Avrupa (ön) yargısı ve Başörtüsü

Hüsnü Yazgan

Mizan Derneği - Essen

Avrupa denilince, insanların aklına "adil yargılama" ve "İnsan hakları" gelir(di). Galiba bu tespit, Avrupalı için doğru ama yabancılar ve özellikle Müslümanlar söz konusu olunca durum değişiyor. Özellikle 11 Eylül ile birlikte bütün dünyada başlayan hak ihlalleri, Avrupa'da da etkisini gösterdi. "Türkiye'de başörtüsü sorunu yaşayan kızlarımız, gider Avrupa-Amerika üniversitelerinde okur-gelirler" cakası, anlam yitiriyor galiba. Türkiye kadar olmazsa da, Türkiye'nin aleyhte propagandası ve bu ülkelerde etkinlik gösteren Türkiye kökenli laikçilerin mücadelesi meyvesini vermeye başladı.

Talibanı cağ dışı bulan batı, Afganistanlı kadının çarşafını çıkarmakla yetinmedi. Onu soyundurarak güzellik yarışmasına gönderdi. Aynı batı, başka bir Afganistanlı bayanın İslami tercihini ve bunun gereği olan kıyafetini, kazanımlarının önünde bir engel olarak göstermekte, onun temel haklarını İhlal etmektedir. Fereşta LUDIN adlı Müslüman bayanın şahsında tartışılan, İslami yaşam tarzıdır. Bu nedenle Ludin davasını, örnek bir dava olarak görmek gerekir.

Söz konusu dava ve dava sonunda verilen kararı sağlıklı değerlendirebilmek için; yargı sürecini ve bu sürecin sonunda verilen kararı doğru anlamak gerekir.

Yargı Süreci

Fereşta LUDİN, Almanya'da eğitimini tamamlayan, Alman vatandaşı, Afganistan kökenli Müslüman bir bayandır. Müslüman ve öğretmen bir Alman ile evlidir. Birinci devlet sınavından sonra stajyer öğretmenlik yapmıştır. 1998 yılında ikinci devlet sınavını da başarı ile vererek, Baden Würtenberg Eyalet Başkenti Stutgart'da öğretmen adayları için zorunlu olan deneme dönemi öğretmenliği için, Okul Yüksek Dairesine başvurmuştur. Başvuru red edilmiş ve red kararına yapılan itiraz da red edilmiştir.

İdari sürecin tamamlanması üzerine Stuttgart İdare Mahkemesine başvurulmuş, dava aleyhe sonuçlanmıştır. Bu kararın, Baden Würtenberg Eyalet İdare Mahkemesindeki temyizden de sonuç alınamayınca, Federal idare Mahkemesine başvurulmuş ve oradan da sonuç alınamamıştır. En son "anayasal hakların İhlal edildiği" gerekçesi ile Alman Federal Anayasa Mahkemesine başvurulmuştur. Alman Federal Anayasa Mahkemesi, 24 Eylül 2003 tarihli (3'e karşı 5 oyla verilen) kararı ile, Okul Yüksek Dairesi ve üç mahkemenin kararını haksız ve Ludin'i haklı bulan ama başörtüsü yasağı sorununu çözmeyen bir karar vermiştir. Dava dosyası, Federal İdare Mahkemesine, yeniden görüşülmek üzere geri gönderilmiştir.

Kararın Değerlendirilmesi

Federal Anayasa Mahkemesinin kararı üzerine Federal idare Mahkemesi yapacağı (yeniden) yargılama sonunda, Ludin'in öğretmenliğini onaylamak zorundadır. Eyalet Parlamentosunda gerekli yasal düzenleme yapılıncaya kadar dosyayı askıya alabileceği görüşü de ileri sürülmektedir. Ancak mahkemeler yürürlükteki yasalara göre karar verirler. Yürürlükteki yasalar, başörtüsünü yasaklamadığına göre, öğretmenlik hakkının verilmesine karar verilmelidir.

