Atatürkçü Demokrasinin Susurluk Versiyonu

Kenan Alpay

Meydana çıkan her yeni gelişme, kurulu düzenin hukuken ve ahlaken daha bir çökmüşlüğünün, tükenmişliğinin ilanı oluyor bir nevi. Kurulu düzen 70 küsur yıllık koca bir yalan ve aldatma üzerinde yükseltilmeye çalışılıyor. Yalan ve aldatma üzerinde ısrarlı olan düzen doğal olarak meşruiyetini hukuk ve ahlakla sağlayamayacağı için zorba bir mantığa dayalı şiddetle, güçle ayakta durmaya çabalıyor, işte, halihazırdaki düzenin resmi, Bu durum en belirgin bir biçimde Susurluk kazası sonrasında kamyonun altına giren düzenin, devletle tablolaşarak toplumsal ve siyasal tarihte yerini aldı.

Kutsal Devletin Elemanları ve Finans Kaynağı

Susurluk skandalı ile eksiksiz ve fazlasız olarak toplumun karşısına çıkan devletti, düzendi. Devlet, toplumun karşısına zamansız ve hesapta olmayan bir biçimde çıktı. Bin yıllık tarihin ürünü olan "Kutsal Devlet" imajı halk nezdinde elle tutulur, gözle görülür bir netliğe, somutluğa dönüştü. Susurluk'ta kamyonun altına gömülen, legal ve illegal bağlantılarıyla "Kutsal Devlet"ti. Toplumun büyük bir kısmının, din ve namusun önünde ve birincil varlık şartı olarak telakki ettiği "Kutsal Devlet"

"Kutsal Devlet"in ne menem bir kudsiyeti içerdiği, nasıl bir sosyal hukuk devleti olduğu, kamyonun altına gömülen legal ve illegal elemanlarının tertiplediği organizasyonlarda, düzenlediği icraatlarda kendini tartışmasız bir biçimde ortaya koydu. Toplum nezdinde somutlaşan "Kutsal Devlet"in; toplumsal güvenliği sağlamakla görevli kıldığı legal ve illegal elemanların, toplumsal güvenliği (!) sağlamanın da ötesinde hangi türden değişik meşgalelere sahip olduğu da somutlaştı. Kutsal Devletin işlerliğini sağlayan elemanlar "devletin, vatanı ve milleti ile olan bölünmez bütünlüğünü" hem toplumsal güvenliği sağlamak hem de ekonomik işleyişi rahatlatmak amacıyla kumar, fuhuş, uyuşturucu, fidye, rüşvet, cinayet, gibi sektörleri organize etme yolunu tercih ettiler. Rahat bir finans kaynağı olan bu sektörler de bundan böyle "Kutsal Devlet"in tekeline alınacaktı. Bu sektörde bulunup da, devletin bu tercihi doğrultusunda hareket etmeyenlerin akıbeti Behçet Cantürk vb. gibi isimlerden başlamak üzere faili meçhul vb. uygulamalara maruz kalmaktı. İşte bu durum karanlık üçgenlerle, beşgenlerle ifadelendirmenin eksik kaldığı "Kutsal Devlet'in mantıksal ve pratik işleyişinin özetidir. Böyle bir "Devlet" anlayışını ebed-müddet ayakta tutmaya çalışanlarsa ülkücü mafyası, korucusu, polisi, askeri, MİT'i, JİTEM'i, gazetesi, TV'si, sanatçısı, bürokratı, sanayicisi, din adamı, akademisyeni vd ile gerek görevli ve gerekse gönüllü çevrelerden oluşuyor.

