"Andolsun, sizleri biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Ki onlara bir musibet geldiği zaman: 'Biz Allah içiniz ve O'na döneceğiz' derler. Rabblerinden bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır" (2/Bakara: 155-157).
İmtihan ve âhiret bilinci; insanın varoluş ve yaşayışını bütüncül bir şekilde izah edip anlamlandırma bazında İslam'ın, Kur'an'ın en temel vurguları olarak öne çıkmaktadır. Çeşitli nedenlere bağlı olarak dünyevileşip, çok yönlü bilinç ve inanç bozukluğuna maruz kalan insanoğlunun yalnızca Allah'a kulluk etmeye ve dolayısıyla hakiki özgürlüğe çağırılmasında da bu hususun ehemmiyetli olduğu ve köklü bir kaygıya işaret ettiği açıktır.
Kur'an, daha ilk bildirimlerden itibaren, Allah ve âhiret inancının zayıfladığı, çarpıtılıp yozlaştırıldığı ya da tamamen unutulup inkâr edildiği topluluklara ve dolayısıyla bütün insanlara, bilinmesi gereken her yönüyle Allah'ı tanıtarak, zihinlerdeki Allah inancını bir bakıma onarıp yenileyerek işe başlamıştır. Bu inancın peşinden en temel pekiştirici öğe olarak; kıyamet ve hesap olgusunun, âhiret gerçekliğinin vurgulandığını görmek mümkündür.
Vahiy, bu "yönüyle, sahte ilahlara tapınan ya da "Allah'ı gereği gibi takdir edemeyenlere, derece derece her yönüyle yoğunlaşıp bütünleşen,-Allah'a ait ve O'nun gücüne boyun eğen bir dünya ve dünya hayatı sunmakta, bu anlayışı çeşitli vesilelerle tekrarlayarak sürekli canlı tutmakta ve netleştirerek insana hatırlatmaktadır.
Yüce Allah'ın, yoktan varetmesi ve dünya hayatı sonunda dönüşün yine Allah'a olması, insanoğlunun ontolojik konumunu da geniş bir perspektif içinde kuşatarak anlamlı kılmakta, tabilik ve bir bağlılık hissi içinde insanı sabretmeye, özgüvenini güçlendirmeye yöneltmekte, ahiretteki hesaba ayarlı bir hayat sürme anlayışını diri ve güncel kılmaktadır.
Vahiy eşliğinde bu bütüncül tutarlılığı, devingenliği ve zindeliği yakalayabilen müslümanların, hayat, imtihan ve mücadeleyle ilgili temel tercihlerinde artık bahanelerin, basit mazeretlerin yeri olamaz, olmamalıdır. Zorlukların, sarp yokuşların aşılması, bu yolda gösterilecek olan ısrar ve istikrarla birebir ilintilidir. Engelleri aşmak, imtihanımızın bir bakıma enstrümanları, vesileleri olan bir takım "eksil(t)meler"e metanetle göğüs gerebilmek, öncelikle, Allah yolunda "adanmışlık" tercihini yapmış olmakla mümkündür.
Allah'a bağlılık ve O'na yönelişimizdeki samimi aidiyetten neş'et eden bu direniş ve zindelik; umut etmemizin, sürekli ve her durumda ümitvar olmamızın da en temel ve en meşru kaynağına bağlıdır. Musibetleri aşabilmek ve vahiyle belirlenmiş sahih hedeflere yürüyebilmek de, gerek imani, gerek zihnî ve gerekse amelî donanım ve kazanımları, bu alanlardaki bütünleyici birikimi güçlendirmek ve diri tutmakla kabildir.
İslami bazda bireysel ve toplumsal dinamizmi sağlayan bu imtihan ve ahiret bilinci, bu tevhidi umdeler yozlaşır ya da kaybedilirse, İslami hareketin misyonu ve fonksiyonu da yok olur. Çöküş ve çözülüş başlar. Islah ve inkılâb anlayışı dumura uğrar. Bu da körlük ve kabullenmişliği, düşkünlük ve teslimiyetçiliği, kölelik ve sömürüye elverişliliği getirir. Kimlik ve kişiliğin erimesine, mecalsiz kalmasına sebebiyet verir. Halbuki bizi ayrıştıran, bizi gerçek anlamda özgür kılan, bize küfür, zulüm ve sömürü karşısında müslümanca bir konum, köklü, evrensel ve mukavim bir duruş kazandıran, Kur'an'la oluşup şekillenen bu tevhidi ve devrimci kimliğimizdir.
