Giriş:
Kur’an-ı Kerim’de müstakil ve tamamı tek seferde beyan edilen Âdemoğulları kıssasında geçen “Âdemoğulları”nın kimliği ya da kıssanın tarihselliğine dair herhangi bir bilgi yoktur. Kur’an-ı Kerim, sadece onların, Âdem’in oğulları olduğunu belirtir ancak isimleri ve diğer vasıfları hakkında malumat bildirmez.
Bu durumda ya bu kıssayı Kur’an harici hiçbir mufassallaştırmaya tabi tutmadan, tamamen Kur’an’ın beyan ettiği haliyle kıssadaki olaylara neden, niçin, nasıl gibi sorular yöneltmeden anlayacağız ya da bu kıssaya, Kur’an’ın başka ayet ve kıssaları ile neden, niçin, nasıl sorularına cevaplar bularak, tefehhüm ve tefekkür ederek inanmamız gerekecektir.
Birincisi Kur’an’ın hedefi olmayan bir dogmatizmdir. İkincisi ise ayrıntılı bir çalışma ve düşünme eylemi ve Kur’an’ın tanımladığı olumlu bir ameliyedir. “(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur'an'ı indirdik.”1
Yapacağımız bu anlama ameliyesi, öncelikle muhatap için, ayetler veya kıssayı tefehhüm ve tefekkür etme işlevini görmesini, ardından kıssanın mesajlarında tefeyyüz ederek onun mesajlarını hayata yansıtmasını sağlamak olmalıdır. Kıssa tefehhüm ve tefekkür edilirken, diğer Kur’an ayetleri ve nazil olduğu bağlamla birlikte anlaşılmaya çalışılması esas olandır. Bu ve benzeri toplu inen kıssalar -Yusuf, Mağara ashabı, Zülkarneyn, vd- hariç tutulursa, kıssaların değişik ayet ve sureler içerisinde tedrici olarak yer aldığı olgusunu görmemiz elzemdir. Bunun yanı sıra nazil olan dönem muhatabındaki bilgiler -mesela bu ayeti duyan kişinin Ehli Kitap’tan olup Tevrat ve İncil bilgisine vakıf olması gibi- ortamın mukayeseli bilgisini de içerisine alan geniş bir düşünme ameliyesi olacaktır.
Âdemoğulları kıssası, siyak sibak bağlamındaki; “İşte bu yüzdendir ki İsrailoğullarına şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur…”2 ayeti ile birlikte değerlendirilmelidir. Bu usul, Kur’an’ın Kur’an ile tefsiri olurken aynı zamanda nüzul ortamının tarihselliğini de ortaya koymaktadır. Çünkü Âdemoğulları kıssası hem Tevrat’ın muharref Habil-Kabil kıssasını tashih ederken hem de nüzul ortamındaki Yahudilerin yanlış tavrına dikkat çekerek mesajlar vermektedir. Çünkü o esnada Yahudiler Hz. Muhammed’i (s.) suikastla katletmeyi planlamaktaydılar.
Dolayısıyla kıssanın bidayetindeki “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat…” ayeti ile nihayetindeki “İşte bu yüzdendir ki İsrailoğullarına şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur…” ayetinde öncelikle nazil olduğu ortamdaki bilgileri temel aldığı, kıssadaki -haksız yere öldürme olayı üzerinden- kişi ya da toplumlara mesaj verdiğinin göz önünde bulundurulması lazımdır.
Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri Metoduyla Âdemoğullarının Tefsiri
Kur’an’a ve onun vazettiği kıssalara baktığımızda başka bir Âdem isminin ve ona ait bir kıssanın yer aldığını gözlemlemekteyiz. Kur’an’da yer alan “Yaratılış/Âdem” kıssasında, ilk yaratılan insandan ve onun ismi Âdem’den bahsedilmektedir: “Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi.”3“Meleklere: ‘Âdem'e secde edin!’ demiştik.”4 Kur’an’ın çeşitli sure ve ayetlerinde tekraren de yer alan Yaratılış/Âdem kıssasına dair bu ve benzeri beyanlar, ilk yaratılan insanı ve onun ismini bizlere bildirmektedir.
