Bizler, âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz. Rabbimizin rahmet tecellisi, tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olan din nimeti olan İslam’dır; O’nun insanlığa ikramı kitab-ı mubin Kur’an ve Resulullah(s)’ın örnekliğidir. “Ona sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları, kendinden bir rahmet ve lütuf içine daldıracak ve onları kendine ulaştıran dosdoğru bir yola iletecektir.” (Nisa, 175)
“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107) Âlemlere rahmet; Resulullah (s)’ın hayata dokunan rolü, onun toplumsal değişim ve ıslahtaki öncülüğü ve tüm insanlığa ‘usvetunhasene’ olarak da nitelenen örnekliğidir.
Resulullah (s), Allah’ın insanlığa rahmeti gereği bize adalet, ahlak, merhamet, vicdan, istişare, yönetim ve marufa dayalı maslahatların hikmetini öğretti. Onun bıraktığı Kur’an ve sahih Sünnet mirası ile dinde tahkiki, fıhketmeyi ve hikmeti kavradık. İşte tüm bunlar Rahman, Rahim, Ğafur olan Yüce Rabbimizin insanlığa rahmeti gereği tecelli etti. Meselenin inceliklerini düşündüğümüzde Rabbimizin isimlerinde karşılığı olan hak, adalet, merhamet kavramlarının hayatımızda tevhide dayalı müthiş bir ahengi işaret ettiğini fark edebiliriz.
Zaman Emanetimizdir, Onu Değerlerimize Uygun Şekillendirmeliyiz
Asr Suresinde ‘asr/zaman’a yemin edilir. İnsan için asr/zaman ancak rahmani kurallara riayet edilerek, İslam’ı tüm hayatı kapsayan bütüncüllükle yaşandığında anlamlı hale gelen bir olgudur. İçinde yaşadığımız zaman çoğunlukla insanın ürettiği tuzaklar, nefisleri azdıran eğilimler, Allah’ı unutturan dünyevi çekicilik barındırmaktadır. Nefis insana kötülük emreder (Yusuf, 53).Bu yüzden kitabımızda hak, hakikat, fıtrat, hidayet, takva, kaim din ve İslam kavramlarına vurgu vardır. Emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmamız ve asla zalime, zulümat sistemine, tuğyana meyletmememiz emredilir. Yoksa Allah zalim ile işbirliğinde ısrar edenlere hiç yardım etmeyeceğini söylemektedir. (Bkz. Hud, 112-113)
Hüsrandan kurtuluş ancak iman edip salih amel peşinde koşarak olur. Müminler hakkı üstün tutan kimselerdir. Onlar İslami mücadele içinde birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler. Ayette geçen ‘kurtuluş’ sadece ahiretteki mutlu sona işaret etmez, tersine dünya hayatındaki kargaşa, ahlaki bunalım, adaletsizlikler ve bilumum zulümden kurtulmayı da kapsar. Bugüne dair anlamaya çalışırsak Asr Suresinde, postmodern düşünüş ve yaşam biçiminin ürettiği kirlerden, sapkın fikirlerden, vesveseden, hazcılıktan, nemelazımcı ihtiraslardan, hak, adalet ve ahlak alanlarındaki yozlaşmadan ancak inanıp salih amel işlemek ve birbirimize hakkı-sabrı tavsiye etmekle felaha ereceğimiz anlatılmakta.
Reel Koşullar Adaletsizliğe Mazeret mi?
