İnsan... Homo sapienssapiens… 8 milyon tür içerisinde yalnızca biri... Düşünen ve düşünceleri üzerine düşünen insan... O kadar tür içerisinde ve kendi türünden neredeyse 7,8 milyarı içerisinde… Sadece bu yıl Wordometers verilerine göre dünyada şu ana kadar 42 milyona yakın insan doğdu ve 17,5 milyon insan hayata veda etti. Biz yokken de baharlar geliyor, çiçekler açıyor ve hayvanlar otluyordu. Bizden sonra da devam edecek.
Peki, hızlıca akıp giden bu hayatta nedir insanın yaşama sorumluluğu? Neden yaşayacaktır? Yaşarken ne yapacaktır? Gelin öncelikle yaşama sorumluluğu hakkında insanların düşüncelerini şekillendiren 4 temel faktörden bahsedelim.
1) Tarihsel Faktör: Dönem olarak hangi tarihlerde yaşadığınız; hem hayatınızı hem de “yaşama sorumluluğu” hakkındaki düşüncelerinizi derinden etkileyecektir. Milattan önce mi yaşadınız; Peygamberimiz Muhammed (s) zamanında mı yaşadınız; Emeviler-Abbasiler döneminde mi yaşadınız; Bizans döneminde mi; 1500-1600’lerin Avrupa’sında baskıcı kilise ortamında mı; Osmanlı’da mı; dünya savaşları zamanında mı; günümüz dünyasında veya Türkiye’sinde mi? Bu ve benzeri zaman dilimlerinin hangisinde yaşadıysanız dönemin ruhu hayatınızda önemli ölçüde belirleyicidir. Çünkü içinde bulunulan koşullar değişir ve bu durum düşüncelerinizi, eylemlerinizi de etkiler ve tüm bunlar sizin “şimdiki siz” olup olmamanıza sebebiyet verebilir.
2) Sosyolojik Faktör: Yaşadığınız zaman diliminin önemli bir etkisi olduğu gibi, içinde bulunulan toplumun da düşüncelerin şekillenmesindeki payı yadsınamaz. Ailenizin inançlı olup olmadığı ve siyasi görüşleri, misafirliğe gelip gittiğiniz insanların fikirleri, o bölgede gidebildiğiniz okul, o toplumun finansal durumu gibi etkenler hayatınıza önemli ölçüde etki edecektir. Olduğunuz şehirde değil de varoş bir semtte olsaydınız ya da aksine daha zengince bir aileye denk gelseydiniz yine hayatınız ve düşünceleriniz bambaşka olabilirdi. Afrika’da iç savaş olan bir ülkede doğduğunuzu düşünün ya da çevrenizdeki neredeyse herkesin uyuşturucu kullandığı ve bir suç makinesi olduğu ortamda büyüdüğünüzü... Birlikte olunan sosyolojik toplumun yapısı ve arkadaş ortamının kişiliğin oluşumu üzerinde belirleyici etkisi vardır. Bulunulan toplumda, ailenizde okunan kitapların içeriği bile tahminlerinizin çok ötesinde hayatınızda/düşüncelerinizde belirleyici olabilir.
3) Biyolojik Faktör: Ailenizden aldığınız genler, görünüşünüz ve cinsiyetinizden tutun da zekâ seviyenize kadar etki etmektedir. Doğduğunuz binada değil de sadece yan veya karşı apartmanda doğmuş olsaydınız görünüşünüz, zekânız, hatta belki de cinsiyetiniz değişecekti. Çünkü DNA’nız başka bir anne-babanın üreme hücrelerinden oluşacaktı. Bir insanın cinsiyeti, çekicilik düzeyi yine hayatını ve düşüncelerini etkileyen temel bir faktör olabilmektedir. Aldığı genetik miras kişinin sınırlılıklarını ve yatkınlıklarını belirler. Biyolojik olarak kendimizi içinde bulduğumuz ailenin zihinsel seviyesi, davranış-tutumları, stres seviyeleri hayatımızda belirleyici rol oynar.
4) Kendim-Ben: Hayatı ve düşünme şeklini etkileyen ilk 3 faktörün ardından 4. faktörden bahseden Ali Şeriati en amansızının bu madde olduğunu söyler. Çünkü bu, diğerleri gibi dışarıda değil, insanın kendi içindedir. Kendi içinizdeki bir hapishane ve kurtulması oldukça zordur. İçimizde hem “Böyle yaparsam millet ne der?”,“Başaramam, kabiliyetim/zekâm yetmez!” gibi tutuklayıcılar hem de neyi elde edersek edelim tatmin olmayıp hep daha fazlasını/daha farklısını isteyen yönler bulunmaktadır. Bunlar da hayatımızı, yaşama sorumluluğu hakkındaki düşüncelerimizi derinden etkiler. İçimizdeki bu engelleyici yönlerden kurtulmak; hem daha üst/yüce bir amaca bağlanmayla hem de kendimizi aşan bir sorumluluk almakla mümkündür.