Tabii olarak ve Kur’an’ın Kur’an ayetleri ile tefsiri5 metodu aracılığıyla, Âdemoğulları kıssasındaki; “Vetlu aleyhim nebeebney âdeme…”6 ayetinde geçen ‘Âdem’in; Yaratılış kıssasında beyan edilen ve ilk yaratılan kişi “Âdem’i ihsas ettiği sonucuna varmaktayız. Çünkü Kur’an’da, Âdemoğulları kıssası ve yaratılış kıssası haricinde başka bir Âdem isminden bahsedilmemektedir. Bunun yanı sıra Âdemoğulları kıssasında anlatılan karganın bir insana (Kabil) ölü gömmeyi öğretmesi örnekliğine dair inen ayet, Kabil’in, defin işlemini bilmeyen ilk insanlardan olduğu yani “Âdemoğulları” kıssasındaki iki kişinin (Habil-Kabil) yeryüzünde ikamet etmeye başlayan Hz. Âdem’in çocukları oldukları intibaını vermektedir: “Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Kabil) ‘Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim’ dedi…”7
Bu konuyu biraz daha genişletelim: Eğer Kur’an, anlattıkları açısından “sıfır bilgi” ya da diğer bir deyişle “bilgisizlik” ortamına nazil olmuş olsa idi, o takdirde bu ayette geçen “âdeme” ifadesini derhal yaratılış kıssasında bahsi geçen Âdem’e atfedecektik. Çünkü Kur’an, “Ademoğulları”ndan hem de bir başka Âdem isminden ve hem de ilk yaratılan insan Âdem’den bahsetmektedir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’deki bu isimler ve kronolojik, biyografik çakışmalar asla tesadüfî olamaz.
Biz de düz mantıkla; okuduğumuz Âdemoğulları kıssasındaki “Âdem” ismi ve ilk yaşananlara (ölü gömme uygulamasını ilk defa görmek ve uygulamak) dair anlatımlar dolayısıyla, Âdemoğulları kıssası ile ilk yaratılan Âdem ve onun kıssasını irtibatlandıracaktık. Bu olguyu biraz daha güncelleyerek ifade edersek; Âdemoğullarının kimliği hakkında, saf “mealci”8 bakış açısıyla anlamaya çalışsaydık da bu sonuca varacaktık.
Bunun benzeri bir durumu Kur’an-ı Kerim’in, Âlim Kul ve Musa kıssasında anlatılan Musa ile yine Kur’an’da anlatılan peygamber Musa’nın irtibatlandırılmasında gözlemlemekteyiz. Âdemoğulları kıssası benzeri bir olgu o kıssada da mevcuttur. “Ve iz kâle mûsâ li fetâhu…” “Bir vakit Musa genç adamına demişti ki…”9 ayetinde ismi geçen fakat kendisi hakkında malumat verilmeyen bu Musa’nın, İsrailoğulları peygamberi olan Musa ile aynı kişiler olduğuna; Âdemoğulları kıssasında uyguladığımız benzer metodik yaklaşımla karar vermekteyiz.10 Çünkü Kehf Suresi’nde ismi verilen Musa ile aynı adı taşıyan peygamber Musa, çeşitli Kur’an ayetlerinde geçmektedirler. Bunlar tesadüf olamaz!
Bunun yanı sıra Kur’an’da yer alan bu olgu; Tevrat metinlerinde de anlatılan peygamber Musa ve onun hizmetkârı Yeşu/Yuşa bilgileri ile mufassallaştırıldığında her iki Musa’nın tek Musa olduğu intibaını vermektedir.