Bugün öyle bir zamanı yaşamaktayız ki bir yönüyle kimliksel hasletlerimizi yaşatma kaygısı taşıyoruz diğer yandan çağın imkân bolluğu karşısında bocalamamak için mücadele etmekteyiz. Modernite insan zihnini ve yaşam tercihlerini bütünlükten koparıyor, değerleri kategorize ediyor. Bütünlük dinimizi küçük alanlara ayırıyor. Böylece kimlik, İslami duruş açısından hayat kesitlerinde uyumsuzluk ve çelişki artıyor. Fıtrata ters bu gidiş sosyal, siyasal, ahlaki, davranışsal sorunları derinleştiriyor. Hâlbuki Rabbimizle yaptığımız fıtri sözleşmemiz ve inandığımız İslam bu parçacılığı ve keyfiliği telkin etmiyor.İmtihanda süreklilik ve bu sorumluluk içinde serdedeceğimiz bütüncül İslami hayat asıldır, usul buna tabi olmak durumundadır.
İdeal umutlarla girilen Müslümanların siyaset ve yönetim işinde süreç, pek öyle umulduğu kadar adalet ve merhamet dengesini koruyamadı. Reel koşullar gerekçesi o kadar çok öne sürülür oldu ki adaleti yansıtmayan uygulamalar zaruret kabilinden gerekçelendirildi. Hâlbuki AK Parti’nin ilk yıllarında umulanın üstünde başarı sağlanmıştı. Vesayeti gerileten, başörtüsüyle var olma alanını genişleten, 28 Şubat darbecilerinden kalma uygulamaları iptal eden, ırkçı-ayrımcı devlet anlayışını değiştiren, hukukta yaşanan adaletsizliğin önüne geçmeye çalışan, Kemalist dayatmalarla şekillenen çoğu ritüeli iptal eden adımlar gönlümüzü ferahlatmış, umutlarımızı büyütmüştü. Hâlbuki bugün tam tersi döneme yönelme hissi her gün artmakta. 15 Temmuz sonrası girilen süreçte vesayeti gerileten ve statükocu anlayışı sorgulayan iktidar yerini özgür düşünce sınırlarını daraltan, hukuki açıdan problemli kararlara imza atan ve eleştiriye, istişareye kapalı bir iktidara bıraktı.
Reel durum ve beka mücadelesi gerekçesi ‘zor zamanlar’ repliği haline geldi. Bu gerekçeye yerli, milli ve Atatürkçü tezler de eklendi.
Meseleleri maruf ölçülerle ele almak yerine alabildiğine modern, hatta seküler yaklaşımlar aklımızı esir mi aldı?
Yöneticilere karşı nasihat etme, onlara ve topluma marufu emretme münkerden sakındırma sorumluluğunu üstlenmiş Müslümanlar adalet, vicdan, ahlak adına uyarıcılık yapmak yerine susarlarsa, adil şahitlikte bulunmazlarsa, kişisel açıdan sivrilmekten çekinirlerse toplumsal ıslah yerini ifsada terk etmiş demektir.
İdealin de Reelin de Ölçüsü İslam’dır
“Şüphesiz ki Allah; size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Muhakkak ki Allah,hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.”(Nisa, 58)
Bir rivayette şöyle anlatılır: “Hz. Ali (ra), Mekke fethedilince müşrik olan Osman bin Talha’dan, eskiden gelen gelenek gereği Kâbe’nin anahtarlarını alır. (Hz. Ali’ye böyle yapmasını Allah Resulü’nün söylediğine dair rivayetler de vardır.) Ardından bu ayet nazil olur. Resulullah (s), Kâbe’yi putlardan temizledikten sonra anahtarın tekrar henüz Müslüman olmayan Osman bin Talha’ya verilmesini emreder. Ayetin ardından Resulullah’ın (s) bu uygulaması, emaneti ve hakkı ‘yakınlarına, makam sahibi veya ilim adamına’ değil; ‘ehliyetli’ ve ‘liyakatli’ olana verme ölçüsünü getirmiştir. Bu ayet gereğince adil karar verme işinin ehliyet, hak etme, sorumluluk temsilini taşıma kriterlerine bağlanmasına karar verilmiş oluyor. Atılan adım, alınan hukuki karar o anı değil geleceği de hedefleyen maslahat sürekliliğinin de altını çizmiş oluyor. Bu yaşananlardan sonra Osman bin Talha ‘Müslüman’ olmaya karar vermiştir.”1
Seyyid Kutup, Fi Zilalil Kur’an’da, Nisa Suresinin 58. ayetinin tefsirinde şunları söyler:
İnsanlar arasında sağlıklı ilişkiler kurma, hiç kimsenin hakkını çiğnememe emaneti; alışverişlerde, sözleşmelerde, verilmek üzere alınan her türlü eşyada güveni bozmama emaneti; yönetenlere ve yönetilenlere yönelik nasihat, doğruyu söyleme emaneti; ailede ve toplumda çocuklara bakma, onları iyi yetiştirme emaneti; toplumun dokunulmaz haklarını, mallarını ve sınır boylarını kollama-gözetme emaneti; kısacası hayatın bütün alanlarında ilahi sistemin insanlara yüklediği görevleri yerine getirme emaneti... Bu saydıklarımız genel olarak Allah’ın emri olan emanetlerin başlıcalarıdır.
