İsrail Toprak Üstündeki Eserleri Yıkarak Toprak Altından Köken Bulmaya Çalışıyor.
Geçtiğimiz ay Filistin'le ilgili iki önemli gündem vardı. Birincisi Mekke'de el-Fetih ile Hamas arasında varılan anlaşma, ikincisi ise İsrail'in yeniden hızlandırdığı Mescid-i Aksa'nın yanındaki kazı çalışmaları.
Mekke buluşmasıyla el-Fetih ve Hamas, çatışmaları sona erdirerek birlik hükümeti kurma hususunda anlaştılar. Ancak arkasında onlarca ölü bırakan çatışmaları kışkırtan mihraklar, bu durumdan hiç de memnun değiller. Nitekim Mekke'de varılan anlaşmadan hemen sonra ABD ve İngiltere, İsrail'i resmen tanımadığı sürece Hamas'ın ortak olacağı herhangi bir hükümeti tanımayacaklarını, birlik hükümeti kurulsa bile ekonomik ve siyasi ambargoya devam edeceklerini açıkladılar.
Mekke Anlaşması İsrail'in hedeflerini boşa çıkarmıştır. İsrail, Filistin'deki çatışmaları, Filistinlilerin asla kendi aralarında anlaşamayacaklarını ve bir devlet yönetemeyeceklerini, bölgede barış ve istikrar için güçlü bir İsrail'in gerektiği şeklinde propaganda malzemesine dönüştürüyordu. Hatta Gazze'ye ve Batı Şeria'ya aralıksız düzenlediği saldırıları da kendi aralarında bile anlaşamayan, şiddeti yaşam biçimine dönüştürmüş bu Filistinlileri 'adam etme' aracı olarak gösteriyordu.
Hamas'ın Mücadele Örnekliği
Zaman zaman tartışmalı icraatlar ortaya koysa da Hamas iktidarı, birçok açıdan öğretici ve örnek bir tavır sergilemiştir. Tüm baskılara rağmen ilkelerinden taviz vermedi, İsrail'i tanımadı. Halkın maruz kaldığı sıkıntıları alternatif çözümlerle gidermeye çalıştı. Halkın dertlerine bizzat yaşayarak ortak oldu, sahip olduğu imkânları adil bir şekilde dağıttı. Bir İslami hareketin amacının ne olursa olsun iktidarda kalmak olmadığını, önemli olanın ilkeli, tutarlı ve sahih bir örneklik sergilemek olduğunu gösterdi. Maruz kaldığı haksızlıklara teslim olmayıp, imkânları ölçüsünde gerekli cevabı verdi.
Ancak Filistin'de sorun henüz halledilemedi, sadece ertelendi. El-Fetih, Madrid'le başlayan anlaşmalara bu kadar gönüllü bağlı kalmaya devam ettiği müddetçe de soruna kalıcı bir çözüm bulunamayacak. Oslo, İsrail açısından işgalin yerleştirilmesi için bir adımdı. Bu anlaşmalar sayesinde hem bölgesel hem de dünya çapında, hiç olmadığı kadar meşruiyet kesbetti. Dolayısıyla birçok hükmünü zaten uygulamadığı anlaşmaların, İsrail için bir önemi kalmadı. Oysa el-Fetih, İsrail'in fiilen bozduğu bu anlaşmalara bağlılık adına Hamas'la çatışabilmektedir.
"Mescid-i Aksa Tehlikede!"
Şehirler dış görünüşleriyle kimliklerini yansıtırlar. Kentin en görünür yerlerine inşa edilen eserler, o kentin kimlik kartıdır. Hristiyan şehirlerinin en görünür yerlerinde en önemli, en değerli binalar olarak katedraller; İslam şehirlerinin en güzel yerlerinde ise camiler vardır. Kapitalist sistemlerde ise mabetler, yerlerini devasa alışveriş merkezlerine, gökdelenlere terk etmiştir. Kahire, Roma, New York resimleri yan yana konulduğunda bu durum açıkça görülür.
