"Türkiye Cumhuriyeti devleti Büyük Atatürk'le birlikte çağdaş batı medeniyetine doğru yoluna devam etmektedir. Ve bu yürüyüş devam edecektir"
AK Parti Hükümeti'nin Kemalizm ideolojisini yeniden ürettiği ve toplumsallaştırdığı bir süreçte, ulus-devletin ideolojisini yaygınlaştırmak için büyük önem atfettiği Milli Eğitim Sistemi'nin hedeflerini ve temel politikalarını görüşüp, tartışmak ve bir yol haritası çizmek için 17. kez toplanan şura, son iki şura gibi bir çok yönüyle dikkat çekiciydi. Kesintisiz sekiz yıllık temel eğitim kararının alındığı 15. şura ve 28 Şubat gölgesinde yapılıp, katsayı uygulamasına karar verilen 16. şuradan sonra gerçekleşen bu ilk şurayı; medya, "İmam-Hatip Liseleri"ne kilitlese de, hem alınan kararlar hem de sıcak tartışmalarda Kemalizm'in gölgesine sığınarak serinlemeyi tercih eden AK Partili bakan ve bürokratların şura boyunca kullandıkları dil ve takındıkları tavır incelenmeye değerdi.
Şura, Milli Eğitim Bakanlığı'ndaki Başöğretmen Atatürk Anıtı önünde yapılan tören ile başladı ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik başkanlığındaki şura üyelerinin, Anıtkabir ziyareti ile devam etti. Anıtkabir Özel Defteri'ni imzalayan Çelik, deftere şu mesajı yazdı: "Ulu Önder Atatürk, Liderliğinde yapılan Milli İstiklal Savaşı esnasında top sesleri Ankara'dan duyulurken Maarif Kongresini toplayarak, şartlar ne olursa olsun en öncelikli gündemin eğitim olduğunu bizlere öğrettin. Kurduğun Cumhuriyetin 83. yılında Türk devleti, gelişmesine ve kalkınmasına emin ellerde hızla devam ediyor. Bugün Milli Eğitim Şurası'nın 17'ncisini topluyoruz. Senin ilkelerin ve ışığın bundan önce olduğu gibi bundan sonra da yol göstericimiz olacaktır. Şura üyeleri olarak huzurunda minnet, şükran ve özlemle eğiliyoruz. Ruhun şad olsun." Bakan Çelik'in deftere yazdığı bu satırlarla başlayan övgü ve yüceltmelerin, şura açılışında yaptığı konuşma ve sonrasında da aralıksız sürdüğünü görüyoruz.
Bakan Hüseyin Çelik'in konuşması, "Büyük Atatürk"ün eğitime yaklaşımını anlatmak için verdiği şu örnekle başlıyor. "Milli istiklal savaşımız esnasında Ankara'da top sesleri duyulurken, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından Maarif Kongresinin toplanmış olması, şartlar ne olursa ne olursa durum vaziyet olsun ülkemizin toplumumuzun ön önemli ve öncelikli meselesinin eğitim olduğunu bize öğretmiştir. Büyük Atatürk'ün açmış olduğu bu yolda bizler de emin adımlarla bu yolda istikbale doğru yürüyoruz." Bu sözler, Milli Eğitim Sistemi'nin on yıllardır bozmadığı tekrarıdır. Nitekim, 1939'da, dönemin Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in şurayı açış konuşmasında söylediği sözler de aynen şöyleydi: "Millî Mücadele yıllarında, düşman toplarının hükûmet merkezimizin yakın ufuklarını sarstığı en buhranlı bir devrede, Ebedi Şef, büyük ATATÜRK, Ankara'da toplanan Maarif Kongresini bizzat açmış ve bununla kültür meseleleri etrafındaki müzakere ve münakaşaların hayati ehemmiyetine tarihi bir işaret vermişti."
Bakan Hüseyin Çelik'in uzun konuşması, AK Parti Hükümeti'nin eğitime olan bakış açısının özeti gibidir. Bakan Çelik; Milli Eğitim meselesini, refah ve kalkınmışlık düzeyi ile doğrudan ilişkilendirerek, konuyu hangi düzlemde kavradığını ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım, öğretim sürecini başından sonuna dek salt teknik bir mesele olarak ele almaktadır. Çelik'in okulları "fabrika"ya benzetmesi bu perspektifin bir yansımasıdır. Peki devletin hammaddesi ve sermayesi insan olan bu dev fabrikaya yatırım yapmaktaki amacı nedir? Çelik'e göre, eğitimin üç büyük amacı vardır. Birincisi 'şahsiyetli, ülkesiyle barışık, içinde yaşadığı milletin değerlerine sahip olan, o milleti başkasından farklı kılan bize has özellikleri ve güzellikleri özümsemiş olan bireyler yetiştirmektir. Büyük Atatürk'ün ifade ettiği gibi "Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller" bu nesiller kitle olarak elbette ifade edilir." İkincisi 'iyi vatandaş iyi yurttaş yetiştirmektir.' Üçüncüsü 'insani değerler' kazandırmaktır.