İnsanlar arasında adalete uygun hükümler verme görevine gelince; Yüce Allah, bu görevi tüm “insanları” içerecek biçimde kayıtsız, yaygın ve geniş kapsamlı tutuyor. İslam’ın istediği adalet sadece Müslümanlarla sınırlı değildir. Kitap ehlini şemsiyeye dâhil eden ama diğer insanları kapsam dışında tutan sınırlı bir adalet de değildir. İslam’a göre adalet, her insanın, sırf “insan” olmasından kaynaklanan doğal hakkıdır. Bu sistemde adalet hakkının tek gerekçesi insanın “insan” olmasıdır. İnsan niteliği olduğuna göre insanlar arasında adalet dağıtılırken mümin-kâfir, dost-düşman, siyah derili-beyaz derili, Arap-Arap olmayan ayırımı yapılamaz.
Müslüman ümmet, insanlar arasında hüküm verme görevi ile karşılaşınca onlar arasında adalet uyarınca hüküm etmekle yükümlüdür. Adalet ilkesinin böyle ayırımsız uygulamasını insanlık sadece Müslümanların egemenlik dönemlerinde, İslam toplumunun insanlığa önderlik ettiği yerlerde ve zamanlarda görebilmiştir.İslam’da toplumsal hayatın temelini nasıl emanet oluşturuyorsa egemenliğin, hükümranlığın temelini de ‘adalet’ oluşturur.”
Emanet Kur’an’daki ilkelerdir. En temel unsurlardan olan kitap, hikmet, Resulullah’ın önderliği, şahitlik, adalet, ihsan, ahlak, ibadet, vicdan, İslam’ın yeryüzü geleceği üzerine tasavvur ve tedbir sahibi olmak, haklar, evrensel maslahatlardır. “Biz emaneti göklere, yere, dağlara sunduk, onlar bunu yüklenmekten sakındılar ve ondan korkup titrediler, fakat pek zalim ve cahil olan insan bunu yüklendi.” (Ahzab, 72) “Tartıp değerlendirdiğinizde dosdoğru bir kıstas ile tartıp değerlendirin.” (İsra, 35)
Allah Teâlâ’nın emrettiği adalet, sadece yönetimde değil, aynı zamanda hukukta itidal, muamelede dengedir. Ölçüde adalet Kitab ile, uygulamada adalet hak-hukuk-mizan ile, hak-hukuk-adaleti korumada adalet silah-güç-müeyyideler ile sağlanır. Hadid Suresinde bunlar ‘Kitab, mizan, demir ile sağlanan adalet’ olarak anlatılmıştır. “Andolsun, Biz elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitab’ı ve mizanı indirdik. Ve kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve elçilerine gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). Şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır.”(Hadid, 25)
Adalet, Merhamet ve Şer’i Esaslar Tüm Şart ve Zamanlarda Yaşamalıdır
Allah Teâlâ ilahi yasası gereği; merhameti, emanı, selamı ve adaleti ‘kapsamlı bir din’ olarak yeryüzünün ‘evrensel’ umdelerinden kılmıştır. Müslüman kişi şartlar ne olursa olsun bu konuda önüne çıkan engellerle mücadeleyi önemser. Kişisel ihtiraslara ve keyfi tutumlara adaleti, merhameti feda etmez.