Âdemoğulları Kıssasının Nüzul Ortamı
Âdemoğulları kıssasının anlaşılmasına çalışılırken dikkat edilmesi gereken bir başka incelik daha bulunmaktadır. Kur’an kendisinden önce nazil olan; Tevrat, Zebur ve İncil kitaplarının oluşturduğu bilgi birikimi ve cahiliyye kültürü üzerine nazil olan bir kitaptır. O halde “Onlara, Âdem'in iki oğlunun haberini…” ayetindeki Âdem, hem Kur’an’ın yaratılış kıssasında anlatılan Âdem’i ve hem de Tevrat ve İncil’de ismi geçen ve yaratılan ilk insan Âdem’i kastetmektedir, dememiz gerekmektedir.
Çünkü Tevrat’ta da İncil’de de ilk yaratılan insan Âdem kıssası ve onun oğulları kıssasından anlatımlar bulunmaktadır. Üstelik Tevrat’ın Tekvin kitabında anlatılan Âdemoğulları kıssasında; ilk yaratılan insan Âdem ve onun eşi ile Âdemoğulları arasında doğrudan -kronolojik ve biyografik- irtibat kurulmakta ve Âdemoğulları Habil ve Kabil’in, Âdem ve onun hanımının öz çocukları olduğu sarih olarak beyan edilmektedir.
Hülasa edersek Tevrat ve İncil’in oluşturduğu Arap arka planı -malumatı- üzerine nazil olan Kur’an, bu bilgileri nazarı dikkate alarak kıssalarını beyan etmektedir. “Sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. De ki…”11 Binaenaleyh Kur’an’daki Âdemoğulları kıssası ile Tevrat ve İncil’in Âdem ve Hevel-Kayin kıssası anlatımlarını, Kur’an perspektifinde mufassallaştırarak anlamak Âdemoğulları kıssasının tefsirinde bir metot olmalıdır.
Tevrat ve İncil’deki Âdem ve Âdemoğulları (Habil-Kabil) Kıssaları
Tevrat’ta, Hz. Âdem hakkında; “Rab Tanrı Âdem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Âdem yaşayan varlık oldu.”12 denmektedir. İncil’in ‘Talimi İnciller’ bölümünden olan ‘Romalılara Mektup’ kitabında; “Ne var ki, Tanrı'nın armağanı Âdem’in suç işlemesine benzemez.”13 diye Hz. Âdem ve onun işlediği günahtan bahsedilmektedir.
Yine Tevrat’ta, Âdemoğulları kıssası, Âdem kıssası ile kronolojik ve biyografik olarak birleştirilerek detaylı bir biçimde anlatılmaktadır: “Âdem karısı Havva ile yattı. Havva hamile kaldı ve Kayin’i doğurdu… Daha sonra Kayin’in kardeşi Habil’i doğurdu. ”14
Tevrat’tan sonra nazil olan İncil ve onun mütemmim cüzlerini oluşturan değişik kitaplarda Âdemoğullarından, Abel ve Kâin15 isimleriyle örnekler verilmektedir: “Böylelikle, doğru kişi olan Abel/Habil’in kanından, tapınakla sunak arasında öldürdüğünüz Berekya oğlu Zekeriya’nın kanına kadar, yeryüzünde akıtılan her doğru kişinin kanından sorumlu tutulacaksınız.”16 “Habil’in Tanrı’ya Kâin/Kabil’den daha iyi bir kurban sunması iman sayesinde oldu. İmanı sayesinde doğru biri olarak Tanrı’nın beğenisini kazandı. Çünkü Tanrı onun sunduğu adakları kabul etti. Nitekim Abel/Habil ölmüş olduğu halde, iman sayesinde hâlâ konuşmaktadır.”17
Hıristiyanlık, insanlık tarihindeki ilk işlenen cinayete maruz kalan Habil’i daha da efsanevî bir vasfa büründürerek, onun şahsi mahiyetindeki benzerlikleri ve başına gelen felaketleri Hz. İsa’ya giydirmiştir. “Ahd-i Cedid (İncil), Abel/Habil’e oldukça geniş yer vermiştir. Kilise babaları Habil’i İsa Mesih’in adeta bir benzeri olarak görmüşler; masumiyeti, çobanlık yapması, kıskanılması, Tanrı tarafından takdimesinin (kurbanı) kabul edilmesi, ıstıraplı ölümü gibi hususlarda İsa’ya benzerliğini vurgulamışlardır.”18
O halde Kur’an’da beyan edilen Âdemoğullarının, hem Kur’an’ı Kur’an ile tefsir metodundan ve aynı zamanda Kur’an’dan önce nazil olan ve Kur’an’ın tasdik ettiği Tevrat ve İncil’de de Âdem ve Âdemoğulları kıssalarının yer almasına dayanarak mufassallaştırma metodu yoluyla; Kur’an’da kıssası anlatılan Âdemoğullarının, Hz. Âdem’in iki oğlu olduğu sonucuna varmaktayız.
