Recep Karagöz Almanya'da faaliyet gösteren İnsan Onuru ve Hakları Örgütü (HDR) Genel Başkanıdır.
Öncelikle Almanya'da genelde bir başörtüsü sorunundan söz edilebilir mi? Başörtülüler Almanya'da yasal-siyasal mevzuattan ve/veya toplumun tepkisinden ya da baskısından kaynaklanan herhangi bir sıkıntı ile karşılaşıyorlar mı?
Alman toplumunun bilinç altında İslam dinine karşı tarihten gelen önyargılar ve peşin hükümler bulunmaktadır. Bu anlayış Alman eğitim sisteminde okutulan ders kitaplarına kadar girmiştir. Alman okul kitaplarındaki İslam dinine yönelik bu önyargılar üzülerek belirtmeliyim ki, halen tashih edilmeyi beklemektedir.
Bugün itibarıyla Almanya'da üç milyon Müslüman yaşamaktadır. Müslümanların Almanya tarihi, diğer Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında oldukça yenidir. İngiltere, Fransa, Hollanda gibi geçmişte kolonisi olan Avrupa ülkelerinin Müslüman toplumu ile yakın temaslarının günümüzde olumlu yansımaları olmaktadır. Buna karşın Alman toplumunun Müslümanlara karşı mesafeli tavırları, önyargıları ve peşin hükümlerinden kaynaklanan tepkileri, diğer Avrupa ülkelerine nazaran daha keskin. Bir de buna Almanların diğer Avrupa toplumlarına nazaran daha milliyetçi olduklarını eklerseniz, Müslümanlara yönelik önyargı ve peşin hükümlerin tasfiyesinin oldukça zor olduğunu anlarsınız.
Yasal açıdan durum nedir?
Almanya Anayasası'nın birinci maddesi "İnsanın onuru (şeref ve haysiyet) dokunulmazdır. Tüm devlet erki ona saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür" der. Yine, inananların yasa önünde eşitliğini teminat altına alan 3. Madde'nin III. Fıkrası: "Hiç kimse, cinsiyeti, soyu, ırkı, yurdu ve kökeni, İNANCI, DİNİ yada siyasi görüşleri dolayısıyla mağdur edilemez ya da ayrıcalıklı kılınamaz" der. Ayrıca din ve vicdan özgürlüğünü teminat altına alan 4. Madde'nin birinci ve ikinci paragrafları da şöyledir: "(1)Din ve vicdan özgürlüğü ile din ve dünyevi inanç özgürlüğüne dokunulamaz. (2)Dinin müdahalesiz uygulanması güvence altındadır."
Anayasa maddelerinden de anlaşılacaktır ki, Almanya'da yasal bir sorun yoktur. Yeri gelirse temas ederiz, ancak burada şu kadarını söylemeliyim: Almanya'da genel bir başörtüsü sorunuyla karşılaşmamaktayız, fakat başörtüsünden kaynaklanan bazı münferit olaylar karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda, HDR'ye yapılan başvurulardan da hareketle söyleyebilirim ki; özellikle eğitim sisteminde zorunlu ders statüsünde olan spor dersleri ve bu derslerin yüzme ve jimnastik dallarında bir takım sorunlar yaşanmaktadır. Bununla birlikte şimdiye kadar bu soruna ilişkin verilen mahkeme kararları da tamamen (Müslüman) öğrencilerin lehinedir.
Siz yasal bir sorun bulunmadığını söylüyorsunuz fakat Fereşta Ludin isimli Afgan asıllı Alman vatandaşı bir bayanın başörtüsüyle öğretmenlik yapması eyalet hükümetince engellenmiş ve bu Almanya'da tartışmalara neden olmuştu. Geçtiğimiz günlerde Stuttgart İdare Mahkemesi verdiği bir kararla bakanlığın tavrına hukuki boyut kazandırmış görünüyor. Gerek Alman medyasında, gerekse de daha yoğun olarak Türk medyasında başörtüsü sorununun tekrar gündeme gelmesine neden olan bu kararın niteliğini ve karara giden süreci bize anlatır mısınız?