Bu 4 temel faktör istisnasız yaşayan her insanın hayat macerasını şekillendirir. Kimseye sizin gibi değil veya sizin gibi düşünmüyor diye hiddetlenmemek gerekir. Siz onun şartlarında olsaydınız belki de daha kötüsü olurdunuz; bunu bilemezsiniz. Sabırla anlatmak, dinlemek, paylaşmak, halleşmek gerekir ki sizin şekillendiricilerinizle onunkiler iç içe geçebilsin, birbiriyle etkileşim kurabilsin. Hem sizin daha iyi, daha doğru olduğunuz ne malum öyle değil mi? Her konuda en iyiyi, en doğruyu biz biliyor olamayız ya!
İnsanın; öncelikle bu “şekillendiriciler”in farkına varması ve dümeni bir nebze olsun eline almaya gayret etmesi gerekir. Eğer gayret etmezse; bu “şekillendiriciler”in etkisinde hayatını bir kültür robotu olarak sürdürür ve yaşam macerasını sonlandırır. Oysaki insan “akıl ve zihin” donanımıyla diğer canlılara göre çok daha üst düzeyde silahlandırılmıştır. Bu donanım sadece bedenin alt kısmı ile oradan oraya taşınmak için değil, yaşama sorumluluğunu almak için de vardır. Yaşama sorumluluğu bir zorunluluk değildir. Zorunluluk varsa orada zaten gönüllülükten ve seçim hakkından söz edilemez. Sorumluluk kişinin kendi akletmesiyle, düşünce olgunluğuna ulaşmasıyla alınabilir. Kimileri bunu çok erken yaşta alır, kimileri ise biyolojik olarak çok yaşlansa da hiçbir zaman almak istemez, düşünmez.
Hayat; bazen tat alsak bazen almasak da acı çeksek de devam etmek zorunda olduğumuz bir yolculuktur. Her ne olursa olsun yine de devam etmek isteriz; mutluluğu, pozitif hisleri ararız. Bu yolculuğun ne zaman sonlanacağı ise belirsizdir. Belki bugün, belki de 50 yıl sonra… Bir YouTube kanalında güzel bir örnek dinlemiştim yaşam serüveni ile ilgili, onu aktarmak istiyorum. Benzetme şu şekilde:
Son model oldukça lüks bir arabadasın. Gençsin, sağlıklısın. Benzinin sınırsız ve istediğin yere gidebilir, gezebilir, sürat yapabilirsin. Ancak birden farkediyorsun ki yanında biri oturuyor ve başına silah dayamış şekilde bekliyor. Tetiği ne zaman çekeceğini ise söylemiyor. Sen devam et, sür diyor. Belki birazdan, belki de yıllar sonra… Peki, başına silah dayalıyken bu yolculuktan ne kadar keyif alabilirsin? Nasıl keyifle dilediğince sürüp dolaşabilirsin? Mümkün mü? Evet, bu yalnız iki şekilde mümkün:
1) Ya kendini sürekli uyuşturacaksın; alkol, eroin, kokain gibi uyuşturucularla ya da alışveriş,AVM kültürü, sürekli gezmek, tüketmek, dizi veya maç izlemek gibi faaliyetlerle…
2) Ya da kendini aşan bir sorumluluk alarak... Üst/ulvi, yüce bir amaca bağlanarak... Sadece kendi yararına değil, tüm insanlık ve canlılar yararına çalışarak, fayda üreterek... Vermenin aslında almak demek olduğunun farkına vararak… Tabii en mühim nokta; bulduğunuz amacın/anlamın size de üstleneceğiniz etkin bir rol vermesidir.
İlk seçenek elbette tercih edilmesi pek mantıklı olmayan bir seçenek. Ancak çoğu insan bu seçeneği tercih ediyor. Ta ki yetişkinlik dönemine geldiğinde artık ne kadar zamanı geride bıraktığını değil de geriye ne kadar zamanı kaldığını saymaya başlayana dek. Belli bir yaşa kadar insan ölüm yok ve sonsuz uzaktaymış gibi yaşıyor, unutmak için ilk seçeneği kullanıyor. İnsan bir zaman tüketicisi. Farkına varmazsak da vakit akıp gidiyor ama ömür tükendiğinde geriye anlamlı hiçbir şey kalmıyor.
