Türkiye'de yaşayan insanlar olarak askeri darbe veya askeri muhtıra tehditlerini o kadar çok sıklıkta yaşar olmuştuk ki; adeta bu durumu kanıksamıştık. Ama askeri darbe veya muhtıra arzularını tatmin edecek özellikte dış desteği sağlayamayan laikliğin kalesi TSK, siyasi hayatımıza yeni bir kavram daha kazandırmış oldu. Malum olduğu üzere TSK her zaman olduğu gibi günümüzde de yeniliklerin öncüsüydü. TSK bu öncü rolünü sivil darbe veya sivil muhtıra tavsiyesi ile Türk Demokrasisi'ne bir kez daha kanıtlamış oldu. Devir, imaj devri idi. TSK'nın da bir imajı vardı. TSK'nın kendi imajını kurgulama ve yaygınlaştırma biçimi, tüm zamanların en acımasız kiralık katili Türk Medyası tarafından daha bir etkin ve yetkin hale getirilerek, varlığımızın yegane ve tartışılmaz merkezi şeklinde sunulmuştu. Herhangi bir şeyin iyi mi kötü mü veya meşru mu, değil mi vb. şeklindeki tüm değerlendirmelerin cevabı TSK göz önünde bulundurularak oluşturulurdu.
İşte bu cümleden olmak üzere RP'li hükümetin, Atatürk ilke ve inkılaplarını ve dolayısıyla iç barışı tehdit eden her türlü girişimini komutanlar hassasiyetle izlemekteydiler ve periyodik toplantılarla değerlendirilmesini kararlaştırmışlardı. İç barışımızı tehdit eden unsurlara karşı Genelkurmay Psikolojik Harekat Dairesi şamar üstüne şamar İndirerek milli birlik ve beraberliğimizi korumak hususundaki kararlılığını her daim tekrarlıyordu. TSK'nın bir ait birimi olan MGK, sivil bir hamle ile Psikolojik Harekat'ın hedef kitlesi olarak öncelikle kadın ve çocukların dikkate alınmasını istemişti. Devletin tüm bakanlıklarının bünyesinde psikolojik harekatın teşkilatlanması, teşkilatların organize olması ve sistemli bir biçimde psikolojik harekat uygulamalarının hızlandırılması tavsiye edilmişti. Psikolojik harekatın, halkımızı yıkıcı ve bölücü kalkışmalara karşı bilinçlendirmede kullanacağı ilgili birimin medya olması uygun görülmüştü.
İlk "Sivil Tatbikat"
Sincan'daki olayların ardından, demokrasiye bağlılığın göstergesi olarak, Atatürk anıtının önünden tankların geçişi askerin patlamasını önleyen sübap vazifesi gördü. Askeri darbenin kaçınılmaz olduğu hallerde imaj önemli değildi ama Türk Demokrasi'sini darbe ile değil de darbe tehdidi ile korumak şimdilik daha makul gözüküyordu. Bu sebeple "Askerler, darbeyi sivillerden bekliyor" başlıklı haber Psikolojik Harekat Dairesi'nin medyadaki merkez üssü Hürriyet Gazetesinde 6 Şubat 97 tarihli nüshasındaki yerini alıyordu. TSK ile stratejik ve taktik işbirliği içinde olanların medya ile sınırlı olmadığını aksine bugünkü soyguncu sistemin pis çarklarının dönmesinde medya kadar sendikaların, üniversite yönetimlerinin, güdümlü derneklerin vb. kurum ve kuruluşların da oldukça önemli payları bulunmaktaydı. Söz konusu haber gazetede şu şekilde yer almaktaydı: "Geçen hafta Ankara Ticaret Odası Başkanı Ahmet Çavuşoğlu'nun makamında çok gizli gerçekleştirilen toplantıya TSK'yı temsilen Genelkurmay ve MGK'dan bir Korgeneral ve iki Tümgeneral katıldı. Türk-İş Başkanı Bayram Meral, Türk-Metal Başkanı Mustafa Özbek, iş dünyasından bir temsilci, Hacettepe ve İstanbul üniversiteleriyle, Atatürkçü Düşünce Derneği'nden temsilciler Komutanların endişelerini dinlediler."
Aslında komutanlar bu ve benzeri toplantılarda şeriatçı akımların gelişmesinin çok tehlikeli bir dönemece girdiğini ve gerekli önlem alınmazsa, telafisi çok zor gelişmelerin yaşanacağını paşa paşa anlatıyorlardı. Bu toplantı ne ilk ne de son idi. Komutanlar bu toplantı da sendikacıları, bilim adamlarını ve işadamlarını izah edilen şekilde duyarlılıklar göstermeye davet etmişlerdi. Komutanlar daha öncede bazı ilahiyatçı, akademisyen, bürokrat, sanatçı, gazeteci ve benzerlerini de bu tür toplantılara dahil etmiş ve halka karşı sürdürülen topyekün harekatta kendilerine ne gibi görevleri ifa edeceklerine dair tavsiyelerde bulunmuşlardı. Nede olsa Türkiye'deki Atatürkçü demokrasinin nimetlerinden sadece TSK mensupları faydalanmıyorlardı. Varlığımızın yegane teminatı Atatürk Demokrasisine şükretmek ve gaflete düşenleri Atatürkçü müdahalelerle uyarmak her Atatürkçünün akaidinden kaynaklanırdı. Atatürkçüler de akidelerinin gereğini yerine getirmek için ihlasla amellerini arttırdılar. Sonuçta çağdaş hukuk devletinin çatısını kuran Atatürkçü düşüncenin müntesibi olan laik kadınlar, İslam şeriatını adım adım yürürlüğe koyan RP'li hükümete sivil bir muhtıra verdiler.
