Afganistan 42 yıldır savaşların, işgallerin, iç çatışmaların ve yoksulluğun kıskacında kalmış bir Asya ülkesi.
Aralık 1979 yılında dönemin komünist lideri Babrak Karmal’ın daveti üzerine Afganistan’ı işgal eden Sovyetler Birliği, on yıl süren yıpratıcı savaşın ve çatışmanın ardından Afganistan’dan mağlup bir şekilde ayrılmak zorunda kalmıştı. Elbette bu on yıllık işgal süreci Afganistan’ın komünist ideolojiye göre bir toplum mühendisliği ile yeniden şekillendirilmesi ve Sovyetler Birliği’nin amaçlarına uygun bir zemin oluşması amaçları taşımaktaydı. Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali aynı zamanda son derece zorlu arazi koşullarına sahipülkedebir gerilla harbini de tetiklemiş ve bu karşı mücadele İslam dünyasından büyük destek almıştı. Sadece halklar nezdinde değil yönetimler nezdinde de Afgan savaşının “Afgan cihadı”olarak değerlendirilip destek görmesinin en önemli sebeplerinden biri ise Soğuk Savaş idi. Soğuk Savaş sürecinde dünya çift kutba ayrılmış ve pek çok ülke Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri liderliğindeki Batı bloğu arasında bir tercih yapmak mecburiyetinde kalmıştı.
Sovyetler Birliği’nin o dönemde Türkiye de dâhil olmak üzere komşu ülkeleri ve pek çok Müslüman ülkeyi işgal etme yönünde emelleri bulunmaktaydı. İslam dünyası için, dine ve kadim kültürel değerlere karşı her alanda savaş açmış, ateist ve komünist ideolojinin bayraktarlığını yapan ve yakın bir tehlike olan Sovyetler Birliği’ne karşı Batı cephesinde yer almak daha makul gelmekteydi. Bu nedenle Afgan cihadı İslam dünyasının hemen hemen tümünde halklar nezdinde ve hatta milliyetçi yönetimler nezdinde dahi destek bulmuş, sembol haline gelmişti. Gerek Müslüman halklardangelen büyük destekler ve savaşçı Afgan halkının uzun yıllar süren direnişi neticesinde Afgan harbi Sovyetlere karşı büyük bir başarı ile sonuçlandı. Ancak Afganistan’ın Sovyetlere karşı başarısının en önemli sırrı Müslüman halkın büyük bedeller ödeyerek sürdürdüğü yıpratıcı savaştı. Süper güç fakir bir Müslüman halk tarafından darmadağın edilmiş ve zaten kısa süre sonra da bu harbin de hatırı sayılır etkisi ile parçalanmıştı.
ABD, Sovyetler Birliği’nin yıkılacağını ve büyük bir yenilgi alacağını anladığı esnadan itibaren milliyetçi ve nispeten seküler görünümlü gruplara destek vererek Afganistan’ın bir İslam devleti olmasını engelleme yolunu tercih etmişti. Böylece Sovyetler Birliği’nin çekilmesinin akabinde Afganistan’da söz hakkı sahibi olmak ve bölgeyi kontrol altında tutmak istiyordu. Zira bu savaş İslami Hareketleri güçlendirmişi, ümmet şuurunu takviye etmişti. Afgan savaşı aynı zamanda Çanakkale savaşından bu yana ilk defa pek çok farklı etnik ve dinî düşünceden Müslümanın aynı cephede omuz omuza mücadele verdikleri ilk harp olma özelliği taşıyordu. Pek tabiîdir ki Afgan harbi bu yönüyle tüm İslam dünyasını etkiledi ve nihayetinde bir ümmet şuuru ve bilincinin de yükselişine neden oldu.