Neden veya nasıl böyle bir çıkarımda bulunduğumuzu daha detaylı izah edelim: Kur’an Âdemoğulları kıssasına belagat, fesahat ve icazat dolu şu anlatımla başlamaktadır: “Onlara, Âdem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat.” Kıssanın anlatımına bu hitapla başlanması bir imayı içermektedir. İbni Kesir bu hususta şunları kaydeder: “Onlara Âdem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat… Âdem’in iki oğlu Habil ve Kabil’in haberini naklet. Doğru olarak... Yani yalan ve karışıklığa yer vermeden vehim ve tebdile, artırma ve eksiltmeye mahal bırakmaksızın olduğu gibi apaçık anlat. Nitekim aynı anlamda Allah Teâlâ ‘Doğrusu bunlar apaçık kıssalardır.’ buyurmakta; ‘Sana onların kıssalarını hak üzere anlatırız.’ demektedir.”19 Seyyid Kutub da bu hususun altını çizerek önemini vurgular: “Hakkıyla anlat. Çünkü olay gerçektir. Verilen bilgiler de doğrudur. Olay, insan yapısındaki bir gerçeği haber verir.”20
Dolayısıyla Kur’an’ın beyan ettiği Âdemoğulları kıssası; Tevrat’ta ve İncil’de yer alan “Âdem’in çocukları” kıssasını tashih etmek, tevhidî istikamete yöneltmek ve hidayete yönelik mesajını güncellemek amaçlıdır. Kur’an bunu şöyle beyan etmektedir: “Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) gönderdik.”21 “Kur’an kendisini İsrailoğullarının Tevrat üzerindeki tahriflerini ve bu tahrifler vesilesiyle aralarında çıkan ihtilafları hallüfasl eden bir kitap olarak da gösterir.”22‘Onlara anlat’ ifadesindeki zamirin Kitab-ı Mukaddes’in izleyicilerine râci olduğunu belirten Muhammed Esed, bunun anlamını da “Şimdi size, (kendinizden) gizlediğiniz Kitab’ın bir çoğunu açıklamak … için elçimiz geldi.” şeklindeki ayetle açıklamaktadır.23
Bu husus üzerinde biraz daha duralım: “‘Onlara oku!’ cümlesindeki ‘onlar’ zamiri ile kim kastedilmiştir? Hâzin, zamirin, Hz. Peygamber’in kavmine, Zemahşerî ise Kitap Ehli’ne, İbn Kesir, Yahudilere gittiğini söylüyor. Söz Yahudiler üzerinde döndüğünden zamirin onlara gitmesi uygundur. Ancak bütün dinleyenler de bu kapsama girer.”24 Râzi bu konuyu şöyle kategorize eder: “Hak Teâlâ'nın, ‘Onlara oku’ emriyle ilgili olarak şu iki açıklama yapılmıştır: a) ‘Onlara, yani insanlara oku...’ demektir. b) ‘Onlara, yani Ehl-i Kitab’a oku...’ demektir.”25
Hal böyle olunca Kur’an’ın, Âdemoğulları tanımından, kıssasını anlattığı ilk yaratılan insan Hz. Âdem’in çocuklarını kastettiğini dolayısıyla bu çocukların da Tevrat’ta isimleri belirtilen Kayin/Kabil ve Hevel/Habil oldukları sonucuna varmaktayız. Niçin? Çünkü Kur’an, Tevrat’ta anlatılan kıssayı doğrulamaktadır ancak onun muharref yapısını tevhidî istikamette yeniden inşa etmektedir. Ve bu inşa sırasında her konuyu beyan etmemekte yani detaya girmemekte sadece muharref hususları düzeltmektedir. Binaenaleyh “Hevel/Habil–Kayin/Kabil kıssası, Kur’an ile Tanah (Tevrat) arasındaki ortak temalardan biridir.”26 diyebiliriz. Böylece Kur’an, Tevrat ve İncil kitap ve resulleri silsilesi içerisinde tevhid dini istikametinde ortak bir yapıya sahip olduğunu beyan etmiş olmaktadır. Esasen Kur’an’ın bu kıssayı anlatmasının altında yatan etmenlerden birisi de budur. Yani Hz. Muhammed, Yahudi ve Hıristiyanlığın kitap ve peygamberlerinin Tevhid yolunda ortak oldukları vahyin elçisi olduğunu ve onun getirdiği Kur’an’ın aynı çizginin devamı olduğunu bu yolla beyan etmiş olmaktadır.