Genel kural ahkâmı/şeriatı hayat alanlarında olabildiğince fonksiyonel kılmaktır. Tüm şart ve zamanlarda Kur’ani bütünlüğü gözeten anlamda bir terkip olarak ‘makasıdüşşeria’ hayatın tümüne yön veren bir konumda daima aktif olmalı ve genel kabul görmelidir. Makasıdüşşeria; Şâriin şer‘î hükümlerin sadece bir kısmında değil bütününde veya büyük çoğunluğunda göz önüne aldığı mana ve hikmetlerdir. İbn Âşûr ‘fıtrat’ın Allah’ın yarattıklarında gözettiği düzen olduğuna işaret ederek İslâm hukukunun genel amacının insan fıtratını koruma ve bozulan yanlarını düzeltme olduğunu vurgulamıştır. (Maḳaṣıdü’ş-Şeriʿati’l-İslâmiyye, s. 56-59). İslâm’ın fıtrat dini oluşu, bu dinin insanın yaratılıştan gelen özellikleriyle uyum içinde bulunması anlamını taşır. Dolayısıyla İslâm’ın getirdiği hükümler, insanî bir medeniyetin oluşturulması için gereken ihtiyaçları karşılamak durumunda olduğundan İslâm’ın insan fıtratına ters düşen herhangi bir hüküm içermesi düşünülemez. (Allâl el-Fâsî, s. 66-67) İbn Âşûr’un, ‘şer‘î hükümlerin sadece bir kısmında değil bütününde veya büyük çoğunluğunda göz önüne alınan mana ve hikmetler’ şeklinde tanıttığı anlamıyla ‘maslahat’ fikrinde birleşen bu amaçlar; Allah’a kulluğun, adaletin ve toplumsal düzenin sağlanması, eşitlik ve hürriyet, erdemli bir toplum oluşturma, yeryüzünün imarı, itidal ve kolaylık, uygulanabilirlik gibi başlıklar altında incelenir.2
Merhamet evrensel değerdir. Ayrımcılık, üstünlük iddiası veya bir dönem taraflar arasında yaşanmış husumet kaynaklı asabiye veya cahiliyeye dayalı ırkçı, milliyetçi, bölgeci, sınıfçı eğilimler merhamete engel olmamalı. Suça ‘fiilen iştirak’ ve suça ‘sempati’ veya ‘destek’ adalet terazisinde kendi miskalince ayrı ayrı karşılık bulmalıdır. ‘Suçun şahsiliği’ esas alınmalıdır. Örneğin 15 Temmuz darbesine fiilen müdahil olan ile bu örgütün sempatizanına verilen ceza aynı ağırlıkta olmamalıdır. Zorumuza gitse de bunun hakça, adaletçe karşılığı Müslümanlar nezdinde ‘adalet ve merhamet’ dengesi gözetilerek karşılık bulmalıdır.
Rivayet olunur ki “Sa'd b. Ubade, elinde Resûlullah'ın Ensar'a ayırdığı bayrak olduğu halde, Ensar'ın başında yürüyordu. Ebu Süfyan'ın yanından geçerken, Sa'd ona şöyle dedi: ‘Ey Ebu Süfyan! Bugün vuruşma günüdür. Bugün haramların helal olduğu gündür. Bugün Allah'ın Kureyş'i zelil kıldığı gündür.’
