Muhterem HAKSÖZ,
Memnuniyet ile müşahede ettik ki Mehmet Said Şimşek Beyefendi ile yaptığınız sorulu cevaplı sohbet ülkemiz için çok ümid verici mesajlar içermektedir. Bu sohbette bilhassa ilim ile dinin ayrılığı ve insanın Allah'ın halifesi olmadığı şeklinde yapılan bilgilendirmeler son derece güzeldi.
İlim ve din ayrılığı ülkemizde uzun süre kavranamamış ve bu da birçok kişinin küfrüne sebep olmuştur. Din sosyolojik bir hadise olarak düşünülmüş, sanılmışdır ki o eşyanın, yahut objeler aleminde cereyan eden hadiselerin bir yorumu olarak vardır. İnsanlar mahiyetini izah edemedikleri hadiseleri metafizik açıklamalar ile kavramağa çalışmışlardır. Din de bundan doğmuştur. Oysa, denilmiştir ki, bugün bir çok fizik olguyu ve kanunları doğru olarak kavrayabiliyoruz. Bu bakımdan devir artık din devri değil İlim devridir. İşte din hadisesine bu yaklaşım birçok kimseyi küfre sürüklemişdir.
Oysa hak din yani risalete dayanan din sanıldığı gibi eşyayı veya eşya aleminde cereyan eden fizik olguları izah için var değildir. Rasullerden hiç bîri dememişdir ki ey insanlar ben size içinde yaşadığınız şu eşya aleminin ve onda cereyan eden ve mahiyetini kavrayamadığınız fizik hadiseleri açıklamağa gönderilmiş bir rasulüm.
Hak din insana insanın geleceğinden bir haber, ona kendisini bekleyen akıbetten yapılan bir bilgilendirmedir. Müsbet eşya bilgisi ve hakk din faaliyet konuları tamamen farklı iki ilimdirler.Bu farklılık üzerinde çok durulmalı ve bu gerçek toplumumuza anlatılmalıdır.
İnsanın Allanın halifesi değil kulu olduğu gerçeği de sık sık vurgulanmalıdır. Çünkü birtakım zayıf akıllılar insanı Allah'ın halifesi olarak tanıtma gibi fahiş bir hatayı ilim diye insanlarımıza yoğun biçimde anlatıyorlar.
Bir de teokrasi meselesi var. Bunun ülkemizde iyi anlaşıldığı kanaatinde değiliz. Çok kişi teokrasiyi kilise veya din adamları yönetimi olarak düşünüyor. Oysa teokrasi bu değil kralların tebaları üzerinde Allanın vekili veya temsilcisi olarak bulunduklarını varsayan yönetim biçimidir. Öyle ki kral kanun kor iken onu "Allanın vekili veya temsilcisi" sıfatı ile Allah adına koyduğunu iddia eder; her emrine kayıtsız şartsız itaat lazım gelir.
Bizde hilafet makamı ile hem bu teokratik yönetimler karıştırılmakta hem de kilise karıştırılmaktadır. Halife ümmetin üzerinde peygamberimizin ardılıdır. O ümmeti Kur'an ve hadis dairesinde yönetmek ile mükelleftir. Onun her emrine itaat yoktur. Eğer emir masiyet ise o emre itaat yoktur, İtaat marufta yani şer'a uygun olan emirdedir, o da güce orantılı olarak. İşte işin bu yönü halifeyi Peygamberimiz (s)'den sarahaten ayırır. Çünkü peygamber emrinde hata düşünülmeyeceğinden onun her emrine gücün yettiği oranda itaat lazım gelir. Halife emrinde ise bu vasıf bulunmaz. Ondan maruf da, masiyet de sadır olur.
Demek ki bizde teokrasi yoktur. Olamaz da. Bugün Kur'an ve sünnetin yerini Avrupa'dan tercüme kanunlar ile bir takım kimselerin şu veya bu nam altında verdikleri kararlardan müteşekkil başka emirler almıştır. Yani bunlar Kur'an ve Sünnet'in üstünde görülmektedir.