Soruşturma: AİHM Kararları Ne İfade Ediyor?
1. AİHM'in başörtüsü ile ilgili almış olduğu karar hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Kararın Türkiye'de sürmekte olan başörtüsü sorununa ne tür etkilerinin olacağını düşünüyorsunuz? Karar ile birlikte başörtüsü sorununa son noktanın konulduğu iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
2. Başörtüsü yasağı konusunda AİHM'e başvurulmasının zaten yanlış olduğu iddiaları karar ile birlikte arttı. Sonuca bakıldığında bu yaklaşımın haklı olduğu söylenebilir mi?
3. İslami içerikli davalar konusunda bundan sonra AİHM'e ilişkin nasıl bir tutum izlenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
4. Karara ilişkin AK Parti hükümetinin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümetin bundan sonra yapması gerekenler ve yapabilecekleri nelerdir? Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın YÖK'e yasak olmayan türban modeli hazırlama önerisinde bulunmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
AİMH'in Leyla Şahin davasında vermiş olduğu karar; gerek Türkiye'de, gerekse Almanya, Hollanda, Belçika ve birçok başka ülkelerde başörtüsü konusunda son yıllarda şahit olduğumuz gelişmelere baktığımızda, emperyalistlerin İslam dünyasını demokratikleştirme adı altında dönüştürme projelerinin (Büyük Ortadoğu Projesi) çok önemli bir parçası olabileceği ihtimalini akla getiriyor... Bu projenin pilot ülkesinin Türkiye olduğu malum, dolayısı "ile bu projenin pilot davalarından biri de AİHM'de geçtiğimiz günlerde karara bağlanan Leyla Şahin davasıdır" derken acaba yanlış bir değerlendirme mi yapmış oluruz?
İslam dünyasını yüzyıllardır dönüştürmeye çalışarak emperyal hedeflerine ulaşmaya çalışan Batılılar bunu değişik yol ve yöntemlerle hep denemişler, fakat dönüştürmek istedikleri hedefler arasında çok önemli gördükleri iki temel faktör üzerinden hareket etmekten hiç vazgeçmemişler ve hala geçmiyorlar; bunlardan birisi yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim, diğeri ise Müslüman kadındır.
Emperyalistlerin İslam dünyasını ve böylece o bölgedeki tüm kaynakları tamamen kendi kontrolleri altında tutabilme imkanları; bölgede her geçen gün gittikçe büyüyen ve güç kazanan İslami uyanış nispetince tehlikeye düşüyor. İşgal, sömürü ve zulme karşı hayatlarını bile feda etmeye her an hazır vaziyette mücadele veren yiğitleri imanlı analar doğuruyor. Bu analar doğurdukları çocuklarına yüce kitabımızın hükümlerine bağlı olma aşkını aşılıyorlar, aşılamalılar. En azından emperyalistler bunun, genel olarak böyle olduğundan hareket ediyorlar. Dolayısıyla kendi geleceklerini garanti edebilmek için bu potansiyel tehlikeden kurtulmak ve buna karşı uzun vadeli tedbir almak için bu ruhun sürekliliğinin temel garantörleri olan Müslüman kadın ve Kur'an'a bağlı kalma anlayışı mutlaka tahrif edilmeli. Müslüman kadına ait tüm özellikler tahrif edilirse, ondan doğacak nesiller de tahrif edilmiş olur. Kur'an'a bağlılık ruhu tahrif edilirse, kendilerini Kur'an'a bağlı zannedenlerden kimse rahatsız olmaz, dolayısıyla emperyalistlerin önüne çıkacak engeller kökünden ortadan kaldırılmış olur.
Demokrasi ve insan haklarının en iyi bir şekilde yaşandığı zannedilen Almanya'da Fereshda Ludin davası hakkında Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karardan sonra eyalet eyalet öğretmenler için yavaş yavaş ülke genelinde yürürlüğe sokulmaya başlatılan başörtü yasağının yanı sıra, her tür okullarda çocuklarımız adeta asimilasyon programlarına tabi tutuluyorlar. Hele hele Protestan kilisesinin önde gelen din adamlarından birisinin "kendisini dindar tanımlayan insanların sayısının günden güne artması bizleri yanlış heyecanlara kaptırmasın, zira bu insanlar bu hususta netleşmeyi kiliselerde aramıyorlar" serzenişi bu bağlamda değerlendirilirse ve Almanya'da endişe duyulan bu durumun aslında tüm dünya için geçerli olduğundan hareket edilirse, emperyalistlerin İslam dünyasını dönüştürme kararlılığı içerisinde bulunmalarında kendileri açısından ne kadar haklı oldukları daha iyi anlaşılıyor olmalı.