Resûlullah, Ebu Süfyan'ın bulunduğu yerden geçerken Ebu Süfyan, ona şöyle seslendi: ‘Ya Resûlallah! Sen kavminin öldürülmesini mi emrettin? Çünkü Sa'd ve beraberindekiler biraz önce yanımızdan geçerken, bizimle savaşacaklarını söylediler ve 'Bugün vuruşma günüdür' dediler. Kavmine iyilik etmen için seni Allah adına yemine veriyorum. Çünkü sen insanların en iyisi, en merhametlisi, en fazla akrabalık bağlarını gözetenisin.’
Peygamberimiz şöyle dedi: ‘Sa'd yalan söylüyor. Bugün merhamet günüdür. Bugün Allah'ın Kureyş'i aziz kıldığı gündür. Bugün Allah'ın Kâbe'yi yücelttiği gündür. Bugün Kâbe'nin taze örtülere büründüğü gündür.’Resûlullah, sancağı ondan alması ve onunla birlikte Mekke'ye girmesi için Hz. Ali'yi Sa'd b. Ubade'nin yanına gönderdi.”3
“Mekke fetholunduğunda Resulullah (s) Mekke halkına,‘Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?’ diye sordu.
Kureyşliler, ‘Biz senin hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Sen, kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun!’ dediler.
Resulullah(s) ‘Ben de Hazret-i Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi, ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.’ (Yusuf, 92) diyorum. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz. Bugün merhamet günüdür. Bugün Allah’ın, Kureyşlileri İslamiyet’le güçlendireceği bir gündür.’ dedi.”4
Yönetim ve Hukuk Adil ve Vicdanlı Olmalıdır
Müslümanların yönetim esaslarını şöyle sıralamak mümkün:
1- Tevhid: Allah ismini yüceltme ve yayma seferberliğidir. Tevhid, İslam toplumlarının muharrik gücüdür.
2- Emanet: Yönetim sadece yönetenlere emanet edilmemiş; yönetenlerin denetlenmesi de kamuya emanet edilmiştir.
3- Adalet: Hukuk devletinin temelidir. "Allah, insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder." (Nisâ, 58) ) ayeti ile toplumsal meselelerde adalet temel esas olarak belirlenmiştir.
4- Liyakat: Devlet başkanı Müslüman, hür, akıllı, ergin, erkek ve ehliyetli, ilim sahibi ve kabiliyetli bir kimse olacaktır.
5- Şura: Kur’an’da müminlerin hemen her işinin müşavere ile olduğu açık olarak belirtilmektedir. Devlet başkanı idari kararları şura ile alır.
6- Meşruiyet: Yöneticinin meşruiyetini kaybetmemesi için istişare yapması, liyakat, ehliyet sahibi ve adil olması gerekir.5
“Zaruret-i hamse (ismet hakları) güvencesi İslam’ı din kılan en önemli özelliğidir. İsmet hakları; yani insanların evrensel olarak sahip oldukları haklar veya dokunulmazlıklar can, mal, din, akıl, nesep… Hiçbir otoritenin bu hakları ihlal yetkisi yoktur. Haklar çiğnendiği zaman hususi veya umumi bir maslahat ortadan kalkar ki bunun mümkünse tazmin edilmesi gerekir.”6
Küfür, nifak ve fısk başlıkları altında ele alınan Allah’a isyan Allah tarafından ahirette cezalandırılacak bir suçtur; dolayısıyla kişinin hukuk önündeki konumunu etkilemez. Nitekim fıkıhta -bazı istisnai kurallar dışında- Müslümanlara ayrı, gayrimüslimlere ayrı bir hukuk geliştirilmemiştir. Gayrimüslimler dilerlerse kendi hukuklarını uygulayabilirler ancak bunun tek şartı vardır. O da ismetin muhafazasıdır.
Adalet, Ahlak ve Merhamet Ayetleri Mekke’de İnzal Olmuştur
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90)
Şartlar ne kadar zor olsa da hayatın her kesitinde asla adalet, ihsan ve merhametten uzak bir zorunluluk uygulamasına cevaz verilmemiştir. Bu emirler bilhassa Mekke’de, o zor koşullar altında ve her türlü kısıtlamaya rağmen inzal olmuştur. Tıpkı Kalem Suresindeki ahlak ayetleri gibi.
“Sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin. Yakında sen de onlar da sizden, hanginizin fitneye tutulup çıldırdığını görecekler. Senin Rabbin, kendi yolundan kimin saptığını ve kimin hidayete erdiğini daha iyi bilendir. Şu halde yalanlayanlara itaat etme. Onlar, senin kendilerine yaranmanı (müdahane etmeni) arzu ettiler; güya sana yaranıp uzlaşacaklardı.” (Kalem, 4-12)
Toplumsal Değişim Sabırla ve İkna İle Gerçekleşir
‘Müslüman ümmetin geleceği’ üst hedefimiz olmalıdır. Fitne kalmayıncaya din yalnız Allah’ın oluncaya kadar bitmeyen, tükenmeyen bir mücadele ve azim içinde olmalıyız. Bu, hemen olacak bir hedef değil. Toplumun değişimi en zor işlerden birisidir. Ki bu da ilk önce kendi nefislerimizden başlarsa başarıya ulaşır. (Bkz.Rad, 11) Karşıdakine sabretmek, yapılan kötülüğü Allah için affetmek, öfke ve husumet duygusuyla karar vermemek, önünü değil ufku hedeflemek, büyük kazanç için küçük şeylere sabretmek sünnetullahı gözeten en önemli merhalelerdir. Bu minvalde yol almanın en önemli ayrıntısı söylediklerimizle yaptıklarımız arasında tutarlı olmamızdır. ‘Adil şahitlik’ konusu mümin olmanın temel şiarlarındandır. Toplumsal ıslahta en temel hikmet; nefsimizin zoruna gitse de yakınlarımıza, statümüze, tercihlerimize zor gelse de ‘adalet’ten şaşmamaktır. Değişimin, ihya ve ıslahın istikameti Kur’ani bütüncüllük içinde, Resulullah’ın örnekliği ve akaid ilkelerimiz üzerinden, yeniden kendimizi muhasebe ederek ve ahdimizi yenileyerek kurulmalıdır. (Bkz.Nisa, 135-136)
“İslami Olmayan Yönetime Katılım” başlıklı yazısında Raşid el-Gannuşi şöyle der:
“Allah’ın emirlerini yerine getirmek için İslami bir yönetim kurmak, her İslami grubun uzun ya da kısa vadede hedefiyse; şeriat, böyle bir hedefin kolaylıkla başarılmayacağı ihtimalini ve bu yüzden bir alternatifin sağlanması gerektiğini hep göz önünde bulundurur.
Önemli olan şudur: Bir Müslüman, kısmen veya bütünlük içinde, şartlara ve kaynaklara bağlı kalarak, Allah’ın kanunlarını uygulamak için hep pozitif-teyakkuzda kalmalı ve bu kanunları uygulamada yapılacak çabalara ‘aktif şekilde dâhil’ olmalıdır.
Allah’ın kanunlarının özü, gönderilmiş bütün ilahi mesajlara uygun olarak, insanoğlu için ancak ‘adalet’in kurulmasıyla mümkün olacaktır.”
Dipnotlar:
1- İbn Kesir, Kurtubi, İbn Cerir et-Taberi
2- Bkz. İslam Ansiklopedisi, Makasıdüş Şeria, Tahir b. Aşur
3- Tarih-i Taberi, c. 2, s. 334
4- İbn-i Mâce, Diyât, 5; Buharî, 3, 62; Ahmed, Müsned, 4, 430-431
5- Hikmet Adem, “İslam’da Yönetim ve Adalet Anlayışı”, Yeni Fikir Dergisi, Sayı: 17, sf. 72
6- Bkz. Merğinani, el-Hidaye, s. 155-156, 161; Aynî,el-Binaye, V, s. 830-831.