Sovyetler Birliği gibi süper bir gücü mağlup etmenin mutluluğu Afgan halkını da aşan bir rüzgâra dönüşmüş ve eski ihtişamlı günlerini mumla arayan tüm Müslüman toplumlara özgüven sağlamıştı. Bu da savaşı takip eden ve gelişmeleri gözetleyen ABD liderliğindeki Batı bloğunu İslamcı bir yükselişe karşı endişelere sevk etmekteydi. Nihayetinde Afganistan harbinden İslam dünyasındaki Müslüman hareketlerin ve halkların beklentisi, ülkede müreffeh, bağımsız ve barışçıl bir İslam devletinin önünü açmasıydı. Böyle bir proje ve modelin başarılı olacağı umudu İslami hareketleri teşvik ederken,Batı çıkarlarını da tehdit etmekteydi. Fakat beklenen olmadı ve ABD’nin bir dönem destek vermiş olduğu etnik milliyetçi gruplar Afganistan’daki bölünmeleri tetikleyen bir rol üstlendiler.
1990 ile 1994 yılları arasında Afganistan’da can, mal ve ırz emniyetinin kalmadığı bir iç savaş ve kaos dönemi yaşandı. Her bölge farklı silahlı savaş ağaları tarafından yönetiliyordu ve mücahit liderler kendi aralarında anlaşmazlıklara düştüler. Bu ihtilaflarda Batı ve komşu ülke istihbaratlarının etkisi yıllar sonra ortaya çıkacaktı. Ancak yine de Müslüman toplumların bir arada hareket etme kabiliyetlerinin almış olduğu yaraların da bunda etkisi büyüktü.
1996 yılında Kandahar ilindeki çok sayıda medreseden birinde molla olan Muhammed Ömer, bu kargaşa haline son vermek için âlimlerin sürece müdahale etmesi kanaatini taşıyordu ki kendisi harekete geçti. Deobendi-Hanefi medreselerin Pakistan-Afganistan-Hindistan hattında çok büyük bir güce ve toplumsal nüfuza sahip olduğu unutulmamalıdır. Medreseler bu geniş coğrafyada devlet dışı bir aktör olarak son derece önemli roller oynamakta, bu da ulemaya büyük bir siyasi nüfuz sağlamaktadır. Afganistan’ın tüm sathında bu medreselerden binlercesini bulmak mümkündür. Kısa bir süre içerisinde toplumun önde gelen şahsiyetleri ve âlimleri Molla Muhammed Ömer’in bu çağrısına icabet ettiler ve birbiri ile çatışmakta olan taraflara müdahale etmeye başladılar. Kendilerinin de ifade ettikleri üzere şaşırılacak düzeyde kısa bir sürede Kandahar ve Kabil’i ele geçirdiler. Ancak Taliban’ın yada kendi isimlendirmeleri ile Afganistan İslam Emirliği’nin bu başarısıhalkın mevcut durumdan bıkkınlığı ve yeni bir ümit arayışının bir tezahürüydü. Nihayetinde Taliban, Afganistan’ı neredeyse tamamen kontrol altına alsa bile, ülkeyi yönetecek kadrolardan ve devlet tecrübesinden yoksun bir halde bir krizle karşı karşıya kalmıştı. Üstelik bu kriz, Taliban’ın yükselişinden rahatsız olan İran, ABD, Rusya ve Fransa gibi aktörlerin de yeni yönetim üzerinde baskılar oluşturmasına ve ambargoları yürürlüğe koymasına neden oldu.
Taliban’a karşı hasmane tavırlar geliştiren ABD, kısa bir süre içerisinde harekete geçerek Taliban karşıtı muhalif güçleri ülkenin kuzey bölgesinde “Kuzey İttifakı” adı altında desteklemeye ve silahlandırmaya başladı. Böylece Afganistan, ABD, Fransa ve İran’ın başını çektiği ve destek verdiği bir iç savaşa sürüklenirken Taliban ülkede kontrolü sağlamakta zorlandı. ABD, zaman zaman Afganistan’da çeşitli bölgelerde bombardımanlar gerçekleştirdi. Örneğin 1998 yılında Host vilayetinde gerçekleştirilen bir ABD bombardımanında 250 sivil katledildi. 2001 yılında 11 Eylül saldırılarının akabinde ABD’nin işgal süreci resmen başladı. 2006 yılına kadar Taliban ricat etti ve ciddi kayıplar vererek kontrolünü yitirdi. Ancak bu dönemler ABD için bir zafer dönemi olarak görülse de Taliban’ın yeniden örgütlenme dönemiydi.
