların kalesi konumdaki İskandinav ülkeleri. İsveç, Norveç ve Danimarka'da iktidarlar ırkçı partilere gedmiş durumda. Avusturya'da ırkçı parti Heider'ın zaferiyle başlayan süreç şu an koalisyonla devam ediyor. İtalya'da Berlusconi, 11 Eylül sonrası İslam düşmanlığıyla uluslararası ittifaka mesajlar verirken, İtalya'daki Kuzey Ligi gibi iki faşist liderle kurduğu koalisyonla işi götürüyor. Hollanda ve Almanya'da da durum benzerlik arzetmekte. Göçmenler açısından bildik yaklaşımlar serdeden Pim Fortuyn, Hollanda Anayasasının ayrımcılığı yasaklayan birinci maddesini kaldıracağım diyerek, avazı çıktığınca bağırıyor, 16 Mayısla yapılacak seçimlere hazırlanırken yabancı karşıtı sözlerle kitleleri coşturuyor.
Almanya'da geçtiğimiz ay Saksonya-Anhalt eyaletinde yapılan seçimlerde, Sosyal Demokrat parti SPD yüzde 15,9 oy kaybederek sağ partilerin güçlenmesine yol açıyor. Yine Almanya'da solun kalesi Hamburg'da geçtiğimiz yılsonunda yapılan seçimlerde Roland Bamabas Schitl (Partei Rechtsstaatliche Offensive) iç güvenlik, terörizmle mücadele söylemleriyle meclise girebiliyor. Faşist Schill, 100 gün içinde suç oranlarını yarı yarıya düşüreceğini ifade ediyor. Başka bir deyişle asıp-keseceğini, meydanlara idam sehpaları kuracağının sinyallerini şimdiden veriyor. Belçika'da ise aşırı sağcı Flaman Vtaam Blok "önce kendi ulusun" sloganı ile "malı" götürüyor. Danimarka'daki ırkçı partinin liderinin unvanı "Demir Lady." Danimarka'nın en büyük sorununun "yabancılar" olduğunu söylüyor.
Yeni dünya düzenine, küreselleşmeye, yavaş yavaş tükenen bireylerin ekonomik ve sosyal hak ve özgürlüklerinin korunmasına söylem olarak yeşil ışık yakarak "yabana" vb "müslüman" düşmanlığı yapan bu akımlar, çözüm olarak "yabancı" düşmanlığını, "İslam" düşmanlığını araçsal olarak kullanıyorlar.
İslam ve Müslüman Düşmanlığı
Avrupa'da yükselen ırkçılık dalgasıyla beraber, hatta eşzamanlı olarak İslam karşıtı propagandalar, İkinci Paylaşım Savaşı öncesi Yahudilik karşıtı anti-semitizm hareketini hatırlatmaktadır. İslami fundamentalizm fobisi her geçen gün medya eşliğinde "düşman resmi" olarak topluma sunulmaktadır. Bir toplumun aynası olan medyada; kolektif bilincin ya da bilinçaltının yansıması olan Avrupa'daki İslami Fundamentalizm fobisi, düşmanının varlığıyla kendisini yaşatan bir histeri olarak yer buluyor.
Duygulardaki bu nefretin temelini ise köklü-tarihsel önyargılarda ve İslama ilişkin negatif imajlarda aramak gerekir. Bu düşmanlığın muhatapları Almanya'da Türkiyeliler olurken, Fransa'da kuzey Afrikalı Cezayirliler, İngiltere'de Hind-Alt Kıtasından gelen Pakistanlılar ve Hollanda'da ise bu kin ve düşmanlığın muhatabı Faslılar olmakta. Düşmanlık beslenen bu azınlıkların ortak özellikleri ise İslam kültüründen gelmeleri ve kendilerini müslümanlığa nispet etmeleri bu tarihsel-aktüel düşmanlık hakkında ipuçları vermektedir.
Her geçen gün serpilen, büyüyen kan ve gözyaşından başka bir dünya tasarımı olmayan ayrımcılığa, ırkçılığa karşı duyarlı ve taraflı olunmalıdır. Avrupa'da büyüyen, serpilen ırkçılık, yabancı düşmanlığı sadece göçmenleri değil bütün insanları ilgilendirmelidir...
"Ülkenin güvenliği ve terörizmle mücadele" gibi herkesi ilgilendiren kavramların arkasına sığınarak oluşturulan kampanya, toplumları kamplaştırmakla birlikte, korku fobisinin oluşturduğu refleksle ırkçı partilere yönelik desteği artırıyor.