"Dua" davet etmek/ çağırmak anlamına gelir.
"De-'a" fiilinden türetilmiştir. "Nida" gibidir.
"Nida" fiilinin kullanıldığı ifadelerde cümlede bu fiilin ardından isim gelmesi gerekmezken, "dua"da isim bulunması zaruridir; "ya fülan" gibi. Bazen ikisinin birlikte ve birbirinin yerinde kullanıldığı da olur.
"Küfredenin durumu dua ve nidadan başka bir şey işitmeyene haykıran kimsenin durumu gibidir." (Bakara, 171)
"Da'va" ise dua ile güdülen amaç, çağrının hedefi ve kendisi için çağrılan "şey" demektir. "iddia" da, bu "iş'i yapmaya verilen addır.
Herkes doğal olarak duasını/ çağrısını dava'sına matuf olarak yapacaktır. "Allah selam yurduna çağırır'ken (Yunus, 25), Rasuller buna bağlı olarak "kurtuluşa ve hayat verecek şeylere çağırırlar." (Mümin, 41; Enfal, 24)
Öte yandan başka bir da'va güden "müşrikler ve kafirler ise ateşe çağırırlar." (Mümin, 41). İnkarcılardan önde gelenlerin ilahlarına karşı kararlılığa çağırdıklarını Kur'an bize haber vermektedir. (Sa'd, 4-7)
Hüküm verenlerin en iyi hüküm vereninin Allah olduğu (Tin, 8)nu bildiren Kur'an'a göre, gerçek çağrı/davet Allah'ın çağrısıdır. O'ndan başkasına yapılan çağrılar da beyhudedir. Ra'd Suresi'nin 14. ayeti bu durumu açık bir şekilde bize bildirmektedir: "Gerçek dua O'nadır. O'ndan başka dua ettikleri ise, kendilerinin hiçbir isteğini karşılayamazlar. (Onların durumu) tıpkı ağzına gelsin diye suya avuçlarını uzatan kimse gibidir. Oysa su, ona gelmez. Kafirlerin duası boşunadır." (Ra'd, 14)
Büyüklenerek kendilerini yeryüzünde ölümsüz ve güç yetiremez sandıklan sırada Allah'tan başkalarına çağıranlar/ dua edenler ve böylece başka da'valar güdenlerin Allah'ın azabı gelip de kendilerini perişan ettiğinde artık tek bir davaları kalacaktır: Zalim olduklarını itiraf.
"Azabımızı gördüklerinde "biz gerçekten zalimmişiz" demekten başka da'vaları olmadı" (Araf, 5) Yani, zalimlerin da'vaları fayda vermesi mümkün olmayan bir günde acı bir itirafa dönüşecektir.
"Allah'tan başka yaşardıklarından hepsi bir araya gelseler bir sinek bile yaratamazlar" (Hac, 73) çağrısına inananları ise başka bir son beklemekledir.
Esasen dua, Allah'ı yaşadıklarımıza, eylemlerimize/ tavır alışımıza şahit olmaya çağırmaktır.
Al-i İmran Suresi'nin 35-36 vb. birçok ayetinde Allah'ın işitici ve bilici olma sıfatlarının dua ile birlikte kullanılması bu açıdan anlamlıdır.
"Rasulü çağırmayı (dua) aranızda bazınızın bazınızı çağırması (dua) gibi yapmayın" (Nur, 63) ayetinden de anlaşılabileceği gibi çağırmak (dua), çağrılanı o an yaşadığımıza şahit olmaya, katılmaya davettir. Bu çağrıyı yaptığınız, makama uygun bir üslubun olmasının gerektiği ise Nur Suresi 63. ayetinden anlaşılmaktadır.