Taliban, 2006 yılından itibaren etkinliğini tekrar artırmaya başladı. 2010 yılına gelindiğinde düzenlediği bahar operasyonları ile ABD ve NATO güçlerine karşı şiddetli bir gerilla harbini devreye soktu. Bu süreç aynı zamanda Afganistan halkı için ABD destekli hükümeti test etme dönemiydi. Raşid Dostum, Nur Muhammed, Abdurresul Seyyaf, Üstad Muhakkik, Ahmed Mesut (oğul) gibi birçok aktör Afganistan’da söz sahibi oldular ve servetlerine servet kattılar. Ancak Afgan halkının mazlumiyeti ve mağduriyetinin, fakirliğinin ve sefaletinin gün be gün derinleştiği giderek daha fazla aşikâr olmaya başladı. Afgan halkı yaşananlardan memnun değildi ve Taliban’a olan destek eskisinden daha güçlü bir şekilde kendini göstermeye başlamıştı. Taliban, Afganistan’da çok geniş kitlelerden destek alan bir İslami hareketti. Bünyesinde Özbek, Peştun, Türkmen, Tacik ve hatta Hazara olmak üzere farklı etnik kökenlerden pek çok kişiyi barındıran tek hareketti. Diğer hiçbir hareket bünyesinde bu kadar farklı etnik unsuru barındırmamaktaydı.
Afganistan İslam Emirliği, ABD işgal güçlerine karşı operasyonlarını 2020 yılına kadar sürdürdü. Molla Muhammed Ömer, 2013 yılında Kandahar’daki evinde hayatını kaybetti. Akabinde yeni lider olarak seçilen Molla Ahtar Mansur da bombardıman sonucu yaşamını yitirdi. Taliban bu süreçte kendi kaynaklarına göre 80 bin savaşçı kayıp verdi. İşgalin ABD için maliyeti ise 3,5 trilyon dolar oldu. 5 binden fazla Amerikan ve 1150 NATO askeri Taliban tarafından öldürülürken 20 bin asker çatışmalar nedeniyle yaralandı ve kalıcı biçimde sakat kaldı.
Savaşın ABD’ye olan askerî ve ekonomik yükü giderek artmaya devam ediyordu. 2013 yılından itibaren ABD, Taliban ile anlaşmanın yollarını aramaya başlamıştı. ABD, 2013 yılında Katar’da Taliban’ın bir müzakere ofisi açmasını kabul etti. Taliban da bu yaklaşıma olumlu baktı ve Doha’da barış müzakereleri yürütecek bir ofis açtı. Ancak Taliban’ın 2014 yılında Katar ofisine Afganistan İslam Emirliği bayrağını asması ABD’nin tepkisini çekti. ABD Taliban’ın bayrağını ve egemenlik hakkını kabul etmiyordu. Taliban ise egemenlik haklarının kabul edilmemesi durumunda savaşa devam edeceklerini deklare etti. ABD, savaşı kazanma amacıyla güçlü bir hamle yaparak 2015-2016 yıllarında Afganistan’daki güçlerine asker ve ekipman olarak geniş çaplı takviyede bulundu. Taliban ise müttefik kuvvetlerin içine sızan askerleri sayesinde ‘içeriden saldırılarını’ yoğunlaştırdı. 2017 yılında ise müzakere masası ABD’nin talepleri ile yeniden kuruldu. Sahada Taliban’a karşı askerî bir mağlubiyet yaşayacağını öngören ABD, Taliban’dan görüşmelere tekrar devam etmesini talep etmekteydi. Nitekim yakın dönemde de ABD’nin müzakere başkanı ve Afganistan özel temsilcisi Zalmay Halilzad yaptığı bir açıklamada, ABD’nin yaklaşmakta olan yenilgiyi gördüğü anda Taliban ile iletişim kurup müzakere yapmaktan başka çaresi olmadığının farkına vardığını itiraf etmişti.
