Ahitlerinizi bir bir bozuyor ve kendinizle barışık olmaktan sürekli uzaklaşıyor musunuz? Yaşama ve direnme gücünüz her geçen gün azalıyor mu yoksa?
Yoksa siz de çocukların gözlerindeki o inanılmaz, o tanıdık, o umut ve sevinç bahşeden ışıktan, ışıltıdan ürküyor musunuz artık? Direnenleri, kendini bırakmayanları, hayatın ve onurlu yaşama isteğinin boynundaki zincirleri çözmeye çalışanları gördükçe içiniz mi sıkılıyor, zihniniz mi inciniyor? Kendinizden, inancınızdan, savunduklarınızdan, duruşunuzdan utanmayı siz de büyük bir maharetle içselleştiriyor musunuz? Çocuklarınıza koyduğunuz isimlerden, eşinizden/eşinizin giyiminden, okuduğunuz kitaplardan, dinlediğiniz müzikten kaçıyor musunuz? Peki, nereye kaçıyorsunuz? Kimden, kime/kimlere kaçıyorsunuz? Gidiş nereye?
Direnen, bir avuç başörtülü kıza siz de "başımızın belası oldu bunlar" mı diyorsunuz?
Yolda, sokakta, işyerinde, kalabalık bir caddede, bir toplantıda size İslami bir hassasiyet ve mıncıklanmamış bir dostlukla selam verenlere, başınızı eğmekle mi yetiniyorsunuz? Dilinize ne tür sözcükler dadanıyor, tuzaksız konuşmayı başarabiliyor musunuz?
Çeçenistan'da, Filistin'de, Lübnan'da, Keşmir'de zulme, emperyalizme karşı direnenlere siz de artık "terörist" gözüyle mi bakıyorsunuz?
Medya sizin de her yerde en gözde konuğunuz oldu mu? Zihninizde hangi tilkiler dolaşıyor? Resimlerinizi yakıyor ya da bir zamanlar okuduğunuz gazetelerden, dergilerden utanıyor musunuz? Komşunuzun, patronunuzun, amirinizin gözüne girmek, suçlanmaktan ve ispiyonlanmaktan kurtulmak ve "Ben çok değiştim." diyebilmek için kılıktan kılığa giriyor musunuz?
İkinci bir evlilik mi düşünüyorsunuz? Nuh'un gemisine binmekten sıkıldığınız için, biraz gülebilmek amacıyla Kemal Sunal filmlerine mi takılıyorsunuz? Küfredip deşarj olabilmek için maçlara mı gidiyorsunuz yoksa? Anlı şanlı holdinglerimizin reklamları bile size fazla "sosyal içerikli" mi geliyor? Siz de, mesela, Ahmet Hakan'ın kravatıyla mı uğraşıyorsunuz?
Kitaplarınızın ne kadarını yaktınız sahi, ne kadarını yok ettiniz? Yoksa siz de mi insanın içini gıdıklayan şiirler yazmaya başladınız? Aynalara günde kaç kez bakıyorsunuz? Sigarayı kaç pakete çıkardınız? İbrahim Sadri'ye gıpta mı ediyorsunuz? Yıllarca faize yatırmadığınız paraya mı yanıyorsunuz? Arkadaşlarınıza "dostum", eşinize "hayatım" derken içinizden onlara küfretmek mi geliyor yoksa? Derinizi Türk Hava Kurumu'na verirken nasıl poz verdiğinizi mi düşünüyorsunuz? Arada bir, o da spor olsun diye mi kılıyorsunuz namazınızı? Kur'an'ı mezarlarda mı okuyorsunuz? Şu konjonktür hazretleri sizin nerenize dokunuyor?
Yoksa kuzum, küfre yaklaştıkça inancınız mı artıyor?
Acı doğurgandır oysa, biliyor musunuz? Ve Allah'a ait olmakla bilinen ve biriken ümit, her şeye rağmen, üretkendir... Sahih olanla buluştuğunda kendini, mensuplarını, savaşlarını çoğaltır.
Kimin, neyin önünde eğilirse eğilsin, kimliksiz ve adressiz modern insan, savaşmayan, uğrunda savaşacak şeyi olmayan/kalmayan insandır. Bunu ne kadar düşünüyorsunuz? Kubur faresi gibi yaşamayı davranış kalıbı haline getirenlere herkes gülecektir. Hayat onlar için sadece bir yüktür. Ve öncelikle kendimize, kendi var oluşumuza merhamet etmeyi önemsiyor muyuz acaba?
Gerçekten ve bilinçle Allah'tan gelip yine O'na döneceğini bilen insanlar; hangi zamanda ve mekanda olursa olsun, "tutunamayanlar"dan değil "tutulamayanlardan olabilmenin farklı güzelliğini biriktirirler.
Ve hayat bunca sorun içerisinde asıl soruyla yüzleştirir bizi: Sahi, Allah'la aranız nasıl?...
***
İnkar ve intihar haramdır. Her türlü uyarıya ve ilahi ikaza rağmen, kendi elleriyle kendilerini boğanlar, bırakın, safımızı ve soframız. terk etsinler!..