Bu durumda, kınayıcılardan çekinmeden saflarımızı sıklaştırmak, direnişimizi örgütlemek, modern zorbalığa, tuğyana ve soykırıma karşı durmak, her türlü zillet ve emperyalizme tavır almak; birincil vahyî gerekliliklerdendir. Gündemimiz de bu kaygı ve çabayla oluşmalıdır. Bunu önemsememek ya da pekiştirip paylaşmaya yanaşmamak; düşünce konformizmine, realitesin zihinsel kirliliğin artmasına veya hayalî beklentilere kapı açacaktır.
Her müslüman içinde bulunduğu, sahip olduğu konum ve İslami sorumluluğun idrakiyle hareket etmeli; yalnızlık, yorgunluk ve şaşkınlıktan uzak durmalıdır. Aynı zamanda, gündem oluşturmada, mücadele ve kazanımları eşdeğer kılmada, acılara, zulme ve istikbara direnme konularını öncelemede tevhide ulaşmak önemlidir. Ümmet bilincine sahip olmak da bunu gerektirir. İslam düşmanlarının gözünü korkutan, emperyalistleri ürküten de bu bilincin, bu birliktelik duygusunun dalgalanarak yayılması, diri ve canlı tutulmasıdır. Irk, dil ve coğrafya farklılığı gözetmeden, müslümanların bu şeytanî ablukayı elbirliğiyle dağıtma gayreti içinde olmaları, onları ürkütmekte ve öfkelendirmektedir.
Ümmetin kollektif diriliş ve eşdeğer direnç ve direnişine, bireysel kulluk ve imtihan anlayışımızla bütünleştirerek, en azamî katkıda bulunmaya çalışmak, bu bakımdan bir zorunluluktur. "Mü'minlerin kardeş olması" ilkesinin önüne hiç bir ilke geçemez! Bunu gözardı eden ya da bazı menfaatler uğruna çiğneyen; bu noktada hududullaha başkaldırıyor demektir... Kaldı ki Kur'an, mustazaflar için mücadele vermeyi, Allah yolunda savaşmakla aynı anda, aynı bağlamda zikretmekte ve müslümanları bu ödevlerini hatırlatarak teşvik etmektedir.
Dünya hayatı elbette bir takım meşakketlerle doludur. Yüce Allah bizlerin, "korku ve açlıkla; mal, can ve ürünlerden bir parça eksiltmekle" deneneceğimizi beyan etmekte ve bunlara karşı sabretmeyi öğütlemektedir. İmtihanın bu tür ünitelerini / öğelerini günümüzde de bizatihi görmekte, duymakta, yaşamaklayız. Bu sayılanların ve buna benzer dünyevî varlık ve değerlerin, bize, "Allah yolunda savaşmaktan daha sevimli gelmemesi gerektiği bildirilmektedir. Zira zor durumlar karşısında duraksamak, umudumuzu yitirmek, ürkeklik ve siniklige duçar olarak yılmak, üzülüp gevşemek ya da çözülüp isyan etmek; hem kâfirlerin ekmeğine yağ sürecek hem de bireysel imtihanımızı zora sokacaktır.
Herkes ölür! "Her nefis ölümü tadacaktır". Önemli olan gereğince yaşamak, güzel ve şerefli yaşamaktır. Unutulmamalıdır ki, Allah'a ait olduğunu ve bir gün tekrar O'na döneceğini bilen ve ona göre yaşayan insan tükenmez, yenilmez!
Hidayete, rahmete ve merhamete ulaşmak, musibetlere sabretmekle mümkündür.
Ve Allah ne güzel velidir, ne güzel vekildir!..