ABD, Taliban ile yaptığı anlaşma çerçevesinde Ağustos ayı içerisinde tüm askerlerini ülkeden çıkarmak zorundaydı ancak anlaşmaya rağmen bu süreci sene sonuna kadar uzatmayı planlıyordu. 2021 yılının Ağustos ayında Taliban’ın hızlı ilerleyişine hazırlıksız yakalanmışlardı.Nihayetinde tüm dünyanın gözleri önünde ABD, Afganistan’daki büyükelçisini büyükelçilik binasının çatısından kaçırmak zorunda kaldı. Binlerce askerini ve vatandaşını ülke itibarına darbe vuracak tarzda adeta bir kaçışı andırır şekilde tahliye etti. Çok devasa bir askerî ekipman Taliban’a terk edildi. Ancak Kabil Havalimanı’nda bulunan bazı ekipmanlar, uçaklar ve helikopterler hızlı bir şekilde tahliye edilemediği için Amerikan askerleri tarafından çekiçlerle imha edildi. Buna rağmen Taliban’ın eline geçen askerî ekipmanlar hatırı sayılır miktardaydı. Taliban, uçakları, helikopterleri, 300 bin piyade tüfeği, 22 bin askerî araç ve çok sayıda ağır silahı ile artık birçok NATO ülkesinden daha geniş bir askerî envantere sahipti. Çekilme kararının sorumluluğunun kendisine ait olduğunu söyleyen ABD Başkanı Joe Biden, Kabil’deki tahliye operasyonunu “olağanüstü başarılı” sözleriyle nitelemişti. Aslında Amerikan yönetimi çekilmeden önce tüm hazırlıklarını yapmış, ülkeyi yıllar sürecek bir iç savaşa sürükleyecek koşulları da hazırlamışlardı. Nitekim Biden 300 bin kişilik devasa bir ordu hazırladıklarını, bu orduyu baştan aşağı teçhiz edip maaşlarını dahi verdiklerini, hava desteği ve istihbarat sağladıklarını açıklayarak sözlerini şöyle sürdürmüştü: “Onlara tek bir şey veremedik. Savaşma akidesi ve inancı.”
Taliban’ın bu derece başarılı olmasının bir nedeni esir aldığı askerleri affetmesi, girdiği bölgelerde hiçbir intikam eylemine girişmemesi olduğu kadar Afgan yönetiminin kokuşmuşluğu ve liderlerin her türden ahlaksızlık ve yolsuzluk bataklığına saplanmış oluşudur. Halk artık bir umut aramaktadır.
ABD gerçekten Afganistan’ı Taliban’a altın tepside mi sunmuştu? Elbette Afganistan gerçekliğini takip etmeyen, 20 yıldır ülkede verilen mücadeleyi görmeyen ve yaşananlara kulak vermeyen kimseler için bu böyle görülüyor olabilir. Ancak Afganistan 2021 yılının Ağustos ayında bir anda Taliban’ın kontrolüne geçmedi. 20 yıllık bir mücadelenin akabinde karış karış, il il, sokak sokak, köy köy Afganistan’ı savunan Taliban, işgalci güçleri ülkeden defetmeyi eninde sonunda başardı. Hem Afgan halkı hem de ABD için bedeli ağır olan bir savaş oldu. Bütün bu tarihsel süreci takip etmeyenler, incelemeyenler için Afganistan tecrübesi şaşırtıcı gelebilir. Fakat meseleyi 20 yıllık özgün koşulları içinde değerlendirdiğimiz vakit ABD’nin 2001 yılında Taliban’ı yeryüzünden silip kökünü kazımak sloganıyla işgal ettiği Afganistan’dan amaçladığı tüm misyonlarda başarısız olarak ve imajını da sarsıcı biçimde zedeleyerek geri çekilmesi imparatorluklar mezarlığı niteliğindeki bu ülkenin bir imparatorluğa daha mezar olduğunu göstermektedir.