Ayrıca dua, şehadetiyle bize yardımda bulunma liyakat ve iktidarına sahip (muktedir) bir makama yapılır. Bu makama layık olanların en güzeli de Allah Tealadır. O hüküm verenlerden en güzelini (Tin, 8) hükmeden ve her şeyin egemenliğini/mülkünü elinde tutandır. (Tebareke, 1)
"O'ndan başka çağırdıklarınız (dua ettikleriniz) ise size yardım edemezler ve kendilerine de yardım edilecek değillerdir" (Araf/ 197). Çünkü "Allah'tan başka çağırıp yalvardıklarınız, dua ettikleriniz, onların hepsi bir araya toplansalar bir sinek bile yaratamazlar." (Hacc,73)
Onların gücü, onlarda güç vehmedenlerin vehimlerine dayanmaktadır. (Yasin, 71-75)
Bilinmektedir ki, dua, yakın olana ve umut bahşedenlere yapılır. Allah ise bize yakındır ve kendi çağırışına uyulduğunda duaya icabet edeceğini bildirmektedir. (Bakara, 186)
Tekebbür ederek kulluğunun (ibadet) gereğini yerine getirmeyenlerin ateşle uyarılmaları bu bakımdan anlamlı bir uyarıdır. (Mü'min, 60)
Allah, dualarına icabet edeceğini bildirdiği çağrısına uyan kullarını şöyle tanımlar:
"Rabbiniz'in mağfiretine ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun. Onlar bollukta ve darlıkta sarf ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever. Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile direnmezler" (Al-i İmran, 133-135).
Anlaşılmaktadır ki, dua ile ibadet birbirini bütünler. Hatta, ibadet bütünüyle dua veya başka bir ifadeyle dua bütünüyle ibadettir de denilebilir. İbadetin en güzel örneklerini ise peygamberlerde görüyoruz. Musa'nın duasına icabet eden Allah'a teslimiyet rasyonel bilincin idrakte güçlük çekeceği bir örnek davranıştır. Rabbimizin idrakleri aşan bir emrine dahi, "olur mu acaba" demeden asasını taşa vuran Musa'nın bu örnekliği rasyonel ve pozitif efsanelerle uyuşmuş bilinçlerimiz için oldukça manidar bir ayettir.
Benzer bir durum olarak Eyyûb ve Nuh (as) için bahsedilen durumlara da değinilebilir:
"Kulumuz Eyyûb'u da an. Rabbine 'Doğrusu şeytan sıkıntıya düşmeme ve acı çekmeme sebep oldu' diye yalvarmıştı. Ayağını yere vur! İşte yıkanılacak ve içilecek serin bir su dedik" (Sa'd, 41-42).
Yine, kendisini yalanlayan ve işkenceyle tehdit eden (26/105-116) kavmine karşı Allah'a yakaran Nuh (as)'a Allah'ın verdiği cevap ve Nuh'un teslimiyeti de oldukça ibretli bir durumdur.
Orta yerde bir su kümesi yokken Nuh'un gelecekte olacağını Rabbinin haber verdiği bir bilgiye teslim olarak gemi yapması, insanların kendisiyle alay etmelerine aldırmadan müstakim tavrını sürdürmesi üzerinde düşünmeliyiz.
Bu tür örnekler artırılabilirse de maksat hâsıl olmuştur sanırız. (Bkz. Kur'an-ı Kerim, 26/117-120; 23/23-30,39-41)
Verilen örneklerde görülen odur ki, dua Allah'ı yasadıklarımıza şahitliğe ve müdahaleye çağrıdır. Allah da kendi çağrısına uyan kullarının çağrısına karşılık vermiştir:
"Kullarım sana Ben'den sorarlarsa, muhakkak ben yakınım; Ben'i çağırdığında / dua ettiğinde çağıranın çağrısına (daî'nin davetine) uyarım. O halde onlar da Ben'im çağrıma uysunlar ve Bana iman etsinler, umulur ki, irşad olurlar" (Bakara, 186).
Anlatılanlardan çıkan sonuca göre mü'min, Rabbinin her şeye güç yetiren, hayatın içinde, her an yaratım halinde olan bir iktidara sahip olduğuna iman eder.
Bu imanının sonucunda dua ederek Rabbini olana veya olmasını istediğine müdahalede bulunmaya çağırmaktadır.
Yine bu imanının gereği olarak öncelikle kendisi tam bir 'teslimiyet' içerisindedir. Bu teslimiyetin en güzel örneklerini peygamberlerin hayatlarında görmekteyiz.
Rabb olan Allah, mü'minden bir şeyi yapmasını istediğinde, verili dünyada mümkün görünmeyen şeyi istemiş olsa bile, o tereddütsüz bir teslimiyet göstererek itaat etmeyi tercih eder.
Bu itaatini ise yalnızca her şeye güç yetiren Rabbine yapar. Bilir ki, başkaları O'nun güç yetirdiklerine asla güç yetiremezler. Ve yine bilir ki, kendisi itaat ederse Rabbi insana en yakın olandır.
"De ki: Eğer sizin dualarınız olmasa Rabbiniz sizi ne yapsın" (Furkan, 77).