Soruşturma: AİHM Kararları Ne İfade Ediyor?
1. AİHM'in başörtüsü ile ilgili almış olduğu karar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Kararın Türkiye'de sürmekte olan başörtüsü sorununa ne tür etkilerinin olacağını düşünüyorsunuz? Karar ile birlikte başörtüsü sorununa son noktanın konulduğu iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
2. Başörtüsü yasağı konusunda AİHM'e başvurulmasının zaten yanlış olduğu iddiaları karar ile birlikte arttı. Sonuca bakıldığında bu yaklaşımın haklı olduğu söylenebilir mi?
3. İslami içerikli davalar konusunda bundan sonra AİHM'e ilişkin nasıl bir tutum izlenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
4. Karara ilişkin AK Parti hükümetinin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümetin bundan sonra yapması gerekenler ve yapabilecekleri nelerdir? Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın YÖK'e yasak olmayan türban modeli hazırlama önerisinde bulunmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
1. Öncelikle belirtmem gerekir ki, AİHM'in Leyla Şahin-Türkiye kararı beklenmeyen bir kar değil. Aksine, evvelki iki karar gibi bir kararın çıkacağı başından beri beklenmekteydi. Bir hukukçu olarak da beklentimiz başvurucu lehine bir karar çıkacağı yönünde değildi. Bu kanaatimiz, hiçbir şekilde AİHM'in bir hak arama yeri olmadığı anlamına da gelmemeli. AİHM, uluslararası Sözleşme ile kurulmuş ve Sözleşmenin kendisine yüklediği görevleri, yine Sözleşmede tadat edilen hakların gözetilmesi yönünde görev icra eden bir kuruluş. AİHM'i gerçek anlamda bir Mahkeme olarak kabulü elbette zor. Zira görev yapan yargıçlar esasen siyasi hüviyetleri nedeniyle orada görev yapmaktadırlar. Hukuk misyonları olması da gerekmeyen kişilerden oluşmakta. Ayrıca her biri bir devletin temsilcisi olarak görev yapmaktadır. Bu haliyle baktığınızda AİHM, bir mahkemeden çok bir siyasi platform. Anca bu hüviyetine rağmen bir mahkeme olarak adlandırılması ve yargılama yetkisi verilmesi, AİHM'i bir hak arama yeri olarak tanımlamaya yeterdir.
AİHM karaları, ülkelerin iç hukuklarının yerine geçecek türden kararlar değildir. Aksine iç hukuk uygulamalarının yarattığı hak ihlallerinin tespit eden ve Sözleşme gereği tazmin edilmesini içeren kararlardır. Kişisel ölçekte bakıldığında muhatap devlet hükmedilen tazminatı ödeyerek, iç hukukundaki düzenlemeyi devam ettirebilir. Tabii ki burada Sözleşmenin tarafları olan diğer ülkelerin siyasi baskılarını ve yaptırımlarını göze almak kaydıyla.
AİHM kararı bu yönüyle, Türkiye'deki yasağı perçinleyen bir işleve sahip değildir. Yani son noktayı koyma özelliği taşıyamaz. Nasıl ki AİHM olmadan önce veya sonrasında da iç hukuk yollarına başvuran kişilerin, aleyhlerine karar oluşması durumunda bu karara ve karara dayanak olan hukuki düzenlemeye karşı mücadeleleri sürüyor ve sürmesi gerekiyorsa, aynı şekilde Leyla Şahin Kararı sonrasında başörtüsü yasağına karşı olanların, hukuki düzenleme sağlanıncaya kadar mücadele etmeleri asıl olacaktır. Bu mücadelenin bir ve etkili yolunun da hukuk mücadelesi olacağı açıktır. Aksini düşünmek, bu güne kadar Türkiye'de veya dünyada kanunların değiştirilmediğini iddia etmek kadar gülünç olacaktır.
Hukukun son noktası sadece Allah'ın konuya ilişkin olarak göndermiş olduğu vahiydir. Vahyin dışında her tür düzenleme ve karar yoruma ve kendisine karşı mücadeleye açıktır. Türkiye'de Müslümanlar ancak böyle düşünebildikleri takdirde arzu ettikleri sonuca ulaşabileceklerdir.
Kararın sonuçlarına gelince: Karar aslında hiçbir şeyi değiştirmemiştir. Dün ne ise bu gün de aynıdır. Hukuki düzenleme de aynıdır, uygulama da aynıdır. Leyla Şahin başvurusu durumu daha kötüleştirmiş değildir. Öncesinde de zaten Türk yüksek yargı makamlarının kararları AİHM'in kararından farklı değildi. Türkiye'de başvuru makamı kalmadığından başvurucu AİHM'e gitmiştir.
