Muhsin Önal’ın Okur Kitaplığı tarafından yayınlanmış olan “Yeni Dünyadan Eski Dünyaya”adlı kitabının alt başlığı kitabın içeriği hakkında genel bir fikir veriyor: “19.Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu'nda Amerikan Protestan Misyonerliği” (Bursa Örneği). Bursa’da 1833-1883 yılları arasında, 50 yıl boyunca Amerikan Board Teşkilatının çalışmalarından hareketle evangelizm inancının Anadolu topraklarındaki tarihsel seyrini konu alan yazarın bu eseri aynı zamanda doktora çalışmasıdır.
Komplo teorilerinden ve birtakım duyumlara dönük söylemlerden ziyade bizzat kendi aralarındaki yazışma ve istasyon çalışmalarından yola çıkarak Protestan misyonerlik hareketinin Bursa çevresindeki tarihsel faaliyetlerini akademik çalışma yöntemleriyle hazırlayan Önal, 350 sayfayı aşan eserinde misyonerlik akımının geçmişten günümüze kadar neler amaçladığını belge ve bilgilere dayalı olarak irdelemeye çalışıyor. Eserinde; bu akımın 19. yüzyıldaki teolojik ve pratik tarihsel arka planına ışık tutuyor. Bu eserle okura ne kazandırmak istenildiğine ve böylesi bir hareketin dünyanın diğer ucundan, okyanus ötesinden kalkıp yaklaşık bir buçuk asır önce Anadolu topraklarında ne aradığına ilişkin genel değerlendirmelere değinmeden önce kitabın müellifi hakkında kısaca bilgi vermekte fayda var.
Boğaziçi Üniversitesi mezunu olan ve Bursa Uludağ Üniversitesi Tarih Bölümü yüksek lisansını tamamlayan ve hâlen aynı üniversitede doktora çalışmasını sürdüren Muhsin Önal, evli ve iki çocuk babasıdır. Üniversite yıllarından itibaren birçok gazete ve dergide makaleler yazan ve çeviri faaliyetlerinde bulunan yazarın, İsrail, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan seyahati gözlemlerinde pratik tecrübe deneyiminden yola çıkarak kaleme aldığı “Darbeden Kaleme Bir Yol Hikâyesi” adlı bir kitabı daha bulunuyor. Yazar Ankara ve çevre bölgelerine yönelik misyonerlik faaliyetlerine ilişkin akademik araştırmalara devam ediyor.
***
Muhsin Önal, sözünü ettiğimiz kitabında Amerikan Board teşkilatının Bursa istasyonundaki teşkilatlanma ve misyonerlik faaliyetlerini mercek altına alıyor. Örgütün bizzat kendi arşiv belgelerinden faydalanarak ve yer yer ikinci ve üçüncü kaynaklardan da istifade etmek suretiyle hazırladığı kitabında misyonerlerin Bursa istasyonundan Boston’daki merkez teşkilat ile yazışmalarına, tuttukları günlüklere ve her türden arşiv niteliğindeki belge ve bulgulara rastlamak mümkün.
Dört bölümden oluşan eserdeki konuların içeriğine göz gezdirmeden önce kitabın adına yönelik eleştirel bir yaklaşım getirmenin mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim eserin genel muhtevasının özgül ağırlığına karşın adının yeterince dikkat çekici olduğu söylenemez. "Yeni Dünyadan Eski Dünyaya" başlığı bu anlamı ile sönük kaldığı gibi misyonerlik tabiri de adeta gölgede kalmıştır. Misyonerlerin ve faaliyetlerinin öne çıkarıldığı bir başlık daha dikkat çekici olabilirdi.
Öte yandan alt başlıkta Osmanlı Devleti yerine "Osmanlı İmparatorluğu" ifadesinin tercih edilmesi de sıkıntılı bir duruma işarettir. “İmparatorluk” terimi sömürge literatürünü olumladığı için hassaten şerh düşülmesi gereken bir durumdur. Osmanlı Devleti, sömürgeci-emperyalist bir “imparatorluk” değildi. İmparatorluk ve sömürgecilik kapitalist çağın aygıtıdır.Bu, Osmanlı Devleti'nin her şeyi ile pir û pak olduğu anlamına gelmiyor elbette. Aksine sömürge literatürünü kullanmanın sorunlu olduğunu belirtmek istiyoruz. Kuşkusuz tarihte kullanılan bu gibi terimleri, bugünkü anlamıyla kullanmak veya ona emperyalist işgalcilerin arzu ettikleri anlamları vermek tarihi kavramların farklı yorumlanmasına sebebiyet verir ki bir tarihçi için durum kabul edilebilir değildir.
