1- 7 Haziran Seçimlerinin ortaya çıkardığı en önemli sonuç AK Parti oylarındaki gerileme ve netice itibariyle AK Parti’nin tek başına iktidarının sona ermesidir. AK Parti neden kaybetti?
2- AK Parti’nin kaybetmiş olması bir bütün olarak İslami kesimin kaybetmiş olması anlamına gelir mi?
3- Önümüzdeki süreç içeride ve dışarıda İslami kimlik ve hassasiyet sahibi kesimleri ve mücadeleleri nasıl etkileyecek?
4- PKK/HDP’nin genelde Kürt halkının geniş bir kesiminde ve bilhassa da bölgede artan etkinliği Müslümanlar açısından ne ifade ediyor?
5- Bugüne dek çözüm sürecine yönelik bilhassa yürütülme tarzı itibariyle pek çok eleştiriler getirildi. Bundan sonra bu konuya nasıl yaklaşılmalı ve neler öne çıkartılmalıdır?
6- Seçimlerin sonuçlanmasından itibaren AK Parti’ye yönelik özeleştiri yapma çağrıları sıklıkla ifade edilmekte. Acaba İslami camianın da kendi açısından bir özeleştiri yapma sorumluluğu yok mudur
Bismillahirrahmanirrahim. Müslüman olmayı tercih etmek aslında kavşak noktalarında Allah’a sığınmak gerektiğini idrak ederek yaşamaktır. Küresel güçler AK Parti’nin “one minute” çıkışından sonra mecra değiştirdiğini, bağımsız ve ait olduğu dünyaya dönme istediğini daha net anladılar ve stratejilerini bu mesaja göre netleştirdiler. Bu durumda AK Parti ile ilgili olan her durumun artık buraya izole edilmiş bir durumdan öte modern dünyayla bağlantılı olduğunu düşünmek gerekiyor. Yıllar önce İran ve Türkiye yetkililerinin İstanbul’da bir araya geldiği bir toplantıda “İran kendi kararlarını İran’da veriyor; ya Türkiye ile ilgili kararlar nerede veriliyor?” şeklinde İranlı bir şahsiyetin imalı bir sorusu vardı. Bugün Türkiye kendisi ile ilgili kararları vermeye başladığında yumuşak karnının sürekli yumruklanacağını da fark etmiştir. Bu vasatta 7 Haziran seçimlerinin AK Parti ve özelde Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin boyun eğmesi için bir rövanş alma senaryosuna dönüştüğünü ve birleşik cephenin de kısmen meseleyi başardığını da görmek gerekiyor. Bu girişten sonra sorularınızı Allah izin verirse cevaplayayım.
1-
Bu soruya herkesin bildiği parti içi nedenlerle cevap vermek mümkün. İktidar yorgunluğu, yolsuzluk algısı, üç döneme takılan kadroların motivasyon eksikliği ve aday seçiminde izlenen yanlış politikalar... Ancak tüm bu iç nedenlerin dışında içerisinde yaşadığımız zaman dilimi ve AK Parti’nin aldığı pozisyon en önemli faktörlerden biridir. Coğrafyamızdaki kıyamlar İslami-toplumsal söylemi ve ekseni güçlendirmekle birlikte pratik olarak yarılmayı da beraberinde getirmiştir. Ümmet hattı (Erdoğan, İhvan, Nahda ve diğer direniş örgüt ve liderleri) ve karşı hat (küresel emperyalizmin taşeron hattı).
İslam coğrafyasında var olan itiraz ve kıyamlar mektebî olarak büyük çoğunlukla İhvan’ı model almışlardır. Yeni durumda en etkilendikleri ve bir hami gibi gördükleri ise Erdoğan olmuştur. Çünkü Erdoğan, Kemalizm’i ve ürettiği tüm yakıcı sorunları aşma iradesi göstermiş ve bu konuda ülkeyi hem özgürlük hem de refah düzeyi olarak kısa sürede örnek alınır bir düzeye çıkarmıştır. Ümmet coğrafyasının bir ucundan diğerine ulusal sınırları anlamsızlaştıran ümmet dili oluşmuş ve Erdoğan bu dili “Rabia” işareti ve “Dünya beşten büyüktür!” gibi spot hareket ve sözlerle lokal alanlardan kurtararak dünya gündemine taşımıştır.
