Yine bir sevk seromonisiyle geldiğim Bandırma Cezaevinde ilk görüş günüm. Heyecanla ziyaretçileri bekliyorum. Uşak'ta -cezaevinde- böyle iple çektiğim bir gün yoktu. Nadir ziyaretçi gelirdi zira.
Gardiyan ziyaretçilerin geldiğini söylüyor. Hemen görüş kabinine gidiyorum. Camın ardındaki karanlığa bakıyorum. Acaba kimleri göreceğim karanlık aydınlanıyor. Asma kilidin gürültüsüyle çıkartıldığını işitiyorum ve kapı açılıyor.
Sen giriyorsun anne. Yorgun gözlerin beni arıyor. Bulanık camdan beni gördüğünde yüzlerce kilometrelik yolculuğunun yorgunluğu bir anda siliniveriyor yüzünden. Aylar sonra yeniden görebilmenin verdiği sevinç ve içten bir gülümseyişle elini uzatıyorsun bana dokunacakmış gibi. Ama çarpınca elin cama yüreğin burkuluyor. Göz pınarlarımın dolduğunu görüyorum, biliyorum ki -bıraksan- sel gibi akacak yaşları içine akıtıyorsun.
"Üzülme kızım, her zaman yanındayız"
Biliyorum anne biliyorum. Sen her zaman yanımızdaydın, yanımızdasın. Sorguluyorum: Annelik nedir? Doğurmak? Büyütmek? Yalnızca bunlar mı? Hayır hayır! Bunların ötesinde bir yürek işidir annelik. Derununu sonsuz sevgiyle dolduran "annelik" hiçbir engel tanımayan dirayetli bir yüreği de yüklemekte sana.
İşte bu yüzden değil midir hem sevginin hem yürek gücünün istendiği demlerde nidaların hep sana olması.
Gözünün önünde polislerin sürükleyip götürdüğü oğlunun ya da kızının ardından duyduğun acıyı yalnız anneler duyumsayabilir yine. Oturup yas tutmazsın ardından. Evladın için bundan öte bir şeyler yapman gerekliği bilinciyle bir çantayı doldurursun bir kaç parça giysiyle. Koşarsın bir Cumartesi sabahı "Emniyet"e. Çantayı danışmaya bırakıp uzaklaşırken binadan o tel örgü kaplı pencerelere dönüp dönüp bakarsın belki oralarda bir yerde yüzünü görürsün ümidiyle. Nereden bileceksin o vakit evladın arka odalarda haykırmakta "Allahu Ekber" diye.
Sonra başlar mapushane serencamın:
Kah yüzlerce kilometre kateden bir otobüste, evladını görebileceğin saatlerin hayali içinde, kah ziyaret günleri yağmur altında ya da kızgın güneşte beklemedesin o demir kapı önünde. Özene bezene yaptığın sarmalan içeri sokmayan askerle kavga halinde, ya da oğlun kızın içerde canlarını ortaya koyarken zalimlere sen de sesini duyurmak için gittiğin meydanlarda polisten cop yerken TV ekranlarındasındır çığlık çığlığa.
Aynı kavgaların efsunuyla meydanlarda ya da "mapushane" önü kuyruklarında buluşan aynı seromoniyi yaşayan binlerce ana...
Dövülen ama yılmayan ana, yüreği kan ağlayan ama gözyaşı dökmeyen ana...
Hepsi hepsi senin şahsında anne...
Sen beni doğuran ya da büyüten anne değilsin.
Ama bana yürek veren, hepimizin annesi yalnızca bir "yürek anne"sin.