Tarih metodunu ilke edinerek konuya açıklık getirecek olursak geçmişte bir devlet kendini hangi isimle anmışsa o isimlendirmeyle hitap etmek daha doğru olur. Yoksa hasımların diliyle onun ismini telaffuz etmek doğru olmasa gerektir. Kuşkusuz Osmanlı Devleti'nin milyonlarca resmî evrakında, sikkelerinde imparatorluk terimine hiç rastlanmaz. Devletin resmî adı, Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'dir ki bu da günümüz de Osmanlı Devleti'ne tekabül eder.
***
Kitabın ilk bölümünde, Osmanlı-Amerikan ilişkilerinin menşei, tarihsel seyrini; misyon, misyoner ve misyonerlik gibi kavramları ayrıntılarıyla işleyen müellif, Hıristiyan misyonerliği ve onun kolu olan Protestan misyonerliği analiz ettikten sonra bunların mimarları olan Pavlus ve Martin Luther arasındaki düşünsel ve fikrî farklılığa dikkat çekmeyi de ihmal etmez ve bu bağlamda evangelizm inancının nasıl bir teolojik temellere dayandığına değinir.
Bu bölümün son kısmında ise Osmanlı topraklarında Protestan harici Katolik ve Ortodoks misyonerliğe temas eden Önal, Amerikan Board teşkilatının kuruluşu, örgütlenmesi, hedef kitlesi gibi konu başlıklarını analiz ettikten sonra bunların istikbale dair düşüncelerine de bizzat misyonerlerin kendi kaynaklarından çarpıcı örnekler sunarak işaret eder. Bu açıdan Amerikan Board Teşkilatı misyonerlerinden Samuel C. Berlett'ten aktarılan şu manidar sözler oldukça dikkat çekicidir:
“Misyonerlik açısından Türkiye Asya'nın anahtarıdır. Başka hiçbir yerde Tanrı'nın inayet ve rahmetini bu derece hissedemezsiniz. İlahi irade adeta Türkiye'deki Ermeni cemaatini zihinsel manada Hıristiyanlığa hazır hale getirmiş, dikkatleri bu yöne kanalize etmiş, misyonerleri büyük bir hikmet örneği göstererek mübarek kılmış, çeşitli müdahalelerle misyonerlik davasını koruma altına almış ve davayı yürütenlerin başarılı olabilmesi için engin ve geniş imkânlar sunmuştur. Bu aynı zamanda imparatorluğun kaderini sessizce tayin etmek demektir.” (Sf. 45)
Dört bölümde konuları tasniflendiren Muhsin Önal, konuların güncel boyutuna işaret ederek ve diğer teolojik fırkaların Protestan misyonerlik faaliyetleriyle mukayesesini yaparak sistematik bir çalışma örneğini ortaya koyuyor. Kitap bir akademisyenin kaleminden çıkmış olmasına rağmen ağdalı bir dil ve üsluptan uzak, okur açısından oldukça akıcı ve sade bir dille yazılmıştır. Misyonerlerin zihinlerinde yatan düşüncelerine dair birçok örneği eserde bulmak mümkün. Buda bizlere misyonerlik hakkında birtakım ipuçlarından yola çıkarak komplo teorileri üretmek yerine, onların Anadolu topraklarındaki amaç ve gayelerini göstermektedir.
