“Kendisinde şüphe olmayan bu kitap, muttakiler için hidayet rehberidir.”
(Bakara, 2/2)
Allah (c), Resulullah’ın Kur’an-ı Kerim’i uydurduğu iddialarına meydan okuyarak müfterilerden şayet samimi iseler benzerini yapıp getirmelerini ve iddialarını ispat etmelerini istemiştir.1 İnkârcılar, tüm arzularına ve teşebbüslerine rağmen bunu başaramamışlardır.2
Kur’an-ı Kerim’in bir sûresinin ve hatta bir ayetinin bile bir benzerinin yapılamaması hususuna “i’caz” denir. Sözlük manası; aciz ve çaresiz bırakmaktır. Aynı kökten gelen “mu’ciz” çaresiz bırakan demektir. Mucize ise insanların başaramadığı ancak peygamberlere Allah’ın lütfettiği olağanüstü fiiller, haller ve etkiler demektir. Kur’an, mu’cizdir; çünkü meydan okuduğu halde hiç kimse bir benzerini yapamamıştır. Kur’an mucizedir; çünkü bu eşsiz olan kitap, son nebi Muhammed Aleyhisselam’ın risaletinin hak ve gerçek olduğunu ispat eden en kalıcı delildir.
Söz sanatı açısından bakıldığında; seçtiği kelimeler ve dizilişi, grameri, uygulanan edebî sanatlar, kelimelere yüklenen manalar açısından dilin imkânları sonuna kadar kullanılmıştır.
Üslup ve şekil özelliği açısından bakıldığında; Kur’an-ı Kerim’den önce Araplarda, sözlü edebiyatın, şiir ve nesir olmak üzere iki şekli vardı. Kur’an-ı Kerim, şiir olmadığı gibi Arapların bildiği nesirden de çok farklıydı. O, öğütler ve talimatlardan ibaret bulunan iki amacını gerçekleştirmek üzere şeklin ve üslubun en uygununu seçmiş, yerine göre muhteşem geçişler yaparak misaller, kıssalar ve tarihî olaylardan da yararlanarak vermek istediğini en güzel ve en etkili bir şekilde vermiştir.
Muhteva açısından incelendiğinde; Kur’an’ın muhtevası iman, iman esasları, ibadet ve çeşitleri, hükümler ve talimat, ahlak ve ahlak eğitimi, yaratılış ve oluş, gayb âlemi ve varlıkları, nebiler ve geçmiş kavimler, insanın ve kâinatın yapısı, gelecekle ilgili bazı bilgi ve haberler gibi birçok konudan oluşmaktadır. Allah Resulü’nün çevresi ve yetişme şartları bellidir. Onun ve çevresinde yaşayanların bu bilgilere sahip olmadıkları, bu bilgilerin birçoğuna o çağda yaşayan başkalarının da sahip bulunmadıkları bilinmektedir. Risaletten önce okuma yazma bilmeyen (ümmi) bir zatın ağzından çıkan, hepsinin de doğru olduğu ya o anda ya da zamanı gelince anlaşılan ve bundan sonra da anlaşılacak olan, yakın çevrede mevcut dinlerin ve bu dinlere ait kitapların tahrif ve yanlışlarını düzelten Kur’an-ı Kerim’in muhtevası, olağanüstüdür, mucizedir. Ancak ve ancak doğru bilginin kaynağı olan Allah’tan gelmiş olabilir. Başka bir ihtimal makul değildir.
23 yılda hayatın içine inmiş olan Kur’an-ı Kerim, çelişki içermemesi ve bütünlük açısından da mucizedir.
Hz. Muhammed (s) döneminde Arap yarımadasında, şiir, edebiyat, belagat ve fesahatin çok ileri düzeyde olduğu bilinmektedir. O dönem için söz zirvede, özellikle şiir kılıç mesabesindeydi. Bu saltanat, Allah’ın Kur’an-ı Kerim üzerinden meydan okumasıyla son bulmuştur. Çağlar boyunca da Kur’an-ı Kerim’e karşı saldıran tüm medeniyet, toplum ve şahıslar acze düşmüştür.