Kudüs, bütün ilahî dinler için önemli olmakla birlikte kente kimliğini veren İslam'dır. Mescid-i Aksa'sız, Kubbetü's-Sahra'sız bir Kudüs düşünülemez. İşte bu yüzden işgal edildiği 1967 yılından beri Harem-i Şerif sık sık saldırılara maruz kalmaktadır.
Yahudiler, Romalılar, 70 yılında Süleyman Mabedi'ni yıktıklarında sadece Burak Duvarı'nın (Ağlama Duvarı) kaldığına inanıyor ve o günün anısına bu duvar önünde ağlayarak ibadet ediyorlar. Dindar Yahudiler, Harem-i Şerif alanı üzerinde birçok mescit, medrese, çeşme gibi 260 eserden oluşan külliyenin yıkılıp yerine Süleyman Mabedi'nin inşası için çalışıyorlar. Bu durum Likud örneğinde olduğu gibi birçok kez, partilerin seçim vaatlerine de yansımaktadır. Mescid-i Aksa ve Kubbetü's-Sahra'yı illegal yöntemlerle yıkmayı hedefleyen yirmiden fazla örgütün varlığı bilinmektedir. Bu örgütlerin bir kısmının "demokratik İsrail'in yapamadığı bazı eylemleri yapmak için korunduğu" da İsrailli kimi yetkililer tarafından ifade edilebilmektedir.
1969'da bir Yahudi tarafından toplam alanı 4400 m2 olan Mescid-i Aksa'nın 1500 m2'ye yakın alanı yakılmıştır. O zaman yanan Selahaddin'in minberi 38 yıl aradan sonra ancak bu sene yenilenebilmiştir. İsrail, tarihî cami ve binaların tamirine de izin vermemektedir. 1969 yangınından sonra İslam ülkelerinin tepki göstererek İKÖ'yü kurmaları, İsrail'in Harem'-e müdahalesini kısmen durdurdu. Ancak saldırılar durmadı. 1982'de Aksa'ya bol miktarda patlayıcı yerleştirildi, 1983'te Mescid'in altına tünel kazıldı, 1984'de silahlı grupların, 1986'da askerler eşliğinde parlamenterlerin saldırısına uğradı. 1990 saldırısında ise onlarca Müslüman şehit edildi. En son Şaron'un Mescid-i Aksa'ya girmek istemesi, ikinci intifadayı başlattı.
Dindar Yahudilerin Süleyman Mabedi'ni inşa arzularıyla laik Siyonistlerin Kudüs'ün İslami kimliğini değiştirme arzuları örtüşmektedir. Şu an Mescid-i Aksa ve Kubbetü's-Sahra'nın yıkımına tek engel Müslümanların tepkileridir. Dolayısıyla bu tepkiler azalırsa hiç şüphesiz bu binalar yıkılacaktır.
İşgal Aracı Olarak Arkeolojik Kazılar
Harem-i Şerif'i kontrol, İsrail için siyasi bir egemenlik savaşıdır. 1967'den bu yana Müslümanların fedakârane çabaları sayesinde İsrail, Harem'de kontrolü ele geçirememiştir. 10 Şubat günü İsrail İçişleri Bakanı "Kazıları sürdürerek Arapların ve Müslümanların tehditlerinden korkmadığımızı göstermeliyiz. İsrail egemenliği altındaki topraklarda kimsenin onayını ihtiyaç duymadan dilediğini yapabilir." demektedir. Dolayısıyla Harem alanı var olduğu müddetçe İsrail için sorun olmaya devam edecektir.
Siyonist İsrail fiilen yıkamadığı ve kontrol edemediği Mescid-i Aksa'yı ve Kubbetü's-Sahra'yı arkeolojik kazılarla yıkmaya çalışmaktadır. Altı boşaltılan, çevresi tahrip edilen binaların, basit bir depremde ya da kullanılan iş makineleri ve kimyasal maddeler sayesinde kendiliğinden yıkılmasını hedefliyor. Bu yüzden Süleyman Mabedi'ni ortaya çıkarma bahanesiyle Harem'in dört bir yanında kazılar yapmaktadır.