Kur’an, Âdemoğulları kıssası beyanı ile öncelikle Ehl-i Kitab’ı ve ellerindeki muharref Tevrat ve İncil’in anlatımlarını temel alarak onları uyarmakta, bunun yanı sıra ikincil ve asıl olarak kıyamete kadar tüm Kur’an muhataplarına hitap etmektedir.
Şu halde biz de bir metot olarak; Kur’an’daki Âdemoğulları kıssasının mücmel kısımlarını, Kur’ani vizyonda Tevrat anlatımları ile mufassal hale getirebiliriz. Ki, geçmiş sahabe ve ulema aynı metodu uygulamışlardır. Burada dikkat etmemiz gereken husus, Kur’an beyanı ve perspektifine aykırı malumatı göz ardı veya tasfiye etmek konusunda olmalıdır. Aksi halde İsrailiyat denen olumsuz olgunun fasit dairesine gireriz ki, bu da Kur’an’ın anlaşılmasında bir sapmaya sebep olmak anlamına gelecektir. Kadim İslam kaynaklarını incelediğimizde maalesef bu olumsuz olgunun, Âdemoğulları kıssası anlatımlarını sardığını ve kıssanın vakiliğinin sislenerek mitolojik bir vakıa haline dönüştürüldüğünü gözlemlemekteyiz.
Âdemoğulları Kıssası ve Mezopotamya Mitolojileri
Âdemoğulları kıssasının, Kur’an, Tevrat ve İncil kitaplarında yer almasının yanı sıra Mezopotamya’da kurulan en büyük medeniyetlerden biri olan Sümer mitolojilerine ait keşfedilen arkeolojik yazıtlarında da benzer anlatımlarla karşılaşmaktayız. “Habil-Kabil kıssası, çoban Tanrı Dumuzi ile çiftçi Tanrı Enkimdu’nun Tanrıça İştar’ın sevgisini kazanabilmek için yarışa girdiklerini, armağanlar sunduklarını anlatan ‘Dumuzi ile Enkimdu’ efsanesine benzemektedir.”27
“Kitab-ı Mukaddes’te ve Kur’an-ı Kerim’de yer alan bu kıssaya benzer unsurların eski medeniyetlerin mitolojilerinde bulunması, bu kıssada anlatılanların efsanevî olaylar ve kişiler olduğunu göstermez. Aynı hadisenin uzun tarihi seyir içerisinde çeşitli çevre ve kültürlerde farklılık kazanması tabiidir ve bu değişik varyantların temelde mevcut tarihî (vakii) bir hadiseye bağlı olduğunu gösterir ki, ilahi dinlere göre insanlığın başlangıcı, söz konusu kıssa kahramanlarının da atası olan Âdem ile Havva’dır. Kıssanın Tevrat’taki şekli Kur’an’a göre çok ayrıntılıdır ve muhtemelen kutsal metin yazarı ulaşıp derleyebildiği çeşitli rivayetleri ve farklı unsurları hikâyeye katmıştır.”28
Dolayısıyla Kur’an’ın vazettiği Âdemoğulları kıssasının, “vakii”liğine dair bir başka delil olabilecek bu Sümer yazıtlarının; aynı zamanda kaybolan Tevrat’taki Âdemoğulları kıssasının, Yahudi Rabbileri tarafından (Ezra vd.) derlenişi sırasında ilaveler sokulmak suretiyle Tevrat’taki Âdemoğulları (Hevel-Kayin) kıssasının muharref hale getirildiğinin bir delili ya da izahı olmaktadır.