2. Hak arama özgürlüğüne sahip olmak bir erdemdir. Hak arama bilincini eyleme dönüştürmek de bir erdemdir. Bu bilince sahip olanlar hak aramanın hiçbir şekilde sonlandırılamayacağına da inanırlar. Hakkın alınmasında merci, makam, kul, saltanat, millet, devlet, Müslüman-gavur ayırımı da yapamazlar. Zira hak kutsal olduğu gibi hakkı aramak da kutsal bir görevdir. İnsanlık onuru hak aramanın ertelenmesini, ötelenmesini kabul edemez. Başörtüsü Müslüman kadın için farz ise, bu farziyetin tüm dünyada serbestçe yerine getirileceği ortamı hazırlamak Müslümanlara görevdir. Emr-i bil ma'ruf, nehy-i anil münker'den bahsediyoruz. Bu bir farziyetse, bu farziyetin içinde günümüz koşullarında en önemli sayılabilecek olanı başörtüsü yasağına karşı mücadeledir.
Ayrıca, hangi mercie müracaat edebileceğimizin icazetini kimden alacağız? Fitne çıktığında oturmayı tercih edenlerden mi? Kesinlikle hayır. Ulusal yargı makamlarının en rencide edici şekilde kısıtladığı bir hakkı, uluslararası makamlardan talep etmenin yanlışlığı neresinde. Burada bu haklar verilmiş de kızlarımız buna rağmen mi AİHM'e gitmişler. Önemli bir nokta da, AİHM'e gidilmesini yanlış bulanların bir kısmı bu gün, ya yargı makamında veya yargısal işlevin bir ayağını oluşturan konumdalar. Yani ya yargılama mevkiinde, ya da yargılamanın olmazsa olmazı ve kutsalı olan savunma makamındalar. Savunma makamını işgal eden bir varlığın, kendini inkâr sadedinde kendini yargılayanlarla aynı safı ve masayı paylaşmasının kimliksizliği izahtan varestedir.
Bir başka husus, AİHM başvurucularının muhatabı olan hukuki düzenlemelerin ve mahkemelerin, ulusal veya uluslararası olmalarının ne farkı vardır? Türk yargı makamları başörtüsü nedeniyle hayat hakkı tanınmayan kızlarımıza veya sair özgürlük kısıtlamalarına maruz kalmış insanlara AİHM'den farklı mı davranmışlardır?
AİHM'e gitmeyi yanlışlayanlar, sanırsınız ki adaletin sadece Müslümanlar elinde olduğuna inanan insanlardır. Hayır, bu insanlar tüm medeni ilişkilerinde Türk yargısına ve gerektiğinde de başka ülkelerin yargılarına müracaat eden insanlardır. Eminim ki adaleti sadece Müslümanların elinde görmüyorlardır. Fakat toplumsal bir mücadele gereği ortaya çıktığındaki kaçışlarına anlam vermek bana pek zor gelmiyor.
Bizdeki yasakçılar, AİHM kararını başörtü yasağının meşruluğuna delil olarak gösterecekler deniyor. Bizdeki yasakçıların yasaklara meşru delil bulma gayretleri hiç olmadı. Bulurlarsa kullanırlar, bulamazlarsa göstermezler. Birileri zil takmış oynuyormuş. Biz de zilsiz oynuyoruz. Çünkü artık, hakkın nerede olursa olsun aranması gereğini bilen ve yapan hukukçularımız var. Hukukun yaygınlaştırılması ve özgürlüklerin teminatı olma uğraşı veren avukatlarına güvenmiş hak arama bilincine sahip arkadaşlarımız var.
Yıllar önce, kızının Üniversite sınavlarına girebilmesi için benden bir avukat talep eden arkadaşım, yıllar sonra şu satırları yazabiliyor: "İnancınızla, dininizle ilgili, yani Allah'ın açık emriyle ilgili bir konuyu, Müslümanlıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir kaç insanın siyasi ve taraflı kararına kurban edemezsiniz." Bu büyük bir yanlıştır, affedilmez bir yanlıştır. Bu yanlışlığı kabullenebilmek mümkün değildir. Yaşadığımız pratiğe temel olan hukuki düzenlemeleri uygulama mevkiinde olan yargıçlar arasında Müslim-gayrimüslim ayırımı yapabilen bir zihniyetin hukuktan nasiplendiğine inanmak da mümkün değildir. Hakkı teslim etmek herkese bir görevdir. Kaldı ki Müslüman diye ayrık tutulan yargıçlarımızın henüz bu konuda olumlu kararlarına rastlanmamıştır.
