Başkanlığı boyunca kayıtsız şartsız İsrail'i destekleyen, İsrail'den çok İsrailci bir politika izleyen George Bush, görev süresi bitmek üzereyken birden Filistin sorununun çözümü için arayışlara başladı ve çok hızlı bir şekilde Annapolis Konferansı'nın düzenlenmesine önayak oldu. Daha birkaç gün öncesine kadar nerede yapılacağı, kimlerin katılacağı belli olmayan hatta doğru dürüst isim bile konulamayan konferansa beklenenin üzerinde katılım oldu. Bu da düzenleyicileri memnun etmeye yetti.
Konferansa katılımın artmasında Türkiye'nin de rolü var. AKP Hükümeti'nin Annapolis öncesi Peres ve Abbas'ı Ankara'da görüştürmesi, Suriye ve Suudi Arabistan'ı konferansa katılım hususunda teşvik etmesi bölgede aktör olma adına yaranmacı, işbirlikçi tavrı yaygınlaştırma çabasından başka bir şey değildir. Peres gibi elinden Filistinli kanı damlayan bir işgalciye saygın devlet adamı muamelesi yapmak da tarihe düşülmüş kara bir lekedir. Aynı şekilde daha dün halkın çoğunluğunu temsil etmelerine rağmen seçkinler tarafından vebalı muamelesi gören AKP kadrolarının, Filistin halkının tercihini yok sayarak darbeci Mahmut Abbas'ı ağırlamaları da yaşadıkları çelişkilerin göstergesi olsa gerek.
Bir anda dünyanın gündemini meşgul eden ve kimilerince barış için son şans kabul edilen konferansın belirlenen ana hedefi, uzun süredir kesik olan müzakereleri tekrar başlatmak ve tarafların razı olacağı müzakere konularını belirlemekti. Gelinen nokta, 1991 Madrid'le başlayan Oslo, River, Şarm eş-Şeyh, Camp David'le devam sürecin en başı. Süreç zaten konular üzerinde anlaşılamadığından kesilmişti. Müzakere konuları o gün neyse bugün de aynısı.
Sırf konferansın Filistin tarafına bakarak Annapolis'te alınacak kararların uygulanamayacağını söylemek mümkün. Abbas'ın ciddi anlamda bir temsil sorunu var. O, Filistin halkının seçtiği hükümeti tanımayan, Gazze'de hiçbir şekilde sözü geçmeyen bir başkan. Eğer İsrail karşısında fazlaca taviz verirse Batı Şeria'daki konumu da riske girebilir. Bu haliyle Abbas, altına imza attığı maddeleri nerede, kime uygulatacak?
İsrail'in sorun diye gündeme getirdiği maddeler, Mahmut Abbas ve ekibinden ziyade başta Hamas Hükümeti olmak üzere direniş gruplarının yaklaşımları ve uygulamalarıdır. İsrail, Mahmut Abbas'ı muhatap kabul ederek aslında onu İsrail'in sorunlarını halleden taşeron konumuna düşürmektedir. İsrail, Gazze'den atılan füzelerden rahatsız. Kendisinin engelleyemediği füzeleri Mahmut Abbas'a engelletmeye çalışıyor.
Anlaşma sağlansın ya da sağlanmasın bu tür konferanslar en çok İsrail'in işine yarıyor. Çünkü konferans vesilesiyle 'barış' yanlısı olduğunu gösterme fırsatı buluyor. O ana kadar Filistinlilere karşı uyguladığı terörü unutturuyor ve yenileri için zaman kazanıyor. Hiçbir yükümlülüğe girmeden birçok ülkeyle muhatap olması bile her geçen gün bölgede meşrulaşmasına katkı sağlıyor.
Kaldı ki Olmert'in ülke siyaseti içindeki zayıflığına rağmen bu dönemde barış masasına oturması, İsrail'in beklentilerinin yüksek olduğunun göstergesidir. Filistin'in içinde bulunduğu trajik parçalanmış durum, Annapolis süreciyle İsrail'e Lübnan yenilgisini unutturacak kazanımlar sağlayabilir. Bu durumda Filistin kaybederken müzakereci Mahmut Abbas ise ABD, İsrail ve Batılı müttefiklerinin daha fazla desteğini alarak Hamas karşısındaki konumunu pekiştirmiş olacaktır.
İsrail'in 1967 sınırlarına çekilmeye ve Doğu Kudüs'ü Filistinlilere bırakmaya razı olması Annapolis Konferansının başarılı olmasının temel şartları kabul ediliyor. Ancak Gazze'nin boşaltılmasında yaşananlar düşünüldüğünde onlarca yerleşim biriminde yaşayan yüz binlerce işgalciyi boşaltmanın mümkün olmayacağı çok açık. Bu yüzden İsrail, bu yerleşim birimlerinin karşılığında daha önceden olduğu gibi başka topraklar vermeyi önermekte.
