Üniversite yıllarında, aynı evde kaldığımız bir arkadaşla gittiğim Kur'an kursunda tanışmıştım onunla. Mavi önlüğünün üstüne neredeyse bele kadar inen büyük beyaz bir namaz örtüsü takmış, ufak tefek solgun renkli bir genç kızdı. Bu karşılaşma daha sonra iyice gelişen dostluğumuzun da başlangıcı oldu. Bu yirmi yıl öncesi 1983-84 eğitim yılına rastlayan, günlerdeydi. Macide hem Hukuk Fakültesi'ne devam ediyor, hem de Kur'an kursunda hocalık yapıyordu. Aynı zamanda da orada ikamet ediyordu.
Bu ilk karşılaşmamızın ardından Macide sık sık bizim eve gelir, biz de onu görmek için kursa giderdik. Bu gidip gelmelerimizde öğrencilerinin ona olan düşkünlüğünü, namazındaki ve örtüsündeki hassasiyetini -ki bu benim gibi yeni örtünen biri için çok önemliydi- ve çevresindeki insanları nasıl etkilediğini görüyordum.
Fedakar ve feraset sahibi bir kişi olan Macide'nin, İslami konulardaki bilgisinin fazlalığı, Kur'an kurslarıyla yakın ilişkisinden dolayı çevresinin geniş olması, aramızdaki ilişkilerde onu daha fazla öne çıkarıyordu.
Aslında Fatih'teki evimizde bulunan diğer arkadaşlarda da benzer özellikler yok değildi. Hep birlikte Kur'an kurslarına hem bir şeyler öğrenmeye gidiyor, hem de örtüsünden dolayı ilkokuldan sonra okuyamamış kız çocuklarına dışarıdan okul bitirme imtihanları için dersler veriyorduk. Ders almak için evimize gelen bir kardeşimizi bugün hala çevremdeki insanlara azmin ve başarının öyküsü olarak anlatırım. Macide'nin kurstan tanıyıp getirdiği bu kızcağız, bir iki senede dışarıdan ortaokul ve lise bitirme sınavlarını verip, daha sonra da İÜ Edebiyat Fakültesi'ni kazanmıştı.
Macide'yle birlikte bir iki arkadaşın taklit yeteneği ve tiyatro kabiliyeti olduğunu da hatırlatayım. Bu arkadaşlar kimi bayanlar arası toplantılarda bu yeteneklerini konuşturuyorlardı. Kandil gecelerinde Kur'an kurslarındaki öğrencilere de programlar yapılırdı. Bayanların kurdukları, geliştirdikleri birçok organizasyona birlikte giderdik. Nerede bir İslami şuurlanma, yapılanma olmuşsa, tanışır ve ilişkilerimizi geliştirmeye çalışırdık.
O zamanlar, şu anda var olan ve örtü mağduru kardeşlerimize, kızlarımıza yardımcı olan, onları destekleyen Özgür-Der, Mazlumder, Akder gibi kuruluşlar bulunmamaktaydı. Daha ziyade kişilerin kendi bireysel çabaları söz konusuydu. Elbette bazı büyüklerimizin ve aynı düşüncede olan kardeşlerimizin destekleri yok değildi. Fakat bu yeterli sayılamazdı.
Öğrencilik yıllarımız esnasında fazla bir süre geçmeden sıkı bir başörtüsü yasakçılığı hortlatıldı. Bunun sonucunda da 1986-87 öğretim yılında, örtülü öğrencilerin okula alınmayacakları bildirildi. Tabi ki bu herkes için tam bir şok etkisi yaptı. Böylece inanan genç kızlar için okul kapılarında çile çekme süreci de yeniden başlamış oluyordu. Kapılardan içeri alınmayan bizler ne yapabiliriz sorusuna cevaplar aramaya çalışıyorduk.
O dönem okul idaresinin ve devletin yıldırma hareketlerine karşılık çok az sayıda arkadaşımız başını açıp okula girdi. Yoğun bir direniş söz konusuydu. Mü'minler bir vücudun azaları gibi olmuştu. Hatta diyebilirim ki, okullarına alınmayan arkadaşlarımıza destek vermek için başörtüsü takan ve bugün hala başörtülü olan Sibel Eraslan gibi arkadaşlarımız da vardı aramızda. Direniş; bilenişi ve bilinci doğurmuştu,
Bizler Müslüman olmanın sorumluluğunu o zaman daha fazla hissetmeye başlamıştık. Macide'nin etkili olduğu arkadaş grubumuzla birlikte Ankara'ya gidip Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık önünde eylem yapmaya karar vermiştik. Bu arada Ankara'daki arkadaşların da bize destek olacağını düşünüyorduk. Ankara'ya giderken hepimizin ortak duygusu, çaresizlikten ziyade, gelişen olaylar karşısında neler yapılabileceğini tam olarak bilememekti. Yapılması gerekenin daha adı konulmamıştı. Ankara bizi bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur ve soğukla karşıladı. Garda ne yapacağımızı düşünürken öncelikli olarak o zamanlar bizim kesimin gazetesi olan ve birkaç aydır çıkmakta olan Zaman Gazetesi'nin merkez bürosuna gitmeye karar verdik. Gazeteye vardığımızda aktif bir tavırla öne çıkan arkadaşlarımızdan biri de Macide olmuştu. Sonrasında, hedeflediğimiz eylemlerin yapılmasına engel olunduğu için tekrar İstanbul'a dönmek durumunda kaldık. Anlaşılan oydu ki, bu iş ne Cumhurbaşkanı'nın ne de başkalarının kapılarına yüzsürmekle olmayacaktı. Önemli olan yasakları uygulayanlar üzerinde kamuoyu baskısı oluşturmaktı. Fakat önümüzdeki engellerden biri de medya üzerindeki devlet tekeliydi. O günlerden sonra Macide ve birkaç arkadaşla birlikte gazete binalarına gidilmeye başlandı.
