Asya'da başlayan finansal kriz, global ekonomide sarsıntılar yapmaya devanı ediyor ve hızla, 1929 buhranında olduğu gibi, ekonomik daralmalara doğru yol alıyor. Asya-Pasifik, Latin Amerika ve Rusya'dan sonra global krizin Türkiye kapısına dayanması yüzünden bir çok sektör şimdiden ayakta kalma mücadelesi vermeye başladı. Son aylarda iş çevrelerinde 'iş yok' ya da 'piyasalarda durgunluk var' şeklinde yansıyan sıkıntılı bekleyiş, doğudan gelen kriz dalgasının henüz ilk işaretleri.
Spekülatif para dalgalanmalarıyla sarsılan bir kısım Asya ülkelerinde yabancı sermayenin çok hızlı bir şekilde geri çekilmesi, bu ülkeleri finansal krize itmişti. Bir anda fakirleşen ve paralarını devalüe etmek zorunda kalan bu Asya ülkeleri, iç pazarlarının daralması yüzünden kendilerini kurtarmak için stok mallarını dampingli satışlar ile dünya piyasalarına sürmeleri sonucu dış piyasalarda rekabet üstünlüğü yakaladılar. Diğer yandan global ekonomide önemli yeri olan bu ülkelerin ithalata yönelik taleplerinin azalması yüzünden, diğer ülkelerin ithalat, ihracat ve sanayi yatırımları etkilendi.
Öncelikli olarak bu ülkeler ile ticari ve ekonomik ilişkileri olan ülkelere yönelen kriz, gelişmekte ve yabancı sermayeye bağımlı bir ekonomik yapılanma sürecinde olan ülkeleri tehdit etmeye başladı
Rusya Krizi
Komünizmin çökmesi ile serbest piyasa ekonomisine geçme mücadelesi veren Rusya, 1991'den bu yana % 2500'lere kadar çıkan enflasyon oranını 1997'de % 10'a kadar düşürmeyi başarmış; dış ticareti serbestleştirmede önemli gelişmeler kaydetmiştir. Fakat ekonomideki üretimin küçülmesi ve yüksek bütçe açığının finansmanında karşılaşılan zorluklar, sorun olmaya devam etmiştir.
Bugün Türkiye'nin de içinde bulunduğu denk bütçenin sağlanamaması ve her geçen gün artan finansman açığını körükleyen kayıt dışı ekonominin yaygınlığı, sosyal güvenlik sisteminin yapısı, ordunun büyüklüğü ve askeri harcamaların yüksek oluşu gibi benzerlik arz eden unsurlar, krize neden olan etkenler olarak ortaya çıkmaktadır.
Kısa vadeli iç borçlanmalar ve alınan dış krediler üretken yatırımlara dönüşmemiş; maaş ve ücretler gibi cari harcamaların finanse edilmesinde kullanılmıştır. Sağlam bütçe kaynaklarının oluşturulamamış olması ve yabancı yatırımcıların artan risk koşullarından çekilmeleri ile Rusya'da durum daha da kötüleşmiş, devalüasyon spekülasyonları ekonomik krizi derinleştirmiştir. Borçlarında moratoryum ilan ederek, küresel banka sisteminde 200 milyar dolarlık bir zarar ve korku yaratan ve komünizmden sonra 'serbest piyasa' paradigmasının da çöküşüne şahit olan Rusya, halen siyasi bir kriz ile karşı karşıyadır.
Türkiye açısından önemli bir ticari ortak olan Rusya'da baş gösteren kriz, tabii olarak Türkiye ekonomisini de etkilemiştir. Türkiye yıllık döviz gelirlerinin % 13-15'ini oluşturan 8-10 milyar dolar seviyesindeki girdisini, Rusya Federasyonu ile yaptığı ticaretten sağlamaktadır. Fakat baş gösteren kriz, ekonomide önemli bir yer tutan bavul ticareti de dahil olmak üzere, Rusya'ya yönelik üretim yapan bir çok sanayiciyi zor durumda bırakmıştır.
Türkiye'de Ekonomik Durgunluk
Global krizin uluslararası pazarları daraltmasına, Türkiye'nin komşuları ile doruk noktasına ulaşan gergin ilişkileri de eklenince, Türkiyeli ihracatçıların etrafını saran çember iyice daralmıştır. Türkiye'nin sürdürmekte olduğu İsrail güdümlü Ortadoğu politikası yüzünden, Suriye ve Suriye üzerinden diğer ülkelerle yapılan ticaret fiilen durmuştur.
Irak'la ticari ilişkilerin sona ermesi ile neticelenen 35 milyar dolarlık Körfez krizi faturasına, bu sefer Suriye karayolu taşımacılığının fiilen durması da eklenmiştir. İsrail eksenli izlenen siyaset ile Türkiye, Arap dünyasına sırtını çevirmiş, son yıllarda gelişme gösteren ticari faaliyetler yeniden sekteye uğramıştır.