İslam dünyasını Türkiye'yi pilot ülke seçerek dönüştürmek isteyen Batılılardan, kendi ülkelerinde yaşayan 20 milyonun üzerinde Müslümanlara geldikleri ülkelerde yaşayan insanlardan daha özgür, dinin temel kaynaklarına daha uygun bir hayat yaşamalarına müsaade etmelerine inanmak saflıktan da öte bir şey olsa gerek. Almanya Yeşiller Partisi Avrupa Parlamentosu Milletvekili Daniel Cohn Bendit'in Türkiye ile tam üyelik görüşmelerinin başlamasından rahatsız olanları sakinleştirmek için AP'de bu hususta söylediği şu sözleri, Türkiye'nin tabi tutulduğu AB süreci (buna "şamar oğlan süreci" de diyebiliriz), BOP, AİHM'in Müslümanlara karşı çifte standart uygulaması ve Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslümanların gelecek nesillerine yönelik başlatılan asimilasyon programlarının görülmezlik-ten gelinemeyecek derecede netlik ve onlar açısından bakıldığında; bütünlük arz ettiğini gösterecektir:
"Ben Türkiye ile tam üyelik görüşmelerinin başlamasından rahatsız olanları bir türlü anlayamıyorum. Bu durum Türkiye'nin 1-2 sene sonra tam üye olacağı anlamına gelmiyor. Önümüzde en azından 10-15 senelik bir müzakere süreci var. Ve bu sürecin sonunda Türkiye'ye üç soru soracağız. İlk soracağımız sorular şunlar olacak: 1) Sizde gerçek demokrasi var mı? 2) Sizde insan hakları garanti altında mı? 3) Sizde Euro-İslam anlayışı var mı?
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, AİHM'in Leyla Şahin kararından sonra alevlenen demokrasi ve insan hakları tartışmalarının asıl hedefi, Müslümanları bu yalanlara inandırarak dönüştürme tuzağına düşürmekten başka bir şey değildir.
Zira bizleri kendisinden koparmaya çalıştıkları yüce kitabımızda, Rabbimiz bizleri bu tuzaklara düşmememiz için mealen şu şekilde uyarmıyor mu: "Siz onlar gibi olmadıkça onlar sizden hoşnut olmazlar."
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın AİHM tarafından konu hakkında ulemadan görüş alınmayışını eleştirmesi, bir konunun hukukun temel kurallarına uygun bir şekilde karara bağlanabilmesi için gerekliliği açısından esas itibariyle doğrudur. Fakat şunu da unutmayalım ki, emperyalistlere bel'amlık yapan "ulema"nın sayısı da küçümsenecek derecede az değil. Müslümanların hakkı söz konusu olduğunda AİHM şimdiye kadar hangi davada kendi hukukunun kurallarını dikkate almıştır ki, bu kadar önemli bir konuda da alsın ve kendi elini kolunu bağlasın? Sorunu toplumsal mutabakatla ve zamana yayarak yavaş yavaş çözmek istediğini sürekli tekrar eden AK Parti hükümeti şu gerçeği gözden kaçırmamalı: Türkiye'yi idare eden derin devlet ve laikler Müslüman tabanlı hükümetlere teşbihte hata olmaz, hep 'öküz' gözüyle bakarlar. Devlet ne zaman ekonomik olarak bataklığa gömülmüşse, ancak o zaman devleti bu bataklıktan çektirmek ve böylece kendi rantlarının devamını garanti altına almak için tabanı Müslüman olan bir hükümeti bir çift öküz misali devletin önüne koşarlar. Araba düze çıkar çıkmaz... Buna Refah-Yol hükümetinde şahit olduk, gaipten haber veriyor iddiasında bulunmamak için, AK Parti hükümetinin; Ana-Sol hükümetinden devraldığı ekonomik mirası hatırladığımızda da akıbetinin %100 değil de, %99 böyle olacağı görünüyor demek pek de yabana atılacak bir düşünce olmasa gerek.
Almanya'da yavaş yavaş yürürlüğe sokulan başörtü yasağının anayasa mahkemesi tarafından eşitlik ilkesine aykırı olması nedeniyle iptal edilmesinden korkuluyordu. AİHM'in son kararından sonra bu korkular gittikçe kayboluyor. Bu durumdan da anlaşılıyor ki, AİHM Avrupa genelinde başörtüsünü yasaklamakta çekimser davranan ülkelerin de önünü açmak istiyor.
İstisnasız tüm Müslümanların vazgeçilmez değeri olan başörtüsüne şeytan ve dostlarının açmış olduğu bu savaşa karşı artık bugünden itibaren hiç olmazsa bu konuda birlikte hareket etmek için nefislerimizi yenmeyi başaramaz isek bundan sonra başarmamıza acaba Allah fırsat verir mi? Akşam yatıp sabah kalkacağına kimin garantisi var?