İkinci seçenek ise çok daha mantıklı görünüyor. Böyle bir anlam/amaç oluşturabilirsek eğer, başımıza silah dayalı olsa dahi her yaşadığımız anı kâr sayabiliriz. Her yaşadığımız günü ve yaptıklarımızı kâr biliriz. Tetik çekilse bile zararı yok. Zaten her ne yapıyorsam onu yapmaya devam edecektim. Geçmişte onu yapıyordum, bugün ve yarın devam edecektim. Karşılığını da hem olumlu his ve duygularla bu dünyada alıyordum hem de dünyevi ölçekte sonuçsuz kalsa bile her çabanın karşılığını verecek Allah’tan alacağım.
Peki, insanın yaşama sorumluluğunun kapsamına neler girer? Şimdi bu konuyu kısaca ele almaya çalışacağım.
1) Sırat-ı Mustakimi, Dinü’l Kayyime’yi tespit etmek… Yani dosdoğru yolu, doğru hakiki dini anlama, tespit etme çabası. Üniversite bitirebilmek ve iş sahibi olabilmek için yıllarımızı harcıyoruz. Ama hakikatin ne olduğu bizi o kadar ilgilendirmiyor. Yeteri kadar mesai harcamıyoruz. “7. Koğuştaki Mucize” filminde hapishane koğuşunda şöyle bir replik vardı: Bir adam, diğerine: “Hani sen bu dünyada rahat etmeyenler, ahirette rahat edeceklermiş diyordun.” diyor. Sonrasında cevap veren kişi “Ama o, kitabi bilgi değildi.” diyor. Daha sonra başka bir muhabbetlerinde “Valla ben annemin Müslümanlığına hiçbir kitapta rastlamadım.” diyor. İnsanı tebessüm ettiren bir muhabbet… Neyin doğru olduğunu anlamak için sanırım baya bir mesai gerekiyor. İnceleme, karşıt görüşleri tetkik etme ve akla en yatkın gelen seçeneği seçme... Faydalı iş ve eylemler ile ibadetleri bütünleştirmek çok önemli. Ve tabii iyiliği emredip kötülükten sakındırmak... Tüm yapılan faydalı eylem ve davranışlar güzel bir yemekse, ibadetler de onun tuzu baharatı olacaktır. Bir bütün halinde bunlar leziz bir yemeğe dönüşecektir. Birlikte anlamlıdır.
2) Doğayı, kâinatı, olaylar ve insan kitabını anlama gayreti… Bu, insanın önemli bir yaşama sorumluluğudur. Örneğin bir çarpışma sonucu dünyada meydana gelen eksen eğikliği mevsimlerin oluşmasına sebep olmuştur. Dünyanın farklı noktalarında hem sıcaklıklar hem mevsimler sürekli değişim halinde olduğu için canlılar sıcak iklimlere göç etmekte, bu göç esnasında da toprağı tohumlamaktadırlar. Dünyada yaşamın devamlılığı için birçok koruyucu kalkan olduğu gibi, insanın içinde de yine muhteşem sistemler hayatını sürdürmesine olanak sağlamaktadır. İnsan öldüğünde ise vücudundaki maddeler madde döngüsüne tekrar katılmaktadır. Nasıl hayatta kaldığının ve var olduğu sistemin farkına varmak belki de yalnız insanın yapabileceği ve anlaması gereken bir yaşama sorumluluğudur. En ufak bir hediyeye teşekkür eden bizler acaba iç vücudumuz, koruyucu derimiz ve dünyanın koruyucu kalkanları için teşekkür etmeli miyiz? İnsan sadece biyolojik yönü olan bir canlı olmadığı için psikolojik ve sosyolojik yönlerini anlama çabası da yine bir sorumluluğudur.
3) Uygun bir aile kurmak ve gelecek nesiller için faydalı evlatlar yetiştirmek... Kur’an’da İbrahim peygamberin (as) gelecek nesiller ile ilgili düşüncesi ve endişesi yer almaktadır. Acaba gelecek nesillere iyiler mi varis olacaktır kötüler mi? Bu da hayatımız boyunca, zamanı geldiğinde üstlenmemiz gereken önemli bir yaşama sorumluluğudur.
4) Yaptığımız işi en uygun, en başarılı şekilde yapma gayreti göstermek... Mümin Sekman’ın ifadesiyle “Yapılan işin kalitesi; alınan paranın karşılığı değil, insanın karakterinin bir yansımasıdır.” Her ne yapıyorsak yapalım -öğretmenlik, öğrencilik, gazetecilik, doktorluk, mühendislik- en iyi şekilde yapmalıyız. Kimseler görmese bile “isimsiz kahraman” olmalıyız. Çünkü bu, insanın karakterinin bir yansımasıdır. Tarih, adı sanı belki de hiç duyulmamış olan, nice büyük mucidi etkileyen isimsiz kahramanlarla doludur. Hem insanlar duymasa bilmese bile, Allah en ufak çabanın zerre kadar dahi olsa karşılığını vereceğini bildirmektedir. Yaptığı faydalı eylemler sonucunda güzel his ve duygularla karşılığını alan insanın Allah’tan da ekstra bir karşılık görmesi ne kadar güzel! Bu, belki de Allah’ın motivasyon yöntemidir. Kısacası işlerimizi yapış şeklimiz de yaşama sorumluluğumuzun bir parçasıdır.