Sonsuz lütuf sahibi Allah Teâlâ’nın kitabında, mesajın daha iyi anlaşılması, ilkelerin ete kemiğe büründürülerek üzerinde tefekkür edilebilmesi için temsil, teşbih ve örnekleme şeklinde edebî sanatlar yeralmaktadır. Nitekim inkârcıların “Allah böyle şeyleri örnek vermez!” şeklindeki bir itirazı şu şekilde reddedilmiştir:
“Şüphe yok ki Allah herhangi bir şeyi, bir sivrisineği, hatta onun da ötesindekini misal vermekten utanıp çekinmez. Bunun karşısında iman edenler onun, Allah’tan gelen gerçek olduğunu bilirler, inkâr edenler ise ‘Allah misal olarak bununla neyi kastediyor?’ derler. Allah birçok kimseyi onunla saptırır, birçok kimseyi de onunla doğru yola iletir; onunla başkalarını değil ancak emrine karşı gelenleri saptırır.” (Bakara, 2/26)
Allah (c), Hacc Sûresi’nin 73. ayetinde inkârcılardan bahsederken şöyle bir misal veriyor: “Ey insanlar! Size bir misal verilmekte; dinleyin onu: Allah’tan başka kendilerine yalvarıp yakardıklarınız var ya, hepsi bunun için bir araya gelseler bile bir sinek yaratamazlar! Hatta sinek onlardan bir şey kapsa, onu dahi ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!”
Bu temsilî anlatımda, öncelikle muhataplar bir an için, aklî muhakemelerini kısıtlayan önyargılardan ve esiri oldukları alışkanlıklardan sıyrılıp akıllarını kullanmaya, verilen örneği can kulağıyla dinlemeye çağırılmaktadır. Örnek şudur: Allah’tan başka kendilerine tapılan, yalvarılan bütün varlıklar birleşseler bile yine de bir sinek dahi yaratamazlar, hatta onlar sineğin kapıp götürdüğünü bile geri alma kudretine sahip değildirler. Kendinden istenen âcizdir, çünkü temizliği ve bakımı için dahi başkasına muhtaçtır; isteyen de âcizdir, çünkü yalvardığı varlığın kendisine bile bir hayrı yoktur. O halde isteyenin de eli boş kalmaya mahkûmdur.
Ankebut Sûresi’nin 41.ayetinde de Rabbimiz örümceği örnek vermektedir: “Allah’tan başka varlıkların korumasına sığınanların durumu, örümceğin durumuna benzer: Örümcek, kendine bir yuva yaparama yuvaların en çürüğü de örümceğin yuvasıdır. Keşke bilselerdi!” Putperestlerin dinlerinin anlamsızlığını, çürüklüğünü; onların tanrı diye inanıp bağlandıkları, sığınıp güvendikleri nesnelerin, varlıkların yararsızlığını betimleyen ayet, daha genel olarak Allah’ı bırakıp O’ndan başkasını tanrı tanıyan veya böyle açıkça olmasa bile, tutum ve davranışlarıyla bir faniye tanrı gibi bağlanan ve sadece Allah’tan bekleyebileceği yardım ve desteği bir faniden bekleyen insanın içine düştüğü büyük yanılgıyı, etkileyici bir benzetmeyle anlatmaktadır.
İnkârcılar, Kur’an mesajının muhataplarına ulaşmasını önlemek ve etkisini kırabilmek için: “Bu kitap sinekten, böcekten bahsediyor!” veya “Muhammed’in bahsettiği Allah nasıl bir yaratıcıdır ki bahsettiği şu basit şeylere bak!” kabilinden zihinlerde ve kalplerde şüphe oluşturma gayretine girişmişlerdir.
Münafıkların kasıtlı ikilemleri, Kur’an-ı Kerim’de yine temsillerle açıklanmaktadır. Bakara Sûresi’nin 17-19. Ayetlerinde münafıkların durumlarından bahsedilirken yıldırım, şimşek ve yağmur üzerinden anlatım yapılmaktadır. İnkârcılar dini hayatlarının dışına attıkları için akıl, duyular ve tecrübelerle -daha çok ve kısmen- maddî problemlerini çözüyorlar, bu alanda hayatlarını düzene koyabiliyorlar. Beşerî bilgilerin yeterli olmadığı ilişkiler, varlıklar, olaylar ve oluşlar alanına gelince karanlıklar içinde kalıyor, meçhuller arasında bocalıyorlar. Bu alana karşı idrak kanallarını kapatmak, görmezlikten gelmek, düşünmemeye çalışmak, yok saymak fayda vermiyor. Şuur altının derinliklerinde fırtınalar kopuyor, şuurda huzursuzluklar su yüzüne çıkar gibi oluyor. Bunları bastırmak, madde ötesini ve beşerî gücün çözümden âciz kaldığı problemleri unutmak için başvurulan tedbirler (zevk ü safa âlemleri, iş, sanat, spor vb. alanlardaki faaliyetler, içki, uyuşturucu…) fayda vermiyor. Bunlar insanı bir müddet oyalasa bile kaçınılmaz sonla karşı karşıya gelindiğinde gerçek anlaşılıyor fakat artık çok geç oluyor, iş işten geçmiş bulunuyor. Yıldırım, şimşek ve yağmur üzerinden verilen örneği münafıklar hafife alarak dezenformasyon malzemesi haline getirmeye çalışıyorlar.