Konuşmanın tam metni okunduğunda anlaşılmaktadır ki, AK Parti'nin eğitime yüklediği misyon, devletin ilk yıllarındaki misyonundan hiç de farklı değildir; bireyi devletine ve milletine karşı sorumlu iyi bir vatandaş olarak yetiştirmek. Eğitimin "millete, topluma ve devlete karşı ödevlerimizin olduğunun farkında olmamızı" sağlama işlevini yerine getirmesi gerektiğini belirten Çelik'in konuşmasında, devletin de bireylere karşı sorumluluğu bulunabileceğine dair herhangi bir kanaat bildirilmemektedir. Sorumlu birey, sorumsuz devlet anlayışından neşet eden bu yaklaşım, maalesef, uzun yıllar boyu sürdürülen eğitim ideolojisinin de temelinde önemli bir yere sahiptir.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, eğitimi teknik bir sorun olarak kabullendiğinden, konuşmasında değindiği sorunlar; artan okul sayısı, fiziki mekanlar, bilgi ve iletişim teknolojisinin okullarda ne ölçüde kullanılabildiği, üniversite sınav sistemindeki aksaklıklar, dershanecilik meselesi gibi konulardır. Temel sorunlara ise kesinlikle değinilmemektedir ve hatta eğitimin temel ideolojisi eleştirilmek bir tarafa, adeta yüceltilmektedir. "Türkiye Cumhuriyeti devleti Büyük Atatürk'le birlikte çağdaş batı medeniyetine doğru yoluna devam etmektedir. Ve bu yürüyüş devam edecektir," diyen Çelik, eğitimin "milli alanda çocukların ayaklarının bu ülkenin topraklarına çok sıkı basmalarını" amaçladığından bahsederken, milli eğitim ideolojisinin "milli alan" olarak kabul ettiği bu alanın sınırlarını ise "Cumhuriyetin temel ilkeleri ve Atatürk ilke ve inkılapları" olarak çizmektedir.
Çelik'in bilginin değerini ortaya koymak için seçtiği örnek de son derece çarpıcıdır: "Esas sermaye, esas zenginlik kaynağı bugünkü modern toplumda bilgidir. Bu bilgiye sahip olanlar en büyük zenginlik unsuruna sahiptir. Bill Gates'in tek başına bütün Afrika kıtasının sahip olduğu servetten daha büyük bir servete sahip olmasını başka şeyle izah etmek mümkün değildir. Bu sırrı yakaladığınız zaman inanıyorum ki Türkiye olarak, sahip olduğumuz bu büyük insan potansiyeliyle biz istikbale çok daha emin adımlarla yürüyeceğiz." Eğitimi zenginliğe giden kestirme yol olarak gören bu çarpık bakış açısı, Bill Gates'in kapitalist dünya sistemindeki rolünü sorgulamak yerine, örnek olarak ele almaktadır! Gates'in, tekelleşen bir dünya şirketi kurduğunu, şirketi ile nasıl haksız kazanç sağladığını sorgulamayan bir yaklaşım, milli eğitim sisteminin en üst makamlarında temsil ediliyorsa, bu yıllardır süren eğitim sisteminin mantıki bir sonucu sayılmalıdır. Çünkü milli eğitim sistemi, kendisine sunulanı değişmez tek veri kabul eden, sorgulamayan, eleştirmeyen, kabul etmese de etmiş gibi davranmayı alışkanlık haline getiren nesiller yetiştirmeye programlıdır.
Hüseyin Çelik'in konuşmasının sonlarına yaklaşırken, hükümetin eğitim politikalarına karşı gelebilecek eleştirilere nasıl bir savunma hazırladığı ise şu cümlelerde görülmektedir: "Ben inanıyorum ki, artık okulla ve bütün ideolojik saplantılardan arınmış olarak, bu muhteşem heyet bu değerli katılım, bu terbiyenin birikimi olan değerli heyet bütün meseleleri enine boyuna konuşacak ve bizlere yol gösterici olacak çok önemli tekliflerde bulunacaktır. Soğuk savaş döneminin basma kalıp uç ideolojileriyle eğitim meselelerine yaklaşmak eğitimi katletmektir. Biz Milli Eğitim'in meselelerine ideolojik değil, pedagojik yaklaşmak zorundayız. Yüksek öğretimin meselelerine ideolojik değil akademik yönlü yaklaşmak zorundayız."
Bakan Çelik'in atladığı can alıcı husus ise Milli Eğitim Sistemi'nin bizatihi kendisinin kaskatı bir ideolojik yapı olmasıdır. Bu temelinden, katlarına kadar ideolojik bir çimentoyla sımsıkı örülmüş bir yapıdır. Bu yapının temellerine karşı en ufak bir itiraz, hangi düzeyde olursa olsun şiddetle cezalandırılmaktadır. Prof. Atilla Yayla'nın aynı zamanda milli eğitim ideolojisini de şekillendiren Kemalizm hakkındaki eleştirisine gösterilen tepki ve verilen ceza, bu durumun güncel bir örneği olmuştur. Bu bağlamda, Çelik'in ideolojik ve basmakalıp yaklaşımlardan şikayetçi olması hiç gerçekçi değildir. Çünkü kendi konuşması da; milli eğitimde yıllardır tekrarlanan temel argümanlardan beslenmektedir, üstelik hiçbir açılım ya da eleştiri getirmeden, aynen kabul ederek... Bakanın öğretim programlarının güncellenmesine verdiği önem de bu noktadan eleştirilebilir. Çünkü bu programların temellendirildiği ideoloji korunduğu gibi, daha geniş bir meşruiyet sağlaması da amaçlanmıştır.
Sonuç olarak söylenebilir ki, 17. Milli Eğitim Şurası'nda Bakan Hüseyin Çelik'in yaptığı konuşma, AK Parti Hükümeti'nin; eğitim sistemindeki boş inançları ya da resmi hurafeleri ve öğretim programlarındaki resmi ideolojiyi ayıklamak, militarist ve doktriner eğitim anlayışını değiştirmek, disiplin düzenindeki baskıcı ve yasakçı zihniyeti ortadan kaldırmak gibi bir niyeti olmadığını ortaya koymaktadır. Diğer toplumsal sorunlarda olduğu gibi, eğitimde de hiçbir riski göze alamayan AK Parti Hükümeti'nden, bu alanda soruna neşter atacak bir hareket beklemek; otobüs durağında tren beklemeye benzeyecektir!