Anayasa Mahkemesi kararında, "konu somut bir tarzda yasayla düzenlenmemiştir, bu boşluğu doldurmak ne resmi makamların ne de mahkemelerin ödevidir, bu, (yerel) kanun koyucunun görevidir" demiştir.

Mahkemenin bu kararının ürkekçe olduğu, genel bir kanıdır. Hem başörtünden yana olanlar hem de karşı olanlar, verilen kararın sorunu çözmeyen ürkekçe bir karar olduğunda ittifak etmişlerdir. Davacı Ludin, başörtüsünün anayasal bir hak olduğunu ve anayasal hakkının ihlal edildiğini, bunun da anayasaya aykırı bir uygulama olduğunu ileri sürerek ihlalin önlenmesini talep etmiştir. Ancak mahkeme, bu hak konusunda karar vereceğine mezkur eyalette başörtüsünü yasaklayan bir yasa bulunmadığından dolayı davacıyı haklı bulmuştur.

Almanya'da, kültür ve eğitim konularında yasal düzenleme yapmak eyalet parlamentolarının yetki alanına girdiği için, eyaletlerde farktı yasal düzenlemeler yapılabilmektedir. Bu nedenle uygulamalar da farklılık göstermektedir. Bazı eyaletler, başörtüsünü yasaklayıcı yasal düzenlemelere karşı olduklarını açıklamışlardır. Özellikle Hıristiyan Birlik Partileri (CSU ve CDU)'nin iktidarda olduğu eyaletlerde başörtüsünü yasaklayan yasaların çıkarılması ihtimali yüksektir. Böyle bir yasal düzenleme, yeni sorunları ve hukuki mücadeleleri beraberinde getirecektir.

Başörtüsüne karşı en çetin mücadeleyi verenler ise, maalesef Türkiye kökenli bazı milletvekilleri olmuştur. SPD'nin Federal Meclisteki Türk asıllı milletvekillerinden Lale Akgün; "Bana göre bu bir dinî görev değil, bir davranış kuralı, gündelik bir kural..." diyerek başörtüsünün dini bir görev olmadığı fetvası(!)nı vermiştir.

Başörtüsünün dindeki yerini belirleme yetkisini kendilerinde görenler, dini ictihadlar yaptıklarını unutuyorlar. İslam'da, dinin kaynağının vahiy (K. Kerim) olduğu ve Resulün uygulamasının ise pratik örneklik teşkil ettiğini, İslami konuların mahiyetlerine ilişkin tartışma ve ictihadların Müslümanların iç sorunu olduğunu, "kulaklarına küpe" olacak şekilde yeniden anlatmak gerekir onlara, galiba. Başörtüsünü yasaklama ile Müslümanlara öğretmenliği yasaklama arasında hiç bir fark yoktur. Zira Müslüman inandığı gibi yaşamak zorundadır. İslami kurallar, beşeri yasalar gibi keyfi değişikliklere ve yorumlamalara açık değildir. Müslüman bir bayan, hangi mesleği icra ederse etsin, hangi ortamda bulunursa bulunsun başörtüsü ve tesettürü ile bulunmak zorundadır. Kaldı ki, bütün Müslümanlar, koşullar ne olursa olsun İslami emirlere uygun yaşamak zorundadırlar.

En azından bu günümüz politik yapısında yasakçılar çoğunluğu temsil etmemektedirler. Zira Federal parlamentodaki çoğunluk ve Federal hükümeti oluşturan SPD ve Yeşiller'in yasağa karşı olduğu açıklanmıştır. Göçmen ve Yabancılardan da Sorumlu olan Yeşiller Partisi'nin Meclis Grup Başkanı Volker Beck, ".. tüm dini topluluklar için eşit haklar geçerlidir" diyerek yasağa karşı olduğunu açıklamıştır.