Bilindiği gibi olay bundan yaklaşık iki yıl önce kamuoyunun gündemine gelmişti. Fereşta Ludin stajyerliğinin bitiminde Baden-Württemberg Kültür ve Eğitim Bakanlığına müracaat ederek kadro istemiş ve bu isteği Bakan Anneta Schavan tarafından geri çevrilmişti. O dönemde biz de HDR olarak Schavan'dan red kararına ilişkin bilgi isteminde bulunmuştuk. Schavan'ın bize gönderdiği üç sayfalık red gerekçesinde şu iki nokta dikkat çekmekteydi: Birincisi Kur'an'da başörtüsü bir emir değildir. İkincisi Başörtüsü dini bir semboldür ve bundan öğrenciler etkilenir. Burada, Schavan'ın hem birbiriyle çelişen görüşlerine, hem de vermiş olduğu kararın Anayasa ve Alman Memurlar Yönetmeliğiyle çelişkilerine ilişkin cevabımıza, uzun olacağını düşünerek girmek istemiyorum. Yeri gelirse temas ederiz.
Fereşta Ludin, Bakan Schavan'ın bu kararından sonra idari mahkemeye başvurdu. Türkiye'deki okuyucuların Almanya'daki yasal süreci anlamaları için, müsaade ederseniz, konuyu biraz açmak istiyorum. Stuttgart İdare Mahkemesinin almış olduğu bu karar sonrasında Türkiye'deki laik çevrelerin de içine düştüğü yanılsamayı anlamak için, Almanya'daki yasal sürecin anlaşılması gerekir.
Almanya'da mağdur kişi önce İdari mahkeme dediğimiz "Verwaltungsgericht"te gider, bu mahkeme en alt mahkemedir. Burada alınan karara itiraz Eyalet İdare Mahkemesi "Landesverwaltungsgericht"te yapılır. Eyalet İdare Mahkemesinin bir üstü ise Federal İdare Mahkemesi "Bundesverwaltungsgericht"dir. Ve Almanya'daki hukuki süreç Anayasa Mahkemesi "Verfassungsgericht"te sonuçlanır. Sonrasını biliyorsunuz; iç hukuk yollarının tükenmesi durumunda şikayetçi en son merci olarak davasını AB İnsan Hakları Mahkemesine götürebilir.
Bu mahkemelerin herhangi birisinin almış olduğu karar, eğer kişiye özel veya eyalete özel bir karar niteliği taşımıyorsa Almanya'nın tüm eyaletlerinde yürürlüğe konur. Örneğin, üzerinde konuştuğumuz karar "kişiye özel" bir karardır. Yani yalnızca Fereşta Ludin'in kadro istemi doğrultusunda, bakanlığın reddini onaylayan bir karardır. (Burada hatırlatmak gerekir, bu kararın verildiği mahkemenin niteliği hukuki süreçin ilk basamağıdır.) Söz konusu karar; ne aynı eyalette başörtülü diğer öğretmeni (Stuttgart İlkokulunda görev yapan, bundan beş yıl önce İslam dinini kabul etmiş Doris Graber isimli bayan), ne de Almanya'nın değişik eyaletlerinde öğretmenlik görevini sürdüren diğer başörtülü öğretmenleri bağlamaktadır.
Stuttgart İdare Mahkemesi'nin kararı, yine Alman mahkemelerinin verdiği ve bu konuyla bağlantılı sayılabilecek başka kararlarla çelişmiyor mu? Örneğin Berlin Federal İdare Mahkemesi'nin 1993 yılında Müslüman kız öğrencilerin karma spor derslerinden muaf tutulmalarına dair verdiği bir karar var. Bu kararda gerekçe olarak 'eğitim düzenlemelerine uyulmasının gerekliliği kabul edilmekle birlikte, din özgürlüğünün daha yüksek bir değer sayılması gerektiği' vurgulanmakta.
Stuttgart İdari Mahkemesinin vermiş olduğu söz konusu karar hem Anayasa'da teminat altına alınan din, vicdan ve inanç özgürlüğü hem de Memurlar Yönetmeliğiyle çelişmektedir. Alman Memurlar Yönetmeliği de, memurların dini inançlarını müdahalesiz uygulayabilmelerini güvence altına almaktadır. Ancak sorunuzdaki, kız öğrencilerin karma spor (yüzme) derslerinden muaf tutulmalarına dair Berlin Federal İdare Mahkemesi'nin 93 yılında vermiş olduğu kararla Fereşta Ludin ile ilgili Stuttgart İdari Mahkemesi'nin vermiş olduğu kararı aynı kategoride değerlendirmemek gerekir. Burada iki farklı konum söz konusu: Bunlardan biri Kamu (Devlet) adına görev yapacak, yani Ludin. Diğeri ise kamunun (Devletin) hizmetinden yararlanacak, yani öğrenciler.