İkinci önemli mevzu olan Doğu Kudüs'ün duvar nedeniyle Batı Şeria ile bağlantısı kesilmiş durumda. İsrail, Kudüs üzerindeki yönetim hakkından da vazgeçmiyor. Kendi denetiminde ana gövdeden kopuk bir başkent sunuyor Filistinlilere. Tıpkı Özerk Yönetimde olduğu gibi Filistin Devleti de İsrail denizinde adacıklardan oluşacak. İsrail, Filistin içlerinde kalan yerleşim birimleri vasıtasıyla Filistin'i ahtapot gibi sarmaya devam edecek.
Sürekli geçiştirilen Filistinli mültecilerin geri dönüş hakları, İsrail'in hiçbir şekilde kabul etmediği, etmeyeceği bir madde. Bunun yerine yine mültecilere tazminat ödeme gündeme gelecek. Mahmut Abbas eğer buna razı olursa on yıllardır ülkelerine dönmek için bekleyen Filistinli mültecilere bu durumu nasıl açıklayacak? Mülteciler buna razı olacak mı?
Annapolis, ABD'nin Yenilgisini Kamufle Çabasıdır
ABD yönetimi, Irak ve Afganistan başarısızlığını, İsrail-Filistin sorununda ilerleme kaydederek unutturmak istiyor. Yapılacak anlaşmayla ABD, dünya halkları nezdinde imajını düzeltirken George Bush da başkanlığa veda öncesi zayıflarla dolu karnesine bir pekiyi yazdırmış olacak.
ABD'nin Ortadoğu'da problem yaşaması İran'ın önünü açmaktadır. Filistin sorununa müdahale ile aslında yapılmak istenenlerden biri de bölgede İran'ın yükselişini durdurmak ve İran'a uygulanacak yaptırımlarda sorun çıkarabilecek engelleri bertaraf etmektir. Nitekim ABD-İran ilişkilerinin son dönemlerin en gerilimli günlerini yaşadığı bu ortamda Suudi Arabistan ve Arap Birliği'yle birlikte Suriye'nin de konferansa katılmaya ikna edilmesi, ABD'nin görünen ilk başarısıdır.
ABD; İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah ittifakını parçalamaya çalışırken Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün'ün temsil ettiği kendi müttefikleri arasındaki ihtilafları, çelişkileri ortadan kaldırarak İran'ın karşısına blok olarak çıkmalarını sağlamaya çalışmaktadır.
Suriye'nin Annapolis'e katılması birilerinin umutlarını arttırmışa benziyor. Ancak İsrail'le Suriye'nin Golan üzerinde anlaşması da mümkün değil. İsrail stratejik önemi dolayısıyla asla Golan'ı terk etmeyecektir. Suriye yönetimi ise Golan'ı almadan yapacağı anlaşmayı hiçbir şekilde Suriyelilere ve Araplara izah edemeyecektir. Suriye'nin konferansa katılımı barış umutlarını güçlendirmekten ziyade İran'ı yalnızlaştırma amacına hizmet etmektedir. ABD'nin Suriye'nin desteğini kaybetmiş İran'a saldırması durumunda, Suriye'yi konferansa ikna eden Türkiye'nin de bu saldırıda rolünün olacağı unutulmamalıdır. Bu durumda 'bölgede huzur ve güvenlik'i ağızlarından düşürmeyenler, bölgedeki huzura mı hizmet ediyorlar yoksa huzuru yok eden saldırganları mı cesaretlendiriyorlar, o zaman netleşecek.
ABD'nin Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkelerine silah satışını arttırması onların artık İsrail için bir tehlike olmaktan çıktığı algısıyla ilgili olsa gerek. Bu silahlar, ileride ABD karşıtı ülkelere karşı kullanılabileceği gibi ülke içinden gelecek muhalefete karşı da güvence oluşturmaktadır.
ABD yönetimi, Filistin sorununu rahatlatmadan İran'a müdahaleyi riskli görmektedir. Bu yüzden bölge yönetimlerini rahatlatacak, halklardan gelecek tepkiyi minimuma indirecek bir anlaşma üzerinde ısrar edecektir. Irak'ın işgalinden ve Saddam'ın idamından bu yana kendilerini güvenli hissetmeyen Arap rejimleri için de bu formül gayet makul kabul edilmektedir.
Annapolis Konferansı bir aldatmacadan ibarettir. Madrid'le başlayan sürece hiçbir yeni kazanım eklemediği gibi bunlardan daha geri bir durumu içermektedir. Bu konferansta Filistin'i temsil edenler İsrail'e teslim olmuş ve direnişi seçenek olmaktan çıkarmış kimselerdir. Filistin'in geleceğiyle ilgili kararları verecek olanlar; kanlarıyla, canlarıyla Kudüs, Filistin için mücadele eden direnişçilerdir.
İsrail işgalci bir devlettir. Filistinlilerin topraklarından kovularak dünyanın birçok yerinden toplanarak getirilen siyonistlerce kurulan İsrail'le barış yapmak; işgali, bugüne kadar yapılan zulümleri, katliamları meşrulaştırmak demektir. 1967 sınırlarını tartışmak önceki işgallere razı olmak demektir. Adil çözüm ve kalıcı barış ancak Filistin'deki işgalci siyonistleri geldikleri ülkelere göndermek, Filistinli mültecilerin ülkelerine dönmelerini, başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını sağlamakla mümkün olacaktır.