Türkiye'nin Irak, İran ve Suriye ile ticaretinin minimumda seyretmesi, Yunanistan'la yaşanan sorunlar ve Rusya ile bavul ticaretinin yavaşlaması, Türkiye'nin ihracat çemberinin daha da daralmasına neden olmaktadır.
Dünya ekonomisinin daraldığı ve faizlerin fırladığı bir ortamda Türkiye'de üretim azalmakta ve istihdam sorunu artmaktadır. Son aylarda Asya krizinin etkisi piyasalarda yoğun bir şekilde hissedilmektedir. Krizle birlikte Türkiye'de tekstil, gıda, otomotiv, deri, ayakkabı ve beyaz eşya sektörlerinde daralmalar baş göstermiş; Türkiye'nin Uzakdoğu'ya olan demir-çelik ihracatının % 50 azalması sonucu, sektörde stoklar artmaya ve üretim yavaşlamaya başlamıştır. İş çevreleri tarafından sanayide 1999 yılı yatırımlarının büyük ölçüde duracağı vurgulanırken, yoğun bir işsizliğin yaşandığı ülkede, işten çıkarmalar ya da zorunlu izinler gündeme gelmektedir.
Devlet Yolsuzluk Kaynağı
Türkiye bugün yüksek enflasyon içinde bir ekonomik durgunluk ile karşı karşıyadır. Her geçen gün artan borçlanma bataklığında bütçe açığı derinleşmekte, bütçe gelirlerinin yoğun bir kısmı iç ve dış borçlar ile bunların faizini ödemeye ayrılmaktadır, Mevcut şartlar altında hükümetin 'enflasyonu aşağı çekme' gibi iddiaları asılsız ve havada kalmaktadır.
Yapısal reformlar adı altında kayıt dışı ekonomiyi kontrol altına almak için 'mali milat' olarak tanımlanan yeni vergi sistemindeki değişiklikler ile ancak, sermaye sıkıntısı çeken küçük esnaf ile küçük ve orta boy işletmelerin üzerinde mali baskı artarken, büyük sermayedarların kara para aklamalarına gün doğmuştur. Devlet bundan böyle herkese, yapılan bir alış veriş karşısında 'bu parayı nereden buldun?' diye hesap sorulacağını ilan ederken, kendi eliyle sattığı KİT'leri satın alan kimselere, trilyonlarca lira tutan bu paraları nereden buldun? diye sormamaktadır.
Türkbank'ın yöneticileri tarafından soyulmakta olduğu, müfettişler tarafından Hazine ve Merkez Bankasına rapor edilmesine ve ihaleye şaibelerin karıştığı Emniyet tarafından bildirilmesine rağmen ihalenin yapılması, iktidar çevrelerinin de içinde bulunduğu çok boyutlu bir soygun sisteminin halkın mallarını gasp ve talan etmekte olduğunu göstermektedir.
Yıllardır arpalık olarak yıllanılan KİT'ler, finansman açığına kaynak bulma endişesi ile satışa çıkarılırken dahi birilerine peşkeş çekilmekten kurtulamamaktadır. KİT'lerin satışım yapan siyasetçi-bürokrat kesimin, mafya ve işadamı çevreleri ile kurulan karanlık ilişkileri, hangi kurumun kimin tarafından satın alınacağı önceden tespitli 'şaibeli ihaleler' ile alıcılar lehine 'gizli sermaye aktarımına' dönüştürülmektedir. P0AŞ'ın satışında trilyonluk mal varlığının bilançolarda gösterilmemesi, her ne kadar satışı dur-durulsa da, kamuoyunu ayağa kaldıran şaibe iddiaları ile ancak ortaya çıkmaktadır.
KİT'lerin satışında yapılan yolsuzluklar ve oluşturulan haksız rekabet koşullarında, devlet tekelciliğinden, özel sermaye tekelciliğine bir geçiş yapılmaktadır. Mahkemelik olan POAŞ'ın % 51 hissesinin blok olarak satılmaya çalışılması, devlet tekelinin özel tekele dönüştürülmeye çalışıldığının en açık ifadesidir. Bu ise 'devletin özelleştirme rantından' birilerine peşkeş çekildiği anlamına gelmektedir.
Global krizin ülke ekonomisini etki altına aldığı bir süreçte 75. yılını kutlayan Cumhuriyet, mafya-siyasetçi-işadamı denkleminde 75 yıldır sürüp giden talan, yolsuzluk ve peşkeş çekmelerin son halkasına kilitlenmiş durumdadır. Yolsuzluk bataklığına gömülen devlet, yaklaşmakta olan krize karşı ilgisiz ve tedbirsiz kalmakta; işçi, esnaf, sanayici ve ihracatçıyı zor günler beklemektedir.