Sizin vermiş olduğunuz örnek karar doğrultusunda başka eyaletlerde, örneğin bizim de şu anda yaşamakta bulunduğumuz Kuzey Ren Westfalya (NRW)'da verilmiş bir karar vardır. Daha önce de genel boyutuyla temas etmiştim; Almanya'daki resmi ve özel hiç bir okulda ve bu okulların hiç bir aşamasında başörtüsü sorun olarak görülmemektedir. Yine temas ettiğim gibi spor derslerinde yüzme ve jimnastik yapma bir zorunluluktur. Malum, Müslüman kızlar, özellikle kız-erkek karma yapılan yüzme derslerine tesettür kurallarına riayet edemeyeceklerini düşünerek (haklı olarak) katılmak istememektedirler. Değişik eyaletlerde verilen kararlar bu kızların durumuna ilişkindir. Çok nadir olsa da erkeklerle ilgili de aynı sorunlarla karşılaşmaktayız.
Fereşta Ludin olayında Alman devletini temsil eden kurumların, bize Türkiye'den de çok tanıdık gelen bir çelişkisi görülüyor. Şöyle ki, bakanlık başörtüsünün dini bir zorunluluk değil, Müslüman halkların töresi olduğunu iddia ederken; idare mahkemesi dini bir sembol, dinsel bir ayrımcılık nedeni olduğu iddiasında. Yasakçılığa gerekçe olarak sunulan bu iki farklı iddia aslında birbirini nakzetmekte değil mi?
Elbette... Bayan Schavan'a bunu izah etmiştik.
Bayan Schavan bize yazdığı mektupta, dini otoritelere sorduğunu ve başörtüsünün Kur'an'da mevcut bir emir olmadığı yanıtını aldığını ve kendisinin de böyle inandığını söylemekte idi. Bir an düşünelim ki Schavan haklı. Yani, başörtüsü tamamen kültürden kaynaklanan bir olgudur. Peki Almanya'da kültürel kılık ve kıyafet yasak mıdır? Hayır, tam tersi. Bu konuda yasal güvenceler vardır. Ayrıca her biri birer kültürel değer olan sakal, bıyık, pantolon, etek, kaşkol, sarık vb. olgulara yasak koyabilir misiniz? Ki, Almanya'da sakallı-sakalsız, bıyıklı-bıyıksız, pantolonlu-etekli vb. öğretmenlere, kamu görevi yapan tüm memurlara ve parlamenterlere hiç bir yasak ya da sınırlama getirilmemektedir. Doğrusu da budur. O halde, başörtüsü dini bir değer olarak görülmüyorsa en azından bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir.
Öte yandan, Almanya'da genel bir kural vardır: Bir dini toplulukta büyük çoğunluk bir konuda ittifak ediyor ise, bu esas alınır. Ancak, büyük çoğunluğun hilafına da olsa küçük bir azınlık farklı düşünüyor olsa, onların da yanlış olmadığı esastır. Şunu demek istiyorum; Ludin, tek başına dahi olsa başörtüsünü dini bir emir olarak algılıyorsa yasal olarak saygı gösterilmek zorundadır. Kaldı ki Almanya'daki üç milyon Müslüman'ın büyük çoğunluğu Ludin gibi düşünmektedir.
Schavan'a şunu da hatırlatmıştık. Dini konularda, kimin neye ne için inandığı gibi konularda söz hakkına ancak o dinin bağlıları sahiptirler. Dolayısıyla kendisinin bir Hıristiyan olarak Kur'an'da başörtüsü bir emir değildir türünden fetva irad etmesini eleştirmiştik.
Başörtüsünün dinsel ayrımcılık nedeni olduğu Türkiye'de de egemenlerce savunulan bir iddia. Buna göre kamu alanında yer alan kişilerin nötr bir görüntü ve tavır içinde olmaları gerektiği ileri sürülmekte. Haddizatında bu iddia başörtüsüzlüğün nötr bir hal olduğu gibi gayet garip ve tartışmalı bir ön kabul içermekte. İlaveten kişilerin kamu alanında dinsel inanç ve pratiklerinden bütünüyle soyutlanması gerektiği gibi dayatmacı bir şablon da içermekte. Peki bu iddia Almanya pratiğinde ne kadar tutarlı uygulanmakta?