Tam da bu noktada Susurluk'taki kazada kamyonun altına gömülenler, devletin organize ettiği uyuşturucu, kumar, fuhuş, fidye, cinayet, rüşvet vb. gibi sektörlerin bu zikredilen kesimlerin tümünün ortak bir girişimi, kararlaştırılmış bir işbölümü ile işbaşı yaptıklarını gösterdi. Darbelerin adamı Süleyman Demirel önce "Gittiği yere kadar gidin" dedi, ama işin sonunun kendi makamına, MGK'ya, orduya, MİT'e, Başbakanlığa kadar ulaştığının ortaya çıkacağının farkına varınca, o mutâd dönüşlerinden birini yaparak "Devlet suç işlemez, devlete zarar vermeyin" deyiverdi. Aynı tavrı ANAP lideri Mesut Yılmaz'da tekrarladı. Konunun "cesur takipçisi, temiz lider" havalarıyla kampanya ya başladı. Devlet çetelerinin birbirleri aleyhinde sistematik bir biçimde kamuoyuna sunduğu belge ve bilgilerle şantajlar, tehditler savurup "temiz devlet, temiz siyaset" istedi. Cumhurbaşkanını askerleri, tekelci medyayı arkasına alarak blöflerle ataklar geliştirmeye çalıştı. Maziyi hiç anmadı. ANAP'ın tüm pisliklerini unutturmaya çalıştı. Taki 0ral Çelik'in "Çatlı, bir telefonla Mesut Yılmaz'ın tüm kumar borçlarını sildirdi" beyanatına kadar, Rakip çeteler M. Yılmaz'ın blöflerini "gördüm" diyerek "temiz toplum harekatı"nı durdurdular.

Şikeli bir biçimde de olsa sürdürülecek "temiz toplum harekatı", devletin devlet olmaktan nasıl çıktığını, üç-beş çürük elmayı safdışı etmekle bu işin sona erdirilemeyeceğini, safra atmanın mümkün olmadığını bilakis düzenin kendisinin safra pozisyonunda olduğuna çabuk uyandılar. Dün Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları, MGK Genel Sekreteri'nin, MİT'in onayıyla kurulan, kollanan ve birçok gizli operasyonda kullanılan Ağar ve ekibi, bugün planlanandan daha çok büyüdüğü, kontrolsüzleştiği ve en önemlisi ülkedeki tek silahlı güç olan ordu için ileriye dönük bir rakip ve tehlike olarak algılanmaya başlandığı için adeta bir erken dönem hesaplaşması başlattılar. Gün bugün, fırsat bu fırsat ordu kontrolündeki MİT ve JİTEM, Aydın Doğan ve Dinç Bilgin'in tekelindeki iletişim araçlarıyla Susurluk kazasıyla net olarak gün ışığına çıkan "çete"yi devletten ve devletin işleyişinden uzak, M. Ağar, A. Çatlı, İbrahim Şahin, S. Bucak, Özel Harekat Dairesi, Yeşil gibi sınırlı bir kaç isme ve sınırlı bir kaç olaya hapsederek "düzen"i kurtarmaya çalıştılar. Evet uyuşturucu, fuhuş, kumar, fidye gibi organizasyonlardan Ağar ve Çetesi de sorumludur. Yakılıp boşaltılan köylerden, gözaltında kaybedilenlerden, faili meçhul cinayetlerden, işkencelerden, yağmalardan, yargısız infazlardan bu çete de sorumludur, Ama çete bu zikredilenlerle mi sınırlı, değil hiç şüphesiz, Gerçekte bu çeteyi çete yapan, çeteler yaratan, taşeron çeteler kullanan düzen asıl sorumludur. Halka karşı baskıcı, dayatmacı çeteci bir zihniyetin ürünü olan bu sistem sorumludur, Sorun yapısal bir sorundur. Sistemin mantığı yalana ve aldatmaya yetersiz kaldığı yerde zora ve zorbalığa dayalıdır. Bu noktada "halka rağmen"ci bir zihniyetin, kendini legal veya illegal alanla sınırlı tutması düşünülemez.