İnkârcılar bu çabalarıyla Allah’a, kendi söz söyleme sanatlarıyla gündem kurma çabalarını dayatma gayreti içindedirler. Onlara göre söz söylenecekse kendi dil bilimcilerinin, filologlarının, epistomolojik ve semantik anlamda geliştirdikleri kurallara göre misaller verilmeliydi. Kendilerince yerleşik ve egemen kültür daha önemli ve belirleyicidir. Ama şunu unutuyorlardı: Egemen kültürün, resmî ideolojilerin yazı ve söz kuralları Allah’ı bağlamaz. O, uygun gördüğü örneklemeleri yapar, yaparken de başkalarının koyduğu, kurallardan, ölçülerden, standartlardan, sınırlardan beridir. Yaratan O’dur, en güzel sözler O’na aittir, insana bir şeyi nasıl ve hangi örneklerle ifade edeceğini en iyi bilen O’dur.
Küfür ve nifak çevreleri, sözün gücünü kırmak, boğmak ve kendi paradigmalarıyla kuşatmak için polemik, mugalata yaparak zihinleri bulandırmak niyetinde olmuşlardır. Yerleşik kurallar ve kabuller ne olursa olsun Allah’ın sözü ulaştıktan sonra iman edenlere düşen: “İşittik ve itaat ettik.” demektir. Bu temsil ve misallerle ayrıca inkâr edenlerin çaba ve propagandalarının etkisi karşısında Müslümanların takılı kalmayıp, imanlarının artması hedeflenmektedir. Zaten Bakara Sûresi’nin 26. ayetinin devamında Rabbimiz: “Bunun karşısında iman edenler onun, Allah’tan gelen gerçek olduğunu bilirler.” buyurmaktadır. Müminler, Allah katından gelen bu hakikat karşısında nerede duracaklarını bilirler.
Bir sinek üzerinden müthiş bir imtihan gerçekleşiyor. Böylece fasıkların dalaleti, iman edenlerin ise hidayeti artıyor. Bu hem küfre sapanlar hem de hidayet üzere olanlar için kendi tercihlerinin sonucudur.
Allah, kelimelerle de söz üzerinden imtihan eder. Âl-i İmran Sûresi’nin 7.Ayeti şöyledir: “Sana kitabı indiren O’dur. Onun bir kısım ayetleri muhkemdir -ki bunlar kitabın esasıdır- diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) tevil etmek için ondaki müteşabihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun tevilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar. ” Kalplerinde hastalık bulunanlar Allah’ın burada neyi kastettiğini artniyetle sorgulayıp üzerlerine düşmeyen birçok tevil ve yorumlarla amacının dışında, meseleyi çekip çevirirler. Kelimelerin üzerinde gezinirler. Mesajın ruhuna inmek ve hikmetini yakalamakişlerine gelmez.
Kelimelere takılıp kalmadan mesajı yakalama çabası, aynı zamanda bir gabya iman ve akide sınavıdır. Allah’ın kelimelerine rasyonalizmin kurallarıyla mı pozitivizmin verileriyle mi yoksa vahyin getirdiğine bir teslimiyet, samimiyet ve sadakatle mi yaklaşmalıyız? Gönlümüzü, zihnimizi ve idrakimizi Allah’ın ayetlerine ne düzeyde açık tutacağımız, -imtihan hasebiyle- biz irade sahibi varlıkların kendi tercihine bırakılmıştır.
Salt bilimsel gelişmeler, akademik tecrübeler, felsefi kurallar, ideolojik veriler, kültürel ve tarihî birikimler, vahiyle insan arasına bir set veya engel olarak girerse, bunları aşmadan vahyin çizgi, bilinç, ruh ve idraki yakalanamaz. Vesselam.
Dipnotlar:
1- Kur’an’a benzer bir kitap (Kassas, 28/49); onun sûrelerine benzer on sûre (Hud 11/13); onun surelerine benzer bir sûre (Yunus 10/38); onda bulunanlara benzer bir söz (Tur 52/34).
2- “Ama yapamazsanız -ki kesin olarak yapamayacaksınız-…” (Bakara,2/24).