Leyla Şahin davası bitmedi. Arkası gelecektir, gelmelidir. Aksini düşünenler, "içtihat" kavramı üzerinde düşünmelidirler. Hukukun donuk bir statü olarak kalamayacağını da öğrenmelidirler. Başörtüsüne özgürlük isteniyorsa bu mücadele her alanda ve her zeminde verilmelidir. Özellikle de hukuk alanında. Bunun ulusalı, uluslar arası ayrımı yoktur. Dilipak'ın da dediği gibi hattı müdafaa yok, sathı müdafaa var.
Şundan inancım kadar eminim. Başörtüsü yasağına karşı mücadele verenlerin, mücadelelerini ulusal ve uluslar arası yargı yerlerine taşımalarını eleştirenler, hak arama mücadelesinde yer almamış olanlardır. Kendi ülkesinde hakları gasp edilmiş insanların haklarını başka ülkelerde arama zorunda bırakılması karşısında bu kadar aymazlık gösterilmesini başka türlü izah edebilmek mümkün değildir.
Mücadeleyi, sonuçla kıyaslayanların mücadeleden hiçbir şey anlamadığına yemin edebilirim. Bu insanlar Kur'an'ı okumadıkları gibi tarih bilgileri de yok.
3. AİHM bir hak arama yeri ise ki öyledir, bu süreç devam edecektir. Zaten bir hayli müracaat sırada bekliyor. Muhtemeldir ki kabul edilebilirlik kararı çıkmayacaktır. Sorunun uluslar arası ayağı sadece AİHM değildir. Uluslararası platformda girişimler, raporlamalar, bilgilendirmeler ve topyekûn mücadelenin uluslar arası boyutu devam etmelidir. Konuyu diğer hak arama mücadele örneklerinden soyutlamadan görmek gerekir. Topyekûn mücadele içinde algılandığında anlamlı bir mücadele ve sonuca yönelik mücadele olacağını düşünüyorum. Bununla birlikte AİHM'e müracaatı da uluslar arası hak arama boyutundan ayrı düşünmemek gerek. Fakat sorunun ulusal boyutu daha önemlidir. Özellikle Özgür-Der ve Mazlumder gibi kuruluşlarımızın yürüttüğü mücadele ve örneklik devam etmelidir. Belki eksik kalan kısım, mücadelenin halk kitlelerinin katılımına yeterince açık olmamasıdır. İnanıyorum ki bu da yakın bir gelecekte başarılacaktır. Hak aramanın İslami olanı/İslami olmayanı şeklinde bir ayırımı kabul etmiyorum. Dolayısıyla İslami dava diye bir tanımlamayı da kabul etmiyorum. Hak varsa ve hak kutsal ise, bu hakkın aranması mücadelesi de kutsaldır. AİHM'e müracaatı, İslami değerlerin test edilmesi şeklinde anlayanların bir kere de bu mücadeleyi hukuki platformlarda yürüten hukukçularla görüşmelerinde yarar vardır. Görüyorum ki bu eksiklik bir türlü giderilememiş, konuya sadece düz gazeteci mantığı ile bakılmıştır.
4. Doğrusu AKP'den hiçbir şey beklemiyorum. Esasen gölge etmeseler bu işler daha iyi yürütülecektir. Bu gün iktidarda AKP değil de, bir sol parti olsaydı, başörtüsü mücadelesine katılım bir o kadar daha fazla olabilirdi. AKP'nin pompaladığı muhafazakar demokrasi saflığı Müslümanları mücadele zeminlerinden sıyırıp almıştır. AKP, eklektik bir parti hüviyetinde. Argümanları ve argümanları kullananların zamanlamaları o kadar bilinçsizce ki, AİHM'deki o rezil savunmanın ve devamında da tavırsızlığın hiçbir şekilde izahını yapamazlar. Kendileriyle ilgili davayı geri çekmenin mantığını dahi izah edemediler.
Sayın Arınç'ın önerisini doğrusu anlayamadık. Eğer ciddi bir öneri olsaydı arkasında durur izahını ve savunusunu yapardı. Belli ki YÖK'le dalga geçmiştir. Belki de anlık bir argüman üretmiş fakat sonrasında pişman olmuştur. Doğrusu ciddi bir siyasetçi söylemi değildi, yakışmadı.