Mısır, Suriye, Tunus ve Libya devrimlerini boğmaya çalışan egemen güçler Erdoğan’a geçit mi verecekler?
Türkiye’nin demokrasi geleneği diğer İslam coğrafyasındaki ülkelere göre daha işler bir durumdadır. Askerî darbelere rağmen tek parti döneminden sonra hiçbir dönem seçimler ıskalanmamıştır. Özellikle son sekiz yılda tüm darbe süreçlerini boşa çıkarmış bir ülkede en iyi cevap yine sandık olarak duruyor. Doğal olarak sandık üzerinden bir mühendislik yapmak gerekiyordu. Eldiven, Balyoz, Ergenekon, Ayışığı gitmiş yerine Gezi, 17-25 Aralık, MİT Tırları, Kobani ve IŞİD gelmişti. Tüm bunları algı yönetimi için araca dönüştüren Gülen cemaati, PKK, Türk solu, LGBTİ vb. unsurlar elele vererek AK Parti’ye karşı Avrupa ve Amerikan basınıyla beraber “Diktatör Erdoğan”, “Terörist Türkiye” zılgıtını çaldılar. AK Parti’nin de yakın tehlikeyi sahada savuşturacak kadroları can ve dünya kaygısıyla maalesef bu yenilgiye zemin hazırlamışlardır.
2-
Ülke içerisinde darbe sonrası kazanımların kaynağı AK Parti iken İslam dünyasındaki İhvan ve diğer sivil direniş ve seçim yollu kazanımların Türkiye izdüşümü de yine AK Parti’dir. Sonuçta eğer ortada bir kayıp varsa bu, Müslümanların kaybından başka bir şey değildir. Tabi bu kaybı bir mevzi kayıp olarak görüp özeleştiri imkânı olarak da değerlendirmek gerekiyor. Bizler metodik olarak partisel mücadele ve sistem içi araçların kullanımına dair AK Parti teşkilatından uzak ve bağımsız bir fıkıhla hareket ederek modern cahiliyenin ürettiği yasaklara itiraz ederken bu yasakların kaldırılması AK Parti aracılığı ile gerçekleşmiştir. Türkiye ve diğer İslam dünyası ülkeleri açısından ıslah ekolünün itirazlarını ve tepkilerini sonuca dönüştüren AK Parti’nin kazandığı mevzi başarıların devamını getirecekti. Doğal olarak kaybı da kaybımız olarak kabul edilmelidir.
3-
İslami mücadele salt seçim ya da iktidar odaklı bir mücadele anlayışına sahip değildir. Dünyada olup biteni takip etmemiz, fayda zarar zeminini değerlendirerek reel zeminde doğru hareket etmemizle ilgili Kitab-ı Kerim’den bir çok örnek çıkarmak mümkündür. Bu zaviyeden sonuçları değerlendirdiğimizde önümüzdeki zamanın son on yıllık süreçten daha iyi geçmeyeceği aşikârdır. İçeride ifade ve örgütlenme hürriyeti gibi haklar ile sivilleşmenin önünü açan hükümet aynı zamanda İslamcıların da özgüven kazanmalarını sağlayacak adımlar atmıştır. İrtica kavramı neredeyse kullanılmaz olmuş, başörtüsü yasağını uygulayanlar cezalandırılmış, meydanlarda ihya, ıslah ve inşa kavramları en üst perdeden seslendirilmiş ve ümmeti bölen sınırları anlamsızlaştıran birçok uluslararası çalışma yapılmıştır. Genelkurmay ülke siyasetine yön verme rolünden kurtarılmıştır. Dışarıda ise Erdoğan bir fenomene dönüşmüştür. Resmi ve sivil kanallarla ümmete yapılan yardımlar ile Bangladeş, Arakan, Doğu Türkistan gibi ülke ve bölgelerden tutun da Suriye ve Mısır’a kadar her tarafta ümmetin yetimleri Türkiye’ye şükranlarını sunmaktadırlar. Birleşmiş Milletler, Davos ve ABD’de net mesajlar verilmiş ve oryantalist baskıya karşı ümmeti temsil eden bir dış politika sergilenmeye çalışılmıştır. Reel şartlar zorlanarak yapılmaya çalışılan bu etkinlikler artık eski rahatlığıyla gerçekleşmeyecektir.