Osmanlı'nın son dönemine denk gelen Protestan misyonerlik faaliyetlerinin başlangıcı olarak 1820 tarihine kayıt düşen yazar, ilk olarak kim tarafından, nasıl teşekkül bulduğuna ilişkin hususlara değinerek bu gizemli faaliyetler hakkında oldukça önemli ve detaylı bilgiler aktarır.(Bkz. Sf. 47-48) Sistematik bir çalışma yöntemiyle tarih ve misyonerlerin bizzat isimlerini zikrederek belge ve bilgiye dayalı bilimsel bir çalışma sergileyen Önal, bu misyonerlerin içerden; hekim, muhasip, öğretmen gibi meslek grupların desteğiyle iş tuttukları ve ne tür bir faaliyetlerde bulunduklarına dair bilgiler aktararak takdire şayan bir çalışmaya imza atmıştır. (Bkz. Sf. 79-80)
Protestan misyonerlerin ağzından “Hakikati yaymak adına ayak basmadık yer kalmayacak.” (Sf. 50) ifadelerine yer veren yazar, “Biz Türkiye'de Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık için okul, hastane açıyoruz, ilaç götürüyoruz. Türkler bizi istemeyebilir ama oraların sahibi Türkler değil ki...” (Sf. 53) ifadesi misyonerlerin vatan toprağına ilişkin düşüncelerini de çok veciz bir biçimde ortaya çıkarmaktadır.
Her konuda kendilerini üstün gören ve âdeta kibir abidesi olan misyonerlerin camilerin görkem ve ihtişamına yönelik şaşkınlık ve itiraflarına da değinen yazar, bu konuda dikkat çektiği gibi misyonerlerin Bursa'daki kiliselerden önce camileri ziyaret etmeleri tesadüf olmasa gerek. Misyoner Bayan Schneider'a kulak vermekte yarar var: “Camilerin hakkını yememek gerek, zira bu ibadethanelerin şehirdeki tüm Hıristiyan kiliselerine kıyasla insanı daha çok ibadete davet eden bir havası var.” itirafı bu hakikati ortaya koymaktadır. Lâkin aynı misyonerin Bursa Ulu Cami ile ilgili şu sözleri de gizli emellerini ifşası yönüyle yabana atılmamalıdır: “Oradan her geçişimizde bir gün o duvarların arkasında Tanrı'nın oğlu olan Mesih'e ait öğretilerin yankılanıp yankılanmayacağını kendimize soruyoruz.” (Sf. 99)
Eserin ikinci bölümünde yer verilen ve kapitalist anlayışla Bursa'nın tarihî dokusunu inceledikleri gerçeğini en iyi yansıtan örnek Bursa'daki kaplıcaların sularına ilişkin analizlerinde misyonerlerin bilimsel yöntemlere başvurarak yaptıkları çalışmalardır.(Bkz. Sf. 93-96) Oysa aynı hassasiyeti Osmanlı Devleti sultanlarının türbelerini belirleme konusunda göremediklerini ve bu konuda büyük hatalara varan yaklaşımlarını tespit eden genç yazar, tarihî öneme sahip böylesi şahsiyetlerin mezarı konusunda nasıl böyle büyük bir yanlışa düştükleri hakkında şaşkınlığını gizleyememiştir. (Bkz. Sf. 100) Basit bir hata olarak görülemeyecek olan bu manidar örnek, misyonerlerin ulaşmak istedikleri hedefleri ve çalışma metotlarıyla aslında neleri daha çok önemseyip öncelediklerini gösterdiği gibi kendi içlerindeki çelişkili ve mantıksal tutarsızlıklarını da gözler önüne sermektedir. Yazarın manidar deyişle, herhalde sultanların kabri, misyonerler için Bursa'daki kaplıca suların sodyum, alüminyum, kalsiyum ve magnezyum sülfat değeri kadar araştırılmaya değer bir öneme sahip olmasa gerektir!(Bkz. Sf. 103-109)
Üçüncü bölümde misyonerlerin etnik ve dinî unsurlar arasında Osmanlı tebaasındaki farklılıklara yönelik yaklaşımları ele alan Önal, “Türk İmparatorluğu dâhilindeki cemaatler içerisinde hakikati algılamaya en hazır topluluk Ermenilerdir.” sözüyle Protestan misyonerlerin Ermenilere yönelik irşad faaliyetlerine daha fazla önem verdiklerine ilişkin örnekler sunar. Bu hususta İstanbul'da görevli misyoner Hamlin 1854 yılında kenti ziyaret etmiş, özelde Bursa genelde ise Anadolu'daki misyonerlik faaliyetleri konusunda şu sözleri aktarmıştır: “Türkiye başından sonuna, tüm yerleşim birimleriyle artık Türkiye değildir ve bir daha asla Türkiye olmayacaktır. Hıristiyanlık büyük bir güç ve enerji ile yayılmakta ve sürekli mevzi kazanmaktadır. Şanlı bir geçmişe sahip olmasına rağmen bugün kokuşmuş ve çürümüş olan bu topraklara şekil verecek ve onu parlak günlerine geri götürecek olan da Hıristiyanlıktır.” (Sf. 164)
Üçüncü bölümün son kısmında 1833-1883 yılları arasında Bursa'da görev yapmış olan misyonerleri tek tek isim ve tarih vererek sıralayan yazar, “Türk imparatorluğunun kadim başkenti fazlasıyla alicenaplık göstererek haykırışlarıyla Amerikalı misyonerlerin kalbinde taht kurmayı başarmıştır. Ne var ki bugüne kadar anavatanımızdaki kardeşlerimizden hiçbirisinin bu haykırışlara kulak vermemesi bizim için üzücüdür.” (Sf. 218) ifadesiyle misyoner Merrick'in ağzından Müslümanlara yönelik tutum,beklenti ve çıkarımların akabinde yaşadıkları hayal kırıklığına vurgu yapar.