RP'nin Susurluk Süreci: Yolsuzluk Üstü Bol Çete

Susurluk skandalı, koalisyon ortağı olarak da olsa RP'nin iktidarda bulunduğu bir döneme tekabül etti. RP, bulanık ve sığınmacı olan tavrına, iktidar olma sürecinde pek çok şaibe karıştırmış olmakla birlikte, Susurluk kazası sonrası günahlarını nispeten hafifletebilecek tarihi bir fırsat yakaladı. Ama RP hiçbir yeri dikiş tutmayan, kendi kendini ıslah edip yenileyebilecek hiçbir kurumu kalmamış, göçmüş, tükenmiş bir sistemi ayakta tutmaya niyetli olduğunu ısrarlı tavırlarıyla gösterdi. Skandala "basit bir trafik kazası" ifadeleriyle lakayt bir tavır takınan Ağar'ın benzeri bir tavrını Erbakan'da olayın üstünden haftalar geçmesine rağmen herhangi bir soruşturma açtırmayarak tekrarladı "Önce neyi soruşturacağımızı araştırıyoruz. Bu inceleme ve araştırmalar sona erdikten sonra soruşturmaya karar vereceğiz" diyen Erbakan'ın bakış açısı neredeyse Çiller-Ağar ekibinin bakış açısıyla çakışıyordu. Erbakan ve RP sistemin gerçek sahibi egemen sınıflar gibi '"devletimize zeval gelmesin"ci zihniyetini dışa vurarak "kraldan çok kralcılık yapıyordu. Aynı şekilde Adalet Bakanı Şevket Kazan'da, Ağar'ın dokunulmazlığını kaldırmak için hazırlanıp kendisine gönderilen fezlekeyi ucuz bahanelerle geri gönderme sürecinden itibaren, hazırlanan dosyalarda çete ile ilgili bir iddianame bulunmadığı ve en önemlisi mahkemeye intikal etmiş bir konu hakkında bundan böyle yorum yapılamayacağını beyan ederek, konuyu kamuoyunun gündeminden çıkartmaya çalıştı. Aklınca çetecilere bir kaç jest yaparak koltuğunu garantileyecek!

Erbakan ve RP kurmayları çetenin devletin hemen her kurumunda örgütlendiğini ama özellikle Çiller, Ağar, Ayvaz Gökdemir gibi asker, polis ve ülkücü kökenli isimler önde olmak üzere, ortağı DYP'nin de TBMM'deki çeteyi temsilen yeraldığının anlaşmasıyla hükümetin düşeceği korkusuyla hareket etti. Böylece RP varan 1, varan 2, varan 3 vd. gibi hazırladığı yolsuzluk dosyalarını iktidar nimetleri uğruna aklayarak bizatihi kendisi de yolsuzluklara karışmış, yolsuzluk yapmıştır. Yolsuzluk yapmanın yanına bir de fuhuş, uyuşturucu, kumar, fidye, rüşvet, cinayet vb. gibi tüm iğrenç işlerin faili olan çetelere yatakçılık yaparak safını da tercih etmiş oldu. Yolsuzlukların üzerine kurulu bir iktidar sırtını çetelere de dayamış olsa ne zamana kadar sürebilir ve ne zamana kadar vereceği hesabı erteleyebilir?

Soruşturma Komisyonu ve Asker Kafası

Meclisle Susurluk Araştırma Komisyonu kuruldu ve başkanlığına RP'li Mehmet Elkatmış getirildi. Elkatmış TBMM'nin duvarında yazılı bulunan "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir" veciz ifadesinin bir sonucu olarak meclisi "en yüce" makam olarak görüyordu. Bu sebeple tespit edilen bazı isimleri dinlemek üzere komisyona ifade vermeye çağırdı. Ne var ki listede Genelkurmay Başkanı, Jandarma Genel Komutan, Kenan Evren vb. gibi isimlerde mevcuttu. Ama askerler kendi isimlerinin de listede bulunmasında büyük bir rahatsızlık duyarak komisyona ve başkanına basın yoluyla bir uyarı gönderdiler: "İçinde bulunduğumuz kurumu yıpratamazsınız". İşte o meşhur asker kafası dedikleri kafa, bu kafadır. Asker kafası, ordu ve asker her türlü tartışmanın soruşturmanın üstündedir mantığı. TC hudutları içinde asker hesap vermez hesap sorar mantığı. Buna rağmen Elkatmış sistemin nasıl işlediğine uyanamamış olmalı ki; "Genelkurmay Başkanının gelmemesi diye bir-şey söz konusu değil, Devlet içinde yer alan her kişi ve kurum gelmek zorunda. Demokrasiye inanan herkes gelecek" şeklinde beyanatlar vermeye devam etti. Ama içinde bulunduğu demokrasinin "Atatürkçü Demokrasi" olduğunun bilincine varması pek fazla zaman almadı. Zira devlet tecrübesi daha fazla olan Şevket Kazan: "Askerlerin Susurluk Komisyonunda ne işi var? Ebette gelmemeliler" şeklinde görüş bildirerek tartışmayı tatlıya bağlamaya çalıştı. Komisyon çalışmalarını tamamlayan Elkatmış Meclisin ve komisyonun devlet ve doğâl olarak asker karşısındaki tavrını şu ifadelerle açığa vurdu: "Biz olayı 1980 sonrasına dayandırdık ve dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in de bilgisine başvurmak için komisyona davet gündeme gelince, bu arkadaşlar (komisyondaki milletvekilleri) karşı çıktılar. Evet, bu sıkar biraz,.." Argo ama isabetli bir tanım oldu Meclis'in konumu. Sıkıysa dener, sıkıysa direnir, işte Atatürkçü Demokrasinin Hikayesi.