Şahsen insan yaşamında mutlak anlamda nötr bir anlayışın hakim olacağına inanmamaktayım. İnsan hakları savunucuları dahi, istedikleri kadar evrensellikten bahsetsinler, olaylara yaklaşırken dinleri, ideolojileri, yaşam felsefeleri konulara yaklaşımlarında son derece etkili olmaktadır. Evrenselliğine sürekli atıfta bulunulan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi de Batı medeniyetinin değerler manzumesinden hareketle ve savaş sonrası konjonktürün de oldukça etkisinde altında hazırlanmış metindir. Diğer medeniyetler ve İslam medeniyeti değerlerine son derece uzak düşen maddeler içermektedir.
Sorunuza üzerinde konuştuğumuz başörtüsünden hareketle yaklaşmaya çalışalım: Başörtülü bir öğretmen nötr bir görünüm vermiyor, inancının gereği olan başörtüsü ile öğrencileri etkisi altına alıyor dediğiniz takdirde; başkaları da (Müslümanlar) kalkıp, başörtüsü takmayan bir öğretmen bu tavrı ile öğrencileri etkisi altına alıyor dediği zaman ona da hak vermek zorunda kalırsınız. Bu tartışmanın sonu yoktur. Çözüm ise; öğretmenlerin başının örtülü veya örtüsüzlüğünden ziyade pedegojik formasyonları, uygunlukları, elverişlilikleri, kabiliyetleri, ehliyetli oluşlarının kriter olarak alınmasıdır.
Fereşta Ludin olayı bir istisnadır. Almanya'nın bir çok eyaletinde başörtülü öğretmenler halihazırda görevleri başındadırlar. Ayrıca Almanya'daki kamu kurum ve kuruluşlarında Türkiye benzeri ilkel bir uygulama söz konusu değildir. Bizzat tanıdığım Almanya'da hiç bir zorlukla karşılaşmadan görevlerini sürdüren müslüman polisler bulunuyor. Bu insanlar örneğin sakallarını kesmek zorunda değildirler. Yine yakın bir örnek olarak HDR'nin yönetim kurulu üyesi bir arkadaşımız başörtüsü ile hiç bir dayatmaya maruz kalmadan bir kamu kuruluşunda halen çalışmaktadır. Alman ordusunda askerlik yapan Müslümanların tüm dini gereksinimleri karşılanmaktadır. Yeri gelmişken söyleyelim, Fereşta Ludin de şu anda bir özel okulda öğretmenlik yapmaktadır.
Yani dini özgürlükler açısından Almanya'da ortalık güllük gülistanlık mı?
Eğer Almanya'da Katolik veya Protestan bir Alman ya da bir Yahudi olarak yaşıyor iseniz bu söylediğiniz çok abartılı bir tanım olmaz. Ancak Almanya'da Müslüman bir kişi olarak yaşıyor iseniz başta İslam'ın resmi din olarak kabul edilmemesinden kaynaklanan bir çok sorunla karşılaştığımızı söyleyebiliriz. Örneğin, Müslümanların dini günlerinin tatil kabul edilmemesi, okullarda İslam din dersi verilmemesi ve diğer bazı ibadetlerin rahatça yerine getirilememesi gibi. Söyleşinin direk konusu bu olmadığından isterseniz bu kadarla yetinmiş olalım. Fakat tam bu noktada şunu söylememe fırsat tanıyınız: Hem bu Ludin olayı tartışmaları esnasında hem de değişik alanlara dair, Türkiye'den gazeteci, yazar, politikacı gibi toplumun değişik kesimlerinden şahıslarla yaptığımız konuşmalardan da anlamaktayım ki, Almanya veya Avrupa'daki tartışmalara dair bilgiler oldukça yetersiz ve yüzeyseldir.
Almanya'da başörtüsü yasağına delil olarak sunulan bir de okullarda haç yasağı konusu var. Bu konuyu açar mısınız? Sınıflara haç asılması ve başörtüsü birbirinin muadili konular olarak görülebilir mi?
Hayır böyle bir mukayese kesinlikle doğru olmaz. Almanya'nın Bavyera (Bayern) eyaletindeki bir okulda çocukları okuyan bazı veliler okul duvarlarında asılı bulunan "Haç"ın kaldırılması yönünde girişimlerde bulundular. Okul yönetimi müracaatı reddetti ve olay yargıya yansıdı. Mahkeme öğrenci velilerinin istemi doğrultusunda bir karar verdi ve bu karar da aynen Ludin hakkında verilen karar gibi "özel" bir karar niteliğindedir. Biliyorum bu karar da Türkiye'deki belli basın çevreleri tarafından abartılarak verildi. Oysa Almanya'nın, söz konusu okul dışındaki devlet okullarında bu karar uygulanmamaktadır. Kaldı ki, Almanya'da devlet okullarının dışındaki özel okullarda bu kararın hiç bir geçerliliği yoktur.
