Asker Kayıplarının Faturası Yine Siyasilere!

Haksöz

Geçtiğimiz ay Doğu ve Güneydoğu'da PKK ile yaşanan çatışmalarda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin arka arkaya verdiği kayıplarla birlikte bir kez daha "terör", "güvenlik", "operasyon" vb. kavramlar en çok sarfedilen kavramlar listesinin ön sıralarına taşındı. Temmuz ayının ortalarında Bitlis ve Eruh'ta meydana gelen çatışmalarda Türk ordusunun verdiği ağır kayıplar üzerine her zaman yapıldığı gibi yine hamaset dozu yüksek nutuklar ortalığı kapladı. Sorumluluğun bir yerlere fatura edilmesi gerekiyordu. Özellikle medyanın çabalarıyla birileri sorumluluğu hükümete çıkartmaya çalışırken, hükümet de boş durmayıp topu "sınır ötesi"ne atmaya çabaladı.

Devletçi medyada estirilen havaya bakılırsa her zaman olduğu gibi askerlerin ölümünden yine siyasiler sorumluydu!  Bu yüzden bilhassa askerler için yapılan cenaze törenlerinde hükümete yönelik tepkiler abartılarak yansıtıldı. Medyanın büyütecinden bakıldığında hükümete yönelik istifa çağrıları, kabine üyelerine yönelik protestolar, hatta çelenk tahribi gibi eylemler halkın yaşanan acılardan hükümeti sorumlu tuttuğunu göstermeye yeterdi. 

İlginçtir, bütünüyle askeri bir zeminde gerçekleşen zayiatın sorumluluğu yine askerlere değil, siyasetçilere çıkartılıyordu. Türkiye'de yaygın ve kemikleşmiş bir mahiyet arzeden militarist zihniyetin köreltici perspektifinden konuya bakanlar bir kez daha orduyu yüceltmeye, siyaseti ve siyasetçiyi ise karalamaya çabaladılar.

Zaten ne hikmetse askerler hiçbir zaman eleştirilen, suçlanan konumda olmazlar bu ülkede. Eğer askeri operasyonlarda başarı elde edilmişse bu ordunun güçlülüğünün, titizliğinin, kahramanlığının bir göstergesidir ancak. Yok eğer kayıplar, başarısızlıklar söz konusuysa bu da sivil kadroların günahıdır; gaflet, dalalet, hatta hiyanet içindeki politikacıların suçudur olsa olsa! Yaşanan kayıpların siyasilerin hangi hatalarından, zaaflarından kaynaklandığı pek konuşulmaz ama alttan alta asıl müsebbipler olarak sürekli onlar gösterilir. Böylelikle kahraman, vatansever asker ve bunun karşısında ise sorumsuz, çıkarcı politikacı şablonu aynen korunmuş olur. Zaten halkın güvenilirlik sıralamasında ordunun en tepede yer aldığına dair anket sonuçlarının medyada büyük bir iştahla sürekli tekrarlanmakta oluşu boşuna değildir elbette.

Gerçekten de Türk ordusu dünyanın en şanslı ordusu sayılsa gerek. Öylesine yüceltilmekte, abartılmakta hatta kutsanmaktadır ki, en bariz konularda dahi eleştirilmesi, sorgulanması düşünülemez. Örneğin tek bir çatışmada 7'si asker, biri korucu olmak üzere 8 kayıp verilmesinin hesabını sormak kimsenin aklına gelmez. Oğullarını yitiren aileler dahi kendilerini ve ölmüş çocuklarını övücü birkaç kelam etmek üzere yanlarına gelen rütbeli birilerinin boyunlarına sarılıp, teselli babından ettikleri birkaç kelime üzerine "Vatan sağolsun!" diye karşılık verirler. Hiç kimse neden diye sormaz, nasılını merak etmez! Komutan ne buyurmuşsa baş göz üstüne!

Oysa birilerinin gencecik evlatları anlamsız, amaçsız, hedefsiz bir savaşta toprağa düşerken, Ankara'da Harb Okulu komutanının gönül maceraları gündemi belirlemektedir. Zorunlu hizmet mantığıyla askere alıp cepheye sürdüğü gençlerin güvenliğini sağlama noktasında çok özenli ve ısrarcı olmasa da Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiç taviz vermeksizin dikkat kesildiği uğraşlar da vardır elbet. Nitekim orduya ait mekanlarda, kışlalarda¸ hastanelerde, orduevlerinde başörtüsü takibatını adeta paranoid bir takıntıya dönüştüren; askeri lojmanlarda ikamet edenlerin, hatta misafir gelenlerin başörtüsünü bağlama şekline kadar dikkat eden bir yaklaşım herkesin malumudur.

Türkiye'de ordu; siyasetten eğitime, dış politikadan kültüre kadar her alanda sürekli konuşur. Toplumsal gündeme dair her konuya müdahil olur, ağırlığını hissettirir. İhtiyaç duyduğunda siyasi kadrolar da dahil olmak üzere herkesi tehdit eder, muhtıravari açıklamalarla hizaya sokar. Nitekim pek çok netameli konuda siyasiler ordunun tepkisinden çekindikleri için adım atmaktan çekinirler. Ve yine pek çok düzenleme bizzat Genelkurmay baz alınmak suretiyle şekillendirilir. Ama her konuda aktif belirleyici, yönlendirici konumda olan, sosyal-siyasi pek çok konuda söz söyleyen Genelkurmay'ın ne hikmetse ardı ardına yaşanan asker kayıplarına dair tek bir açıklamasının, beyanının olmaması düşündürücü değil midir?