1986-1990 yılları arasında kayıt dondurmak isteyen arkadaşlarımızın birkaç fakülte dışında kayıtları dondurulmamış ya da ancak bir dönem için buna izin verilmişti. Sonunda da okuldan atılmışlardı. İlk önceleri cılız bir grup olarak okul önlerinde toplanırken, bunun yeterli olamayacağını düşünerek imza kampanyası da başlatmıştık. Günler ilerledikçe öğrencilere, ailelerden ve çevreden de insanlar katılıyordu, ilgi ve katılım gittikçe artıyordu. Sonunda mücadelenin ilk adımı tamamlanmış, halk yasaktan haberdar edilmişti. Şimdi sıra yasakçıların, egemenlerin geri adım attırılmasındaydı. Hiç unutmam, bir keresinde Macide, direnişi destekleyenlerin sayısını artırmak ve kalabalık göstermek için köyünden tanıdıklarını da getirteceğini söylemişti. Bu hususta teşebbüsleri de oldu. Ne yağmur, ne çamur ne de bir başka olumsuzluk durduruyordu bizleri.
Akşamlan öğrenci evlerinde başörtüsü eyleminden başka birşey konuşulmuyordu. Macide hukuk kitaplarını getiriyordu önümüze. Hepimiz hukuk çalışır, okur olmuştuk. Yapılan eylemlerden geri adım atılmaması en sonunda semeresini verdi. İktidar yasağı rafa kaldırmak zorunda kaldı. Okullara geri dönüş için geniş kapsamlı bir af yasası çıkartıldı. Bundan yararlananlar arasında Macide de vardı. Verilen mücadele başarıyla sonuçlandı. Tabii ki bunda, üniversite kapılarında haklı bir eylemi yürüten, sesini ülkenin dört bir yanına duyurmayı başaran, halkın desteğini almış ve sonraki nesillere örneklik sunmuş Macide, Hacer, Aynur, Ayşe, Nurcan, Gönül, Semiha, Duriye gibi daha pek çok mü'mine gençler topluluğunun etkisi büyüktü.
Daha sonraki yıllarda okulunu bitirip evlenen Macide artık avukat olmuştu. Sonraki yıllarda asker ve sivil bürokrasi Türkiye'nin başına 28 Şubat sürecini musallat etmiş, ülke bir kez daha örtük bir darbeyle sarsılmıştı. Yasaklar tekrar hortlatılmıştı. Yine zulüm, yine okul önlerinde bekletilen tesettürlü öğrenciler... Biz on yıl önce önünde beklediğimiz kapılarda, bu sefer kardeşlerimize destek olmak için bulunuyorduk. Yıllar önce yasağa muhatap olanlardan Macide ise bu sefer mağdurların avukatı olarak sahnedeydi. O hiçbir zaman çizgisini kaybetmedi. Hiçbir zaman ilkelerinden taviz vermedi. O hayatı bir bütün olarak algıladı. Bilgi, inanç, eylem ilişkisini hayatının şiarı yaptı. Anneydi fakat çocuklarını hiçbir zaman davasının önünde bir engel olarak algılamadı. Tersine onları da davasına katmasını bildi.
Özlem'i Macide kadar uzun bir zamandır tanımamama rağmen onunla olan kardeşliğimizin de Macide kadar değerli olduğunu söylemem herhalde gereksiz olmalı. Bana 'Özlem'i tarif et' deseler, ilk önce onun azmini ve gözü pekliğini söylemek isterdim. Çünkü o çoğu erkekte bile az rastlanan bir cesarete sahipti. Eylemlerde herkesin önünden kaçtığı panzerlere doğru gidişi, şemsiyesiyle onlara vurması hala gözlerimin önünden gitmez. Ya da hamileliğinin son aylarında bile biber gazları arasında eylem alanlarında mücadeleye devam etmesi unutulacak gibi değildir.
Onunla hiçbir zaman aynı okulda okumadık, bir öğrenci evinde de beraber kalmadık, çok uzun yıllara dayalı bir tanışıklığımız da olmadı ama eylemlerde, gösterilerde, etkinliklerde yan yana, omuz omuza olduk. Seminerlerde, panellerde birlikte bulunmanın, birbirimizi hayırlı bir yolda tanımanın sıcaklığını yaşadık. O bizden küçüktü fakat yüreği bizden daha büyüktü. O bir evlattı, bir arkadaştı, bir anneydi. O Özgür-Der'de fedakarca çalışan mücahide bir kardeşimizdi. Boyundan ve yaşından büyük işler gerçekleştirdi. Biz ablalarına örnek olacak şekilde yaşadı.
Şimdi artık bu iki kardeşim Eyüp Mezarlığı'nda yan yana yatıyorlar. Onları bir araya getiren, imanları ve ilkeleriydi. Dileğim onların Allah yolunda gösterdikleri gayretleri ve bu uğurda ölmeleri nedeniyle şehidler kervanına katılmış olmalarıdır.
Hatıralarını saygı ve sevgiyle anıyor; onları Rabbimizin rahmetine ve mağfiretine havale ediyorum.
Mekanınız cennet olsun, ey güzel insanlar!..