Ayrıca, biri diğerinin muadili olarak görülmek istenen konular birbirine son derece uzaktırlar. Birisi mekanla ilgili diğeri ise insanla ilgili bir durumdur. Mekanın dini olmaz ki, din bir yaşam biçimidir ve insanlara mahsustur. Bunu birbirinin muadili gibi görmek ya aptallıktandır ya da kasıttandır. Bana sorarsanız her ikisidir.
Başörtüsü sorununun Avrupa genelinde yansımaları hakkında bilgileriniz nelerdir? Almanya ile kıyaslandığında diğer ülkelerde nasıl bir durum mevcut?
Fransa dışındaki Avrupa ülkeleri bazındaki başörtüsü sorununu bir cümle ile özetlemek gerekirse, halihazırda ciddi bir sorun yoktur. Hollanda'da münferit bazı okullarda görülen tartışmaların dışında ciddi bir olay olmamıştır. Hollanda mahkemelerine yansıyan başörtüsü olayı yoktur. Hatta Hollandalı yöneticiler, ülkelerinde böyle sorunların olmasını arzu etmediklerini açık açık beyan etmektedirler. İngiltere'de durum Hollanda'dan farklı değil. Hatta durumu daha iyi anlatabilecek bir örnek vermek gerekirse, mesela İngiltere'de Sih'ler başlarında sarıklarla kamu görevlisi olarak çalışabilmektedirler.
Burada, beni kahkahaya boğan son derece ilginç bir olaya değinmeden geçemiyeceğim. Almanya'da zorunlu ders statüsünde olmayan ve öğrencilerin katılma zorunluluğu da bulunmayan, genellikle öğleden sonra ve zorunlu ders saatleri dışında verilen Türkçe Kültür Dersleri vardır. Bu dersleri veren öğretmenler, bazı eyaletlere Türkiye'den gönderilir. Bavyera eyaletine Türkiye'den gönderilen ve Kemalist olduğunu söyleyen bir öğretmen; Türkiye'deki uygulamaları örnek göstererek başörtülü kızları derse almadı. Bu uygulamanın neresi sizi kahkahaya boğdu diye aklınızdan geçiriyorsunuzdur. Bu "zeki" öğretmen öğrenci velilerine gönderdiği bir mektupta başörtülü kızların ve "erkeklerin" okula alınmayacağını yazdı. Almanya tarihinde en önemli başörtüsü krizi bu olsa gerektir!
Avrupa ülkeleri arasında başörtülü olarak okumanın en problemli olduğu ülke Fransa'dır. Fransa'da 1989 yılında üç Müslüman kız öğrencinin Creil Ortaokulunda başlayan ve günümüze kadar zaman zaman nükseden başörtüsü sorunu bugün artık belirli bir noktaya gelmiştir. Fransa'da bugün itibarıyla yürürlükte olan Danıştay kararı "istisnai durumlar hariç" şerhiyle başörtüsüne müsaade etmektedir. İstisnai durumun yorumu okul idaresine bırakılmıştır. Bu yorum şu çerçevededir: Başörtüsü; cemaatsel, dinsel, politik, ideolojik nitelikler taşımayacak. Bunların yanı sıra öğretmen de önce öğrencinin başörtüyü çıkarması için telkinde bulunacak, öğrenciyi başörtüyü çıkarmaya ikna edemezse veya öğrenci başörtüyü çıkarmamakta direnirse, sınıfa almak zorundadır. Burada, Fransa'daki ve Avrupa'nın değişik ülkelerindeki süreci detaylı bir şekilde öğrenmek isteyenler için MAZLUMDER'in Başörtüsü Sorunu adındaki belgesel çalışmasına başvurmalarını öneririm. Konuyu "Batı Avrupa'da Müslümanların Başörtü Sorunu" bölümünde detaylı bir şekilde, belgelerle orada ortaya koymuştuk.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin bu konuya ilişkin tutumu hakkında neler söyleyebilirsiniz? Türkiye'den çok sayıda başvuru yapıldığı biliniyor. Bir de söz konusu mahkemenin henüz İnsan Hakları Avrupa Komisyonu olarak adlandırıldığı dönemde, Türkiye'den yapılan bir başvuruya karşılık 3 Mayıs 1993 tarihinde verdiği bir kararı da mevcut. Başörtüsü ile eğitim görmesinin engellenmesi şikayeti ile yapılan bir başvuruyu Komisyon 'laik üniversitelerin bu tür düzenlemelerinin doğal sayılması gerektiği' gerekçesiyle reddetmişti.
