Annapolis'te başlatılan "barış" görüşmelerinin hemen ardından işgal hükümeti, Mescid-i Aksa Camii yakınındaki kazı çalışmalarına yeniden başlanacağını bildirdi. Haziran ayında dünya kamuoyundan gelen baskılardan sonra el-Aksa Camii yakınındaki kazı çalışmalarını durduran İsrail, aldığı kararla el-Aksa'nın Mağrib Kapısı önündeki köprünün 'restorasyonu'na yeniden başlayacak.
İsrail'in kazı çalışmalarıyla ilgili politikası, genel politikasının bir özeti olarak değerlendirilebilir. Hatırlanacağı üzere işgal devleti, 7 Şubat'ta başladığı kazı çalışmalarını gelen tepkiler üzerine durdurmuş ve Türkiye'den kazıları incelemek üzere bilimsel bir heyet istemişti. Heyetin 20-23 Mart tarihlerinde yaptığı incelemenin sonuçları, uzun süre bekletildikten sonra Şimon Peres ve Mahmud Abbas'ın Ankara ziyaretleri sırasında açıklanmıştı.
Raporda arkeolojik kazının müdahale şeklinin ve çalışma planının net olmadığı vurgulanırken Emevi, Eyyûbi, Memlük ve Osmanlı dönemlerine ait izlerin silindiği izleniminin edinildiği belirtiliyordu. Bazı kazı yerlerinin, çalışmaların durdurulduğu gerekçesiyle heyete gösterilmediğinden şikayetle buralarda yeniden kazı yapılıp yapılmayacağına dair İsrailli yetkililerin konunun belediyenin yetki alanında olduğu gerekçesiyle herhangi bir söz vermedikleri ifade ediliyordu. Raporda, yapılacak kazılarda mutlaka Ürdün ve Filistinli uzmanların da görev alması isteniyordu. Türkiye heyetinden önce incelemeler yapan UNESCO heyeti de Mağrib Kapısı'ndaki kazı çalışmalarının durdurulmasını istemiş, İsrail'i geçmişin izlerini silmekle suçlamıştı. Bütün bu süreçten sonra İsrail, kazı çalışmalarına tekrar başlayacak. Bu karar, İsrail'in Türkiye'yi, UNESCO'yu ne kadar ciddiye aldığının da bir göstergesi. Bilimsel heyet raporları, BM kararları, hak, hukuk; İsrail için lafü güzaftan öte bir anlam ifade etmiyor. O, her zaman olduğu gibi bildiğini okuyor.
Annapolis görüşmelerinin hemen ardından İsrail, saldırı ve suikastlarını artırdı. Bütün Müslümanlarla dalga geçercesine Kurban Bayramı arifesinde İslami Cihad'dan Kudüs Seriyyeleri Genel Komutanı Mecid Harazin'in de dahil olduğu on mücahit şehit edildi. Son dönemlerde ABD ve İsrail güçleri önemli saldırılarını ramazan, bayram gibi günlere denk getirerek psikolojik savaşı tırmandırıyorlar.
Yine 23 Aralık günü İsrail saldırıları sonucunda 2 Hamas üyesi, 27 Aralık günü ise İslami Cihad mensubu 8 Filistinli ile Kassam Tugaylarına mensup bir Filistinli şehit edildi. Aynı gün İsrail'le görüşmeler yapan Filistinli heyetin başkanı ve Filistin eski Başbakanı Ahmed Kurey'in koruması, Abbas-Olmert görüşmesinin üzerinden daha birkaç saat geçmeden İsrail işgal güçleri tarafından öldürüldü. Sadece Aralık ayının son iki haftasında katledilen Filistinli sayısı 60'ın üzerinde.