Ancak işgal her açıdan derinleştirilmeye çalışılırken direniş de aynı oranda yaygınlaşmaktadır. Kudüs'te Raid Salah önderliğindeki İslami Hareket'in çabaları, her türlü takdirin üzerindedir. Müslümanların birinci kıblesini savunma, işgal altındaki bir avuç Müslümanın omuzlarında kalmıştır. Bunlar, kıt imkânlarla İsrail'in niyetlerini deşifre etmiş ve konunun Müslümanların gündemine gelmesini sağlamışlardır. Ancak Filistin dışında Müslümanların gösterdikleri tepkiler maalesef yeterli değildir.
İsrail bir taraftan saldırılarına devam ediyor, Filistinlilerin meşru hükümetini tanımıyor, iç çatışma çıkarmak istiyor, diğer taraftan Kudüs'ün İslami kimliğini silmeye çalıyor ve bu ortamda Türkiye'de kabul görüyor. İşgalci bir devletin başkanı toprağın asıl sahiplerinin yönetimini tanımıyor, ama Türkiye'de saygıdeğer bir başbakan gibi karşılanıyor. Erdoğan'ın kazılar hususunda İsrail'i eleştirmesi Türkiye'den bir inceleme heyetinin gidiyor olması elbette olumlu. Ancak kazıları incelemek için gönderilecek heyetin niteliği çok önemli. Tarihî eserler konusunda uzmanlık kadar İsrail'in politikalarını, Siyonizmin amaçlarını bilmek de önemli. Olaya sadece arkeoloji gözlüğünden bakmak, yapılıp edilenlerin doğru yansıtılmamasını da beraberinde getirebilir. Diğer bir sorun da İsrail'in işgalci kimliğinin unutturuluyor olmasıdır. Dikkatler Mescid-i Aksa yanındaki kazılara çekilerek sadece bunlar tartışılıyor. Oysa İsrail, Kudüs'ün İslami dokusuna zarar vermese de işgalci, gasıp bir devlettir.
Arkeoloji, İsrail için sadece arkeoloji değildir. İddia ettikleri bölgedeki üç bin yıllık kökenlerini bulmanın aracıdır. Dünyanın birçok yerinden toplanarak oluşturulmuş suni yapı, toprağın üstündeki yapı ve insanları yok sayarak toprak altında kendine köken bulmaya çalışıyor. Bu açıdan arkeolojik kazılar sonucu ulaşılan bulguların niteliği ne olursa olsun İsrail tezlerine hizmet edecektir. Çünkü İslami döneme ait devasa mescit, medrese temelleri kolayca gizlenirken kendi tarihlerine ait olduğunu iddia ettikleri basit bir kupayı delil olarak kullanabilmektedirler.
Son olarak Mağaribe (Faslılar) Kapısı'ndaki kazı çalışmaları da aynı amaçlara hizmet etmektedir. Harem'e müdahale edemeyen İsrail, asker ve polisin müdahalesini kolaylaştıracak çözümler üretme peşindedir. Harap olan bir köprünün yerine yenisini yapma iddiasındadır. Ancak eski köprünün uzunluğu 75 m. iken yeniden yapmak istedikleri köprünün uzunluğu 200 m. civarındadır. Müslüman mahallelere hiçbir hizmet götürmeyen, tahrip olan binaların onarılmasına izin vermeyen İsrail'in, Mescid-i Aksa etrafındaki çabaları inandırıcı değil. Müslüman halkı, tehdit, şantaj ve çeşitli hilelerle uzaklaştırıp ithal Yahudilerle Kudüs'ü Yahudileştirirken, Kudüs'ün İslamî çehresini de yok etmek istemektedir. Kudüs ve içindeki İslami eserler, tüm Müslümanlara emanettir. Herhangi bir saldırı ya da doğal sebeple bu eserler yıkılsa bile bu mekânlar Müslümanlara aittir. Kudüs'ün İslami kimliğinin korunması Müslümanların sorumluluğundadır.