Zaten komisyona bilgi vermeye gelenlerde "dostlar alışverişte görsün" havasındaydılar. Burhanettin Bigalı, M. Eymür, M. Ağar, Korkut Eken gibi isimler komisyona gelip bağlı kuruluşların çalışma tekniği hakkında genel malumatlar verip -ki bu hususlar zaten bilinen yasal prosedürlerdir- ayrıntılı bilgi vermelerinin anayasanın ilgili maddesince yasal olmadığını söyledikten sonra çekip gittiler. Bir nevi hava değişimi yapmış oldular. Böylece devletin ve devlet birimlerinin güvenliği, her zaman için toplumun güvenliğinden öncedir, kanunu yürürlükte olmaya devam edeceği teyid edilmiş oldu. Her şey devlet için, her şey devletlünün keyfine göre.

İç Hesaplaşma Ya da Kısmi Temizlik Harekatı

Tüm pis işlerin adresi olarak devlet ortaya çıktığında Demirel "Devlet suç işlemez, suç bireyseldir" diyebilmişti. Türkeş de aynı ifadeleri dillendirmişti: Adet olduğu üzere, devlet ve devlet adına icraatta bulunanlar "Devletin yıpratılmasına izin vermeyiz" tehdidiyle toplumu sindire geldiler şimdiye dek. Binbir türlü melanetin kaynağı olan sisteme yapılacak en ufak bir eleştiri ya Demirel'in "Ben devletimi gagalattırmam arkadaş" şeklindeki laflarıyla ya da Türkeşçilerin "Ya sev ya da terk et" slogan tehdidiyle bastırılmaya çalışıldı.

Hataların, yanlışların bireysel olduğu ısrarla tekrarlandı durdu, Peki o halde üç bini aşkın köyü kim yakıp-boşalttı? 1980 sonrasında ülke içinde ve dışında 16 bin küsur cinayeti kimler organize etli, kimler tetik çekti? Gözaltına alınan her 100 kişiden 96'sına işkence yapan, gözaltında kaybeden, infaz edenler şu an nerede, hangi görevdedirler? DEP Genel Merkezi'ni, gazeteleri, Şırnak'ı, Lice'yi ve daha birçok yeri bombalayıp harabeye çevirenler, nasıl oldu da izlerini kaybettirdiler?

Koca bir köy halkını meydana toplayıp sille-tokat döven, ardından da dışkı yedirenler hakkında şimdiye kadar ne yapıldı?

Sansasyonel cinayetleri müslümanlara ciro edip, müslümanları toplum nezdinde mahkum etmeye çalışanlar devletin yüce makamlarından emir alan, bu düzenin müdafileri değiller mi? Uyuşturucu, kumar, fuhuş, fidye, cinayet vb. gibi organizasyonların bizatihi devlet güçlerince kurulup kollandığı bir yerde suç nasıl bireysel olur? Organize edilip, teşvik edilmiş suç hangi hukukta bireysel suç sayılabilir, cunta hukuku dışında? Velhasıl hukuksuzluk gayrı meşruluk bu düzenin mayasında var. Sistem, doğasının gereği mekanizmasını işlevsel kılmaya çabalıyor.