Müslümanların Sorumluluğu

Ne yazık ki hayati kararlar verilirken, sorunun tarafı olan Müslümanlar ortada yokturlar. Müslümanlar, kurumsal olarak ve temsil düzeyinde varlık gösteremedikleri gibi karşı taraf da onları görmezlikten geliyor. Müslümanlarla ilgili kararlar alınırken onların görüşleri alınmıyor. Alman Devleti görüş almak istese, kimin görüsünü alacak. TC Devleti adına bir istihbarat teşkilatı gibi çalışan Diyanetin İllegal uzantısı DİTİB'in mi, Müslüman olduğunu söyleyen Alevi Derneklerinin mi, Marksist bir partinin uzantısı olan Kürdistan İslami Hareketinin mi veya İslam dünyasından gelen ve sayıları binlerle ifade edilen farklı dernek veya camilerin mi? Kimdir Müslümanların temsilcisi? Mesela Musevilerin tek bir üst kuruluşu olduğu için, dini hakların ötesinde ciddi bir baskı grubu olarak da varlık gösterebilmektedirler. Temsil sorunu yaşamamaktadırlar. Temsil, genel ve temel bir sorundur. Başörtüsü yasağı gibi sorunlar tali sorunlardır. Müslümanlar, Avrupa'daki temel sorunlarını çözmeden, tali sorunların içinde boğulmaktan kurtulamazlar.

Peki ne yapılmalı?

1- Çatı kurum(lar) oluşturulmalıdır. Bunun için temel sabiteleri esas atacak şekilde, mümkün olduğunca kuşatıcı olacak bir genişlikte ve uzmanlık alanlarına göre ihtiyaç duyulacak kurumlar ihdas edilmelidir.

2- İletişimsizlik sorunu aşılmalıdır. Müslümanlar arasında öncelikle sağlıklı diyaloglar geliştirilmeli ve endişe sahibi ancak ne yapacağını bilmeyen Müslümanlarla ortak etkinlikler düzenlenmelidir.

3- Pedagoji, eğitim, sosyoloji, İslami ilimler, siyaset, hukuk gibi sosyal değişim ve dönüşümde etkin olacak alanlarda, uzman şahsiyetler yetiştirilmelidir.

4- İçinde yaşanılan toplum, değerleri, hassasiyetleri öğrenilmeli, ona göre ilişkiler geliştirilmelidir.

5- Bütün kurumları ile sistemin işleyişi ve yürürlükteki yasalar hakkında bilgi edinilmeli, meşru haklardan yararlanmak suretiyle kısıtlamalara karşı mücadele edilmelidir.

6- İnsan hakları, din ve ifade özgürlüğü konusunda yabancılara yönelik çifte standartlar tespit edilmeli, değişimi için çaba içine girilmelidir.

7- İslam konusunda, Müslüman olmayanların fetva vermelerinin, görüş ileri sürmelerinin yanlışlığı, muhataplara anlatılmalıdır.

8- Belki de en önemlisi, Müslümanlar, İslam'ın şahidliğini yapmalıdırlar. Aileleri ile, kurumları ile, ticaretleri ile, tavır ve davranışları ile, zulme karşı duruşları ile şahidlik yapmalıdırlar. Şahidlik ve daveti inançlarının esası olarak kabul edip, İslami endişe ile suyun akışkanlığı gibi arınarak yollarına devam etmelidirler.

Bilgi ve inanç Müslüman'ın donanımı, yaşam ve davet ise misyonudur. Rabbe kesin dönücüler olarak Müslümanların dertleri ile dertlenmek, endişe sahibi olmak, ızdırap duyabilmek gerekir.

Bizim sorunumuz sadece Başörtüsü yasağı sorunu değildir. Başörtüsü serbest olunca sorumluluğumuz bitmeyecektir. Yeni sorunlarla mücadele emek zorunda kalacağız. Müslümanca yaşamın önündeki engelleri kaldırmak, adil ve güven içinde yaşanılabilir bir dünya kurmak için azami bir çaba içinde olmaktır, sorumluluğumuz. Bu da, Rabbe kulluğun gereğidir.