Ne zaman İsrail-Filistin görüşmeleri başlasa İsrail, mutlaka katliamlarına hız veriyor. Tam 'barış'tan bahsedildiği sırada üst üste cinayetler işliyor. Böylece karşı tarafa aczini hatırlatan 'kahredici' zorba bir gücün öz güveniyle masaya otururken, hem görüşmeleri ne kadar önemsediğini gösteriyor hem de masada oturan Filistinli gruplarla mücadeleye devam edip kurban veren gruplar arasındaki ihtilafı körüklüyor.
Annapolis görüşmelerinin ardından işgal ordusu Genelkurmay Başkanı Gabi Eşkanazi ve bazı önde gelen Siyonist subayların, Filistin direnişi her füze fırlattığında işgal uçaklarının Hamas'a bağlı karargâhlarından birini ya da bir liderin evini bombalama kararı aldığı haberleri medyaya yansıdı. Medyaya yansıyan diğer önemli haber ise işgalci Güvenlik Kurulunun, Ehud Barak'ın ısrarıyla başta Filistin Başbakanı İsmail Heniye olmak üzere önde gelen Hamas ve İslami Cihad yetkililerine karşı suikastlar düzenleme kararı almasıydı.
Annapolis görüşmelerinin ardından işgal hükümeti, Konferans'tan iyimser beklenti içerisinde olanları şaşırtacak yeni bir adım daha atarak Kudüs'te 1000 yeni konut daha inşa edeceğini duyurdu. İşgal hükümeti, konuyla ilgili olarak ABD'nin eleştirisini, Abbas yönetiminin görüşmeleri keseceği tehdidini, Rusya Dışişleri Bakanı'nın Moskova'nın endişeli olduğu yönündeki değerlendirmesini önemsemediğini ifade ediyor.
Annapolis görüşmelerinin sonuçsuz kalacağı ta başından belliydi. Çünkü ortada temsil sorunu var. Abbas ve Feyyad hükümeti Filistin halkını temsil etmiyor. Bunlar, varlıklarını ABD ve İsrail'e borçlu darbecilerdir. Gazze'de hiçbir şekilde söz sahibi olmadıkları gibi Batı Şeria'da da her geçen gün güç kaybetmekteler. Batı Şeria'da direnişçileri İsrail'e teslim etmekten, Gazze'de de direnişçilerle ilgili istihbari bilgileri İsrail'e ulaştırmaktan başka yaptıkları bir şey de yok. Abbas ve hükümeti, gittikçe işgal dönemindeki Güney Lübnan Falanjistlerine benzemekte.
Annapolis Konferansı'ndan sonra da duvar inşası sürmektir. Güvenlik gerekçesiyle inşa edilen duvar, aslında Filistinlileri hapsetme projesidir. Kudüs'te arazi, mesken gaspı da son hızla devam etmekte. Şehrin demografik yapısı Yahudiler lehine değiştirilmektedir. Kazı ve yıkımlarla şehrin İslami görünümü yok edilirken Mescid-i Aksa'nın bulunduğu Harem bölgesine 45 yaşından küçük Filistinlilerin girmesi yasağı da sürdürülmektedir. Zaten Filistin sorununun ana konularından olan Kudüs'ün statüsü ile ilgili İsrail'le anlaşmak mümkün değildir. Çünkü İsrail'in varlık nedeni Kudüs'tür. Bugüne kadar yapılan bütün işgallerin, katliamların nihai amacı başkenti Kudüs olan bir Yahudi devleti kurmaktır. Bundan vazgeçmek, İsrail'in varlık amacını inkâr anlamına gelecektir.
Bütün bu olumsuzlukların gölgesinde Annapolis'in devamı niteliğinde Paris'te toplanan 90 ülke temsilcisi, Abbas'ın arzuladığı 5,5 milyon doların üzerine 7,4 milyon dolar yardımda bulunmayı taahhüt etti. Daha önce defalarca örneği görüldüğü gibi verilen sözler unutulmazsa Filistin halkının yaşam koşullarını düzeltmek iddiasıyla taahhüt edilen bu miktarın yarısı 2008 yılında, diğer yarısı ise üç yıl içerisinde ödenecek.