Dördüncü ve son bölümde, Protestan misyonerlerin eğitim alanında açtıkları kilise, okul, gazete, dergi gibi kitleselleşme faaliyetlerine dönük hususlara ayrıntılı olarak değinen Önal, Osmanlı Devleti içinde yabancı eğitim kurumları içerisinde en yaygın olanın Amerikan okulları olduğunu belirtir. Ekonomik sorunlara rağmen misyonerlerin Bursa'da kilise, okul ve kız koleji açmaya muvaffak olduklarını, ne var ki öğrenci açısından beklenen teveccühü bulamadıklarını belirten yazar, misyonerlerin beklentilerine ilişkin hayal kırıklıklarına temas eder. Bursa Kız Kolejinin resmî olarak 1876 yılında hizmet vermeye başladığının altını çizen Önal, evangelizm davasını yaymak için yetiştirilen misyonerlerin Bursa'daki istasyonda belli bir eğitim aldıktan sonra Merzifon Teoloji Okuluna öğrenci gönderdiğini, bu öğrencilerin Bursa'ya geri dönüp evangelizm davasına katkıda bulunduklarını aktarır. (Bkz. Sf. 321)
Objektif kriterler ve tarihsel veriler ışığında kaleme alınan eserde; müellif, son derece önemli bir çalışmayı okuyucuya kazandırarak takdire şayan bir çalışmanın altına imza atmıştır.
Son söz olarak “İncelenen belgelerde misyonerlerin yaptıkları işin son derece masum olduğu, sadece eğitim ve yardım işleri için bölgede bulunduğu izlenimi uyandırılmak istenmiştir. Ancak işin aslı hiç de öyle değildir. Zira hedef bölgede Protestanlığa hizmet edecek bir cemaat oluşmaktadır. Bu konuda Osmanlı devlet erkânının da sınıfta kaldığı söylenebilir. Nitekim misyonerlerin gizli emellerinin farkına uzun süre varamayan Babıali pek çok konuda muhalif tavır sergilemek yerine Protestanların işini kolaylaştırarak onların lehine kararlar almıştır. Bunda imparatorluğun çok uluslu yapısının ve hoşgörülü bir yaklaşımla siyaset izleme anlayışının etkisi büyüktür. Bununla birlikte misyonerlerin ulaşmak istediği asıl hedefin ne olduğu fark edildiğinde durumu kontrol etme şansı pek kalmamıştır. İmparatorluk artık yıkılma sürecindedir ve kendi dertlerine derman aramaktadır. Bunu fırsat bilen misyonerler faaliyetlerine daha da hız kazandırarak ülkede serbestçe cirit atmaya başlamışlardır. Ne var ki bir bardak suda fırtınalar koparmayı çok iyi bilen Board mensupları tüm gayret ve çabalarına rağmen Bursa'da istedikleri başarıyı yakalayamamış ve hüsrana uğramışlardır.” (Sf. 352) cümleleriyle konuyu noktalayan yazar Muhsin Önal’ın bu güzide eseri konunun ilgilileri tarafından mutlaka okunmalıdır.