Buradan (Almanya/Avrupa) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine intikal eden başörtüsü olayı olmadı. Türkiye'ye yönelik gerek insan hakları kuruluşlarının gerekse tek tek Avrupa ülkelerinin ve Avrupa Birliği ve Mahkemesinin tavrını çifte standart olarak değerlendirmekteyiz. AB Türkiye'deki insan hakları olaylarına yaklaşırken tamamen çıkarları doğrultusunda yaklaşmakta ve siyasi bir araç olarak kullanmaktadır. Bunu çeşitli vesilelerle kamuoyuna duyurmuştuk.
Fakat burada şunu gözden kaçırmamalıyız: Bahsetmiş olduğunuz karar 93 yılına aittir. Ben inanıyorum ki, bu kararın verildiği tarihe kadar AB'nin ilgili kurumlarına ve İnsan Hakları Mahkemesi'ne başörtüsünün İslam dinindeki yerine ilişkin hiç bir dosya gitmemiştir. Yıl 2000, hala bu konuda yeterli bilgilerin dosya halinde ilgili kişi ve kurumlara gönderildiğine ben şahit olmadım. Her şeye rağmen Batı ülkelerinde erdemli insanlar bulunmaktadır. Almanya'daki Ludin olayı çerçevesindeki tartışmalarda da buna bizzat şahit olduk. Müslümanların hiç bir dahli olmadığı halde gerek Alman basını gerekse politikacıların önemli bir kesimi kararı eleştiren yazılar yazdılar, beyanatlar verdiler.
HDR olarak AB İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Poul Nielson'a, Birliğin Dönem Başkanı Romano Prodi'ye ve parlamenterlere, AB'nin Türkiye'deki insan hakları yaklaşımındaki çifte standartını eleştiren 22 Mart 2000 tarihinde bir mektup gönderdik. Bu mektupta eleştirimizi isimler vererek ortaya koyduk. Geçtiğimiz 14 Nisan'daki oturumda Türkiye hakkında verilen kararda gördük ki, yönelttiğimiz eleştirilerin telafi edilmesi yönünde bir çaba sarf edilmektedir. Önümüzdeki günlerde başörtüsüne de genişçe yer verdiğimiz, hazırlıkları tamamlanmış olan "Türkiye İnsan Hakları Genel Raporu"nu kamuoyuna açıklayacağımız gibi AB'nin ilgili tüm birimlerine de göndermiş olacağız. Umarım bu ve benzeri çalışmaların ardından mahkemede sıra bekleyen başvurular hakkında verilecek karar, mağdurların lehine olacaktır.
Fereşta Ludin olayında Stuttgart İdare Mahkemesi'nin verdiği karar Türkiye'de belli çevrelerde büyük bir memnuniyetle karşılandı. Bu karar Türkiye'de sürmekte olan başörtüsü zulmüne Avrupa'dan hukuki bir destek şeklinde algılandı ve sunuldu. İki ülke pratiğini karşılaştırdığımızda bu yaklaşımın haklılık payı taşıdığı söylenebilir mi?
Kesinlikle hayır. Bırakın Almanya'daki Ludin olayını, Fransa'daki uygulamalar dahi Türkiye'deki yasakçı zihniyetin uygulamaya çalıştığı ilkelliğe haklılık payesi kazandırmaz. Bir defa şunun altını yeniden çizelim. Fransa dahil hiç bir Avrupa ülkesinde üniversite düzeyinde başörtüsü sorunu yoktur. Yine hiç bir Avrupa ülkesinde ilk ve orta dereceli okulda başörtüsü sorunu yoktur. Yine hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinde başörtülü kadınlar kamu kurum ve kuruluşlarında çalışabilmektedirler. Türkiye'de ise hiç bir okula öğrencilerin başörtülü girmesine ve kamu kurumlarında başörtülü bayanların çalışmasına izin verilmemektedir. Hatta, belki en totaliter ülkelerde dahi eşine rastlanılmayacak bir biçimde, sivil ancak başörtülü kadınlar bazı kamu kurumlarının kapısından içeriye dahi sokulmamaktadırlar. Sözgelimi başörtülü kadınlar askeri mekanların kapısına dahi yaklaştırılmamaktadır. Hatta bakan yakını dahi olsalar! Bu uygulamanın neresini Avrupa'daki uygulamalarla kıyaslayacaklar?