Çağdaş Hukukçular Derneği öncülüğündeki 56 çeşit laik kadın kurum ve kuruluşunun müntesipleri kocalarını ve çocuklarını da yanlarına alarak 65 milyon Türk vatandaşının duyarlılığını Başkent sokaklarına taşıdılar. Ne de olsa ATO'da yapılan toplantıda, Komutanlar TSK adına kendilerine her türlü yardımı yapacaklarına dair kesin söz vermişlerdi. Dolayısıyla her ne kadar tüm teşvik ve yardımlara rağmen 2 bin civarındaki katılımcıyı zor-zahmet toparlamayı becerdiyseler de katılım noktasında ortaya çıkan bu zaafiyeti psikolojik harekatın diğer biriminde yer alan medyadaki Atatürkçü kardeşleri telafi ettiler. Gazete, TV, radyo haberleri onbinlerce-yüzbinlerce laik Türk kadınının şeriata teslim olmayacağını sokaklardan ekranlara-manşetlere taşıyarak deklare ediyorlardı. Atatürkçü kardeşlik hukuku dayanışmayı gerekli kılar ve çağdaşlıktan geriye dönüşü temsil eden, özellikle başörtüsü gibi siyasal İslam'ın simgesi olan tüm sembollere karşı sürekli bir teyakkuzu gerekli kılardı.
Karanlıklar sona ermeliydi, Türkiye aydınlanmalıydı. Bu durum kaçınılmazdı. Aydın Doğan ve Dinç Bilgin komutasındaki tekelci holding medyası Aydınlık Türkiye için 1 dakika karanlık kampanyasının sancaktarlığını yapıyorlardı. Aydınlık Türkiye isteyen herkes saat 21'de ışıklarını bir dakikalığına açıp kapatmak, elde cezve-tencere Türkiye'nin tarihinde yeni bir beyaz sayfa açılacaktı. Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök Ankara'da MİT ve subay lojmanlarında kampanyaya katılım oranının yüksek olmasıyla yarının Türkiyesi adına kıvanç duyuyordu. Özellikle büyük şehirlerin lüks semtlerinden her geçen gün katılım artırıyordu. Kampanyacılar elde mumlar ağızda düdüklerle 1 ay boyunca ruh çağırma seansları düzenlediler. Sistemin tıkanıklığını aşmak için Atatürk'ün ruhundan istimdat istediler. Ey Atatürk'ün ruhu; sesimizi işitip geldinse eğer, ordumuzun başına geç ve laiklik düşmanlarına bir darbe vur, serzenişleri gök kubbede yankılandı.
'Vurun Kahpeye'den 'Vurun Şeriatçıya'
Laik kadınlar Türk toplumunu ve Türk toplumunun gözbebeği TSK'yı temsil eden birimlerden müteşekkil idi. Önce laikliği dolayısıyla iç barışı, huzuru ve sükuneti, adaleti ve özgürlüğü tehdit eden hükümete ve yandaşlarına karşı sivil muhtıra veya gerekirse sivil darbe kaçınılmaz olurdu. Yok eğer laftan anlamazlarsa askeri cuntanın işbaşı yapması kaçınılmaz olurdu. Demokrasi önemliydi ama laiklik daha da önemliydi. Demokrasi adına laikliğin altı oyulamazdı. Çünkü Atatürk TSK'ya; laikliğin, Türk devletinin ve insanının bir yaşam tarzı olduğunu sıkı sıkıya tenbih etmiş idi. Laiklik iç barış ve huzurun teminatı idi. Bu yüzden toplumumuzu laik anti-laik diyerek ikiye bölmek emperyalistlerin ülkemize ve milletimize yönelik sinsice planlarının İlk aşaması idi. Atatürkçü Türkiye, Amerika ve İsrail'in desteğiyle Orta Asya'daki Türki Cumhuriyetlere laikliği ihraç etmekle vazifeli abi devlet olduğu İçin, İran'ın İslam Devrimi ihracına da engel olmak zorundaydı. İslam Devrimi ithal edilemez, karanlığa ve geriye dönülemezdi. Bu yüzden vurun şeriata, vurun şeriatçıya yürüyüşü vurun kahpenin rövanşı olarak düşünülüyordu. Laiklikten irtidaî edenin katli vaciptir devrim kanunu dün Menemen'de nasıl uygulandı ise doğal olarak bugünde Sincan'da uygulanmalıydı. Maocu Kemalistler böyle buyurup afişlerle donattılar ülkeyi baştan başa, TSK Menemen tecrübesini önce tanklarla sonra da sivil uzantılarıyla tekrar hatırlattı.
Tarih tekerrürden ibaret idi. Kemalist devlet darbeci mantığını ilk günkü diriliğinde korumaktaydı şüphesiz. Kırk satır mı, kırk katır mı sözü tüm demokrat aydınlarımızca, Ya şeriat, Ya darbe, şeklinde uyarlamıştı.
Alemlerin Rabbi Allah'a değil Kemalist darbecilere teslim olmamızı istiyorlar. Tepkisiz, duyarsız, güdük-olmamızı istiyorlar. Ama bu uğraşlar nafile, bu hesaplar, tuzaklar boşuna.
"Müminlere, insanlar aleyhinizde ordu topladı denilse, bu haber mutlaka onların imanlarını artırır"