4-
Türkiye’nin üç tane kavşak dönmesi gerekiyordu. İlk kavşakta Gezi provokasyonu, ikincisinde Cemaat ile üçüncüsünde de tüm Batıcı, ulusalcı, Cemaatçi ve Kürtçülerden oluşan ortak karşı cephe marifetiyle ülkeye ciddi bir kaza yaptırılmaya çalışıldı. Üçüncü seçiminde Türkiye’nin makas değiştirmesi önlenmeye çalışıldı ve sanırım ilk raundu da aldılar. Kürt ulusalcılığının dayandığı doğal temelin çok üstünde bir başarı elde etmesinde bu süreç önemli bir rol oynuyor. Batı düşünce ve yaşam tarzını özümsemiş, laik Türkçü kadrolar kadar İslam’dan nefret eden bu kadrolar aynı zamanda fıtrata savaş açan kadın kimliği, cinsel kimlik tanımlamaları ile de toplumsal ifsadı tetiklemişlerdir. İslami kesime dönük baskılama tehdit ve öldürme politikalarıyla İslami cemaat ve sivil toplum örgütlerinden bölgeyi arındırmaya çalışmaktadırlar. Yüksekova modeli dedikleri Stalinist örgütlenme modelini tüm bölgeye yaygınlaştırma çabası yoğunlaşarak devam ediyor ve böyle giderse muzaffer komutan edasıyla daha da artarak devam edecektir. Müslümanlar için imtihan süreci ağırlaşacaktır. Allah’ın bir hesabı vardır ve O, hayatı ve ölümü hangimizin daha güzel amel edeceğini göstermek için yaratmıştır. Cahiliye karşıtlığımız ve İslami kimliğimiz şuanda bir imtihana tabi tutuluyor. Bu farkındalıkla yolumuza devam etmeliyiz.
5-
Kürtlerin fıtri tüm hakları koşulsuz bir şekilde verilmeli idi, verilmelidir. İmralı ile de diyaloglar devam ettirilmelidir ancak çözüm süreciyle beraber sanki bölge halkı PKK’ya teslim edildi ve adeta “Al istediğin gibi ifsat et, yol kes, haraç topla, baskıla, karakol kur, mahkeme kur, sürgün et ve cezalandır!” dendi. Silahlı vesayet el değiştirdi. Bu nizami ve artan güç beraberinde uluslaşmayı ve hızlı milliyetçileşmeyi getirdi. Kobani üzerinden ilk kez kazanılan topraklarda da somutlaşan bir zafer var ve iyi bir algı yönetimiyle de dünya nezdinde akredite olunan bir sosyal, siyasal kütle ve yerel iktidar var artık. Sivil ve legal siyaset dışındaki tüm militarist yöntem ve çalışmalara karşı devlet güvenlik politikaları geliştirmeli, halkın can güvenliğini korumalı, İslami cemaat ve derneklere yönelik tehdit ve provokasyonlara karşı tedbir almalıdır ve insanların dolaşım,ticaret ve yaşam tarzına karşı örgütlü tecavüze karşı sert önlemler almalıdır. Seçimlerde sandığı bile koruyamayan zayıf devlet görüntüsü sadece kırsalda değil metropollerde bile bir korku duvarı örülmesine neden olmuştur. Söylenecek başka bir söz yok maalesef.
6-
Seçim sonuçlarından üzüntü duyup da gayret etmemek çelişik bir durum arz ediyor. En azından söylem düzeyinde bile AK Parti’nin olumluluklarını öne çıkartmak vicdani bir haktır diye düşünüyorum. İslami camia sadece seçimler üzerinden değil, hayata değen tüm konularda ürkek ve çekingen halinden kurtulmalıdır. Teorik ve dar tartışmalarının kimin işine yaradığını ve pratikteki karşılığını iyi okumalıdır. Ümmetin şu anki direnen tutumu bizi yeni sorgulamalara, konum alışlara ve birlikteliklere götürmelidir.