Ludin olayı üzerinde konuşmaktayız. Diyelim ki hukuki süreç tamamlandı ve karar Ludin'in aleyhine kesinleşti. Buna rağmen Ludin son derece geniş sosyal haklara sahiptir. Devlet kendisine iş bulmak ya da işsizlik parası ödemek zorundadır. Dolayısıyla o eyaletteki devlete ait okullarda öğretmenlik yapmasına izin verilmediği takdirde dahi işsiz güçsüz, parasız pulsuz sokağa terkedilmesi asla sözkonusu değildir. Sonuçta en kötü ihtimalle dahi Almanya'da halen öğretmenlik yapmakta olan bir kişi ile eşit ekonomik hayat standartına sahiptir. Türkiye'de ise başörtüsünden dolayı öğretmenlik ve diğer kamu hizmetlerinden men edilen bir çok müslüman kadın ekonomik yönden de ciddi bir mağduriyet yaşamaktadır.
Sizin HDR olarak bu konu özelinde herhangi bir çalışmanız var mı?
HDR olarak Hıristiyan Demokrat Parti (CDU)'den Schavan'ın ret cevabından bugüne konuyla yakından ilgilenmekteyiz. Öncelikle CDU'nun içinde karar aleyhine bir kamuoyu oluşturmaya çalıştık. Bunu yakın tanıştığımız CDU içinde siyaset yapan politikacılar ve CDU üyeleri aracılığıyla gerçekleştirmeye çalıştık. İlk günlerde önemli kazanımlar da oldu. Örneğin bazı CDU milletvekilleri Schavan'ın bu kararını kınayan açıklamalar yaptılar. Diğer yandan Schavan'ın bizzat kendisine yönelik mektup aracılığıyla girişimlerimiz oldu. Yine Pax Christi gibi sivil toplum kuruluşlarının gündemine konuyu taşımaya çalıştık.
Öte yandan Müslüman cemaatleri harekete geçirmeye çalıştık. Maalesef üzücüdür ama realitemizdir, temas etmeden geçemeyeceğim. Konuya en duyarsız olan kesim Müslüman kesimdir. Ne yazıktır ki, bu durum söz konusu olaya özgü bir durum değildir. Hemen tüm olaylarda en fazla duyarlılık göstermesi gereken Müslüman kesimin acizliği tüm boyutlarıyla ortaya çıkmaktadır. Bu üzücüdür fakat kabul edilmesi gereken bir tespittir. Almanya'daki cemaatler bırakınız başkalarının sorunlarını kendilerine yönelik sorunlara dahi sahip çıkacak bir formasyona ve dışa dönük ilişkilere sahip değiller. Ludin olayında bunu bizzat yaşadık. Kimden yardım istemişsek „boş" bakışlardan başka bir şeyle karşılaşmadık.
Almanya'da dini özgürlükler ve genel manada din-devlet ilişkileri nasıl bir çerçeveye oturmaktadır?
Bazılarının sıkça yaptığı gibi laik Avrupa'da dinin bütünüyle kamu hayatının dışına çıkartılmış olduğu şeklindeki kaba tasvir gerçekle alakasızdır. Aksi iddialar bulunmasına ve bu iddiaların İslam dünyasında güçlü bir şekilde dile getirilmesine rağmen; Hıristiyanlığın kamu düzeni ve siyasete doğrudan müdahelesi bulunmaktadır. Bu bağlamda, hıristiyanlığın temsilcisi konumundaki kilise veya ruhban sınıfın teorik düzlemde ortaya koyduğu düşünce yapısı ve bunun çağdaş fiili eylemlerinden hareketle çıkarılacak sonuç şudur: Hıristiyan dini; bir ülkenin yasalarının düzenlenmesi, iç ve dış politikaya ilişkin söylemi, toplumsal yaşama dair öngördüğü değerler manzumesi ve başkaca alanlara yönelik açıklama ve uygulamaları göz önünde bulundurulduğunda, iddia edildiği gibi, bireyin ve toplumun salt ahiretini ilgilendiren değerler manzumesinden öteye dünya (devlet-siyaset) görüşünü de içeren bir dindir.
Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası'nda din ve dini topluluklara ilişkin düzenlemeler, Weimar Anayasası diye bilinen, 11 Ağustos 1919 tarihli Alman İmparatorluğu Anayasası maddeleridir. Weimar Anayasası'nın 136, 137, 138, 139 ve 141. maddeleri hükümleri 23 Mayıs 1949'da kabul edilen Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası'nda (Madde 140) değiştirilmeden kabul edilmiştir. Yukarıda verdiğimiz pratik yaşama ilişkin örneklere yasal dayanak teşkil eden bu maddelerden bazıları şöyledir:
Madde 137
1. Devlet kilisesi yoktur.
2. Dini topluluklar kurma hakkı güvence altına alınır. Dini toplulukların İmparatorluk toprakları içinde birleşmeleri, hiçbir sınırlandırmaya tabi değildir.
3. Her dini topluluk, kendi işlerini, herkes için geçerli olan yasaların sınırları çerçevesinde bağımsız olarak düzenler ve yönetir. Görevlilerini, devlet yada belediyelerin katılımı olmaksızın belirler.
4. Dini topluluklar, medeni hukukun genel hükümlerine göre hukuki yeterlilik kazanırlar.
5. Halen kamu tüzel kişi niteliğinde olan dini topluluklar, bu niteliklerini korurlar. Kuruluş ve üye sayılarına göre devamlılık gösteren diğer dini topluluklara da istekleri üzerine aynı haklar tanınır. Kamu tüzel kişi niteliğindeki dini toplulukların bir birlik kurmaları halinde, bu birlik de kamu tüzel kişisi sayılır.
6. Kamu tüzel kişisi niteliğindeki dini topluluklar, bölgesel vergi listeleri üzerinden, eyalet hukukunun tespit ettiği koşullar çerçevesinde vergi toplama yetkisine sahiptirler.
Madde 138
1. Devletin yasaya, sözleşmelere ya da özel belgelere dayanarak dini topluluklara yaptığı yardımlar, bu konuyu eyalet yasama organlarının düzenlemesiyle sona erer. İmparatorluk, bu konuda temel hükümler koyar.
2. Dini topluluk ve derneklerin mülkiyet ve diğer hakları, onların diyanet, öğretim ve hayırsever amaçlara hizmet eden kuruluş ve vakıfları ve diğer servetleri güvence altına alınır.
Madde 141
Orduda, hastanelerde, cezaevlerinde ve diğer kamu kuruluşlarında ibadet ve manevi takviyeye gereksinme olduğu ölçüde, dini topluluklara, gerekli dini işlemlerin yapılması hususunda izin verilmelidir. Bu arada her türlü zorlamadan kaçınılmalıdır.
Almanya'da din-devlet/siyaset ilişkilerinde bir ayrıştırma yapmak olanaksızdır. Kilise'nin özerk bir konumu olmasına rağmen kilise-devlet/siyaset arasında kesin çizgilerle bir ayrışım yapmak da adeta imkansızdır. Din/kilise-devlet/siyaset ilişkileri öylesine birbirine girmiş ve birbirini tamamlar nitelikte ki; bu durum ruh ve beden bütünleşmesine benzemektedir. İnsanın yaşaması için, nasıl bunların birinden fedakarlık yapması imkansızsa; din/kilise-devlet/siyaset arasındaki ilişkiler de buna benzemektedir.
Esasında Almanya'daki din-devlet ilişkileri söz konusu olacaksa, Almanya Anayasası'nın giriş cümlesi başka söze hacet bırakmamaktadır. Bu cümle şöyledir: "Tanrı ve insanlar karşısındaki sorumluluğunun bilincinde olan, birleşmiş bir Avrupa'da eşit haklara sahip bir üye olarak, dünya barışına hizmet etmek iradesiyle hareket eden Alman halkı, kendi Anayasa yapma yetkisine dayanarak, işbu Anayasayı kabul etmiştir."
Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ediyor, çalışmalarınızda Rabbimizden başarılar diliyoruz!
Asıl ben teşekkür eder, bu vesileyle Türkiye'deki, özellikle 28 Şubat askeri muhtırası ile başörtülü kamu görevlisi, öğrenci ve hatta normal insanlara yönelik zulmün bir an önce sona erdirilmesi için başta Avrupa'daki ve Türkiye'deki Müslüman kuruluşları ve erdemli insanlara yönelik dayanışma çağrımızı yineliyorum.
Röp.:Kemal Çağlayan