5) Bilgilerimizi paylaşmak ve maddi paylaşım… İnsanlarla bilgimizi, ulaştığımız sonuçları paylaşmak önemli bir yaşama sorumluluğudur. Ki başka insanların hayatında olumlu anlamda belki de önemli farklar yaratabilir. Onlardan da diğer başka insanlara ulaşır. Kendini ışıtan çevresini de ışıtır. Yine kazancımızın belli bir miktarını vermek hem kendi cimriliğimizi yenebilmek adına hem de başka insanların umursanması, ihtiyaçlarının giderilmesi adına önemli bir yaşama sorumluluğunu yerine getirmektir.
6) Duygu ve dürtülerimizi denetleyebilmek... Duygu ve dürtülerimizin kölesi değil efendisi olmak; önemli bir yaşama sorumluluğudur. Duygular yaşanmalıdır, dürtüler gereklidir ki insanın evrimsel tekâmül sürecinde var olagelmiştir. Ancak belli sınırlar dâhilinde ve ipler bizim elimizde olarak... Birçok insan, bizi insan yapan ön alın lobu pre-frontal korteksi yeterince kullanmadığı için başına nice işler açmakta, hayat boyu zorluklar yaşamaktadır.
7) Merak ve hayreti kaybetmemek… Yine duygularımızdan olan bu iki önemli olguya ayrı bir parantez açmak gerekir. Doğuştan yanında getirdiği donanım gereği insan bebekken çok meraklı ve hayret içerisinde bir varlıktır. “Aaa bu nasıl, vay bee, o öyle mi?” gibi sorular sorarken zamanla aile, toplum, eğitim sistemi gibi faktörlerle sormaz hale dönüşmektedir. Önemli olan bu özelliklerimizi kaybetmemektir. Bu bir yaşama sorumluluğudur ve insana enerji katar, yine hem ışıtır hem de çevresine ışık kaynağı olmasını sağlar. İnsanın merak ettiği, hayret ettiği şeylerden çevresindeki nice insan faydalanır.
8) Zamanı iyi değerlendirme sorumluluğu... Bu da yine çok önemli bir yaşama sorumluluğudur. Uzak gelen zamanlar yakın olur, zaman hızla akıp gider. Kozmik milyarlarca yıllık ölçekte bir insan ömrü nedir ki? Bir düşünür der ki: İnsan ölecek değildir, zaten ölmektedir. Kıyamet kopacak değildir, zaten kopmaktadır. Dün ölmüştür, önceki yıllar ölmüştür. Dün ölecek ki bugüne ulaşabilelim. Hayatta her nefes doğumdan itibaren hem yaşam için hem ölüm için alınır. Ölüm gelecekte yaşanacak değil, zaten şu anda gerçekleşmekte olan bir olaydır. Zamanı kullanma biçimimiz, ne uğruna tükettiğimiz yine yaşanacak hayatın verimliliğini belirleyen önemli bir husustur.
Bu 8 madde elbette daha da çoğaltılabilir. Olabildiğince özetlemeye gayret ettim. Bazı psikolog ve psikiyatrlar; “İnsan, anlamı arayan bir varlık değil, anlamı bulduğuna inanan bir varlıktır.” der. Evet, insanın anlam yükleme özelliği olduğu doğrudur. Ancak ben insanın var olmayan bir anlamı bulduğuna ve ürettiğine inanmıyorum. Yaşamda bir gayenin olup olmadığı hususu çok çeşitli okumalar, araştırmalar sonucunda akıl yürütülerek ulaşılabilecek bir sonuçtur. İnsanı açlık, hüzün, üzüntü ve dertler değil; anlamsızlık öldürür. Şurası kesin ki yaşamak için bir anlam bulmak ve sorumluluk almak; bulmamaya, aramamaya göre çok daha akıllıca ve mantıklıdır. İnsana hayat enerjisi verir. Mutluluk düzeyini artırır ve amaca dönük olmasını sağlar. Anlamı aramak, bulmak ve yaşama sorumluluğunu üstlenmek kesinlikle insanın avantajınadır hatta tüm canlılığın yararınadır.