Vaat edilen yardım miktarı, Yaser Arafat'ın sağlığında yapılan birinci toplantıda vaat edilenin çok üzerinde. AB teşkilatı 650 milyon dolarla en cömert bağışçı. Bunu 550 milyonla ABD, 500'er milyonla İngiltere ve Suudi Arabistan, 300 milyonla Fransa, 150 milyonla Türkiye izlemekte. Bu cömert yardımların amacı İsrail-Filistin görüşmelerini sürdürerek nihai barışın yolunu açmak olarak ifade edilse de asıl amaç ambargo altındaki Hamas'ı etkisizleştirerek Abbas hükümetini Filistin halkının temsilcisi haline getirmektir. Bağışın Filistin içindeki çatışmaları artıracağı muhakkak. Katılımcılar eğer gerçekten çözümden yana olsalardı, öncelikle Abbas'a baskı yaparak meşru hükümetle anlaşmasını şart koşabilirlerdi. Dikkat edilirse bu tabloda Filistin halkının iradesinin, isteğinin yeri yok. Ortadoğu'yu dizayn etmeye çalışanlar, selefleri gibi coğrafyada yaşayan halkı yok saymakta, kendi çıkarlarına göre politikalar üretmektedirler. Paris Bağışçılar Konferansı'yla ilgili bir açıklama yapan işgal hükümeti başbakanı Ehud Olmert, dünya ülkelerinin Özerk Yönetim Başkanı Abbas'a yönelik mali destekte bulunmasını desteklediklerini, bunun Abbas yönetimi için önemli olduğunu bildiklerini açıkladı.
Konferansın büyük bağışçılarından olan Türkiye de Batı Şeria ve Gazze'de ekonomik iyileştirmenin önemini vurgulamakta ve Erez'deki sanayinin tüm olumsuzluklara rağmen devam edeceğini vurgulamaktadır. Haksızlık üzerine kurulu reel durumu normal kabul eden bu yaklaşımın nihai çözüme katkı sağlamayacağı açıktır. Filistinlilere yönelik uygulanan toplu cezalandırmalar, ekonomik yıkım, dayatılan adil ve gerçekçi olmayan anlaşma taslakları yıllardır sonuç vermemiştir, bundan sonra da vermeyecektir. Filistinlilerin paraya ihtiyaçlarının olduğu açık. Ancak onların paradan daha çok haklarını temine katkı sağlayacak siyasi desteğe ihtiyaçları var. Ancak ABD ve AB'nin belirleyici olduğu konjonktürde Filistin'e sunulan seçenek sadece teslimiyettir. Paris'te toplanan paralarla Filistinlilerin en temel hakları satın alınmak istenmektedir.
Filistinliler yardım değil, temel haklarını talep etmektedirler. Filistin otoritesi adına açık artırma usulü ile para toplanırken işgal altındaki Filistinliler, İsrail ordusunun arkasında bıraktığı ölü ve yaralıları toplamakla meşguller. Toplanan paranın büyük bir bölümü Filistin otoritesinin memur ve güvenlik görevlilerine, kalan bölümü ise silah satın alma veya daha sonra İsrail ordusu tarafından yıkılacak olan inşaat ve binalara tahsis edilecektir. (Samir Salha, Zaman, 21 Aralık)
İsrail'in aralıksız devam eden katliamları, el-Aksa Camii çevresindeki kazı çalışmaları, yeni yerleşim birimleri inşası kararları; Güvenlik Kurulunca alınan suikast kararları; Annapolis'te başlatılan "barış" görüşmelerinin açık bir aldatmaca olduğunun ve tek seçeneğin direniş olduğunun açık bir kanıtıdır. Maalesef Siyonist varlık, savaştan başka bir dilden anlamıyor. Bu durum, İsrail tarafından şamar oğlanına dönüştürülen işbirlikçilerce de görülmelidir.