Âdemoğullarının Kimliği, İsimleri ve Etimolojisi
Kur’an’da mufassal malumat bulamadığımız Âdemoğulları hakkında Tevrat’a göz attığımızda, ilk insan Hz. Âdem’in çocukları ve onların vasıfları hakkında şu kronolojik ve biyografik malumatın yer aldığını görmekteyiz: “Âdem karısı Havva ile yattı. Havva hamile kaldı ve Kayin/Kabil’i doğurdu. ‘RAB'bin yardımıyla bir oğul dünyaya getirdim’ dedi. Daha sonra Kayin/Kabil'in kardeşi Hevel/Habil'i doğurdu.”29 Anlaşılacağı üzere Kur’an’dan farklı olarak Tevrat’ta anlatılan Âdemoğulları kıssasında öncelikle, Âdemoğullarının yani Kayin/Kabil ve Hevel/Habil’in Hz. Âdem’in öz çocukları olduğu sarih olarak belirtilmektedir.
Oysa Kur’an bunu açık olarak belirtmemekte ancak ihsas etmektedir. Eğer Kur’an kıssada Âdemoğulları diye “Âdem” ismi belirtmemiş olsa belki de bu şahıslarla Hz. Âdem arasında bağlantı aramayabilecek ve bu kıssayı müstakil bir kıssa olarak anlamaya çalışacaktık. Kur’an’ın bu ihsasından ve Tevrat’taki Âdem-Âdemoğullarına ait sarih ifadelerden dolayı müfessirler; Âdemoğullarının, Hz. Âdem’in çocukları olduğuna inanmışlardır.
Kur’an’daki, Âdemoğulları kıssasında isimleri belirtilmeyen, Hz. Âdem’in çocukları hakkında; kadim İslam kaynaklarında, Tevrat’taki Hevel’in ismi “Habil” olarak yer alırken; diğer oğlu Kayin’in ismi Kabil olarak yer almaktadır. İbn Kesir bu olguyu şöyle tespit etmektedir: “Cumhurun kavline göre bunlar; Habil ve Kabil’dir.”30
Tevrat’a göre; Hz. Âdem’in bu iki oğlundan, ilk doğan Kayin’dir ve büyüyünce “çiftçi”31 olmuştur. “…Havva hamile kaldı ve Kayin'i doğurdu…”32 Hevel/Habil ise ikinci doğan, yani küçük kardeştir. “…Daha sonra Kayin'in kardeşi Hevel'i doğurdu…”33 O da büyüdüğünde “çoban”34 olmuştur. İslam kaynakları da bu olguyu Tevrat anlatımları paralelinde yani onun biyografi ve kronolojisi istikametinde kabul etmişlerdir. Mesela Taberî şöyle der: “Kabil, Habil’in büyüğü idi.”35 Dolayısıyla Taberî, Tevrat’taki Âdem’in çocuklarının kronolojik doğum sırası ve biyografisini esas almıştır.
Tevrat’ta bahsi geçen ilk insan Âdem’in çocuklarının adları, İbranice olan Tevrat metninde; “ka·yin”, “he·vel”36 olarak belirtilmektedir.
Kayin/Kabil kelimesi etimolojisine bakıldığında şunları tespit etmekteyiz: “İslam kaynaklarında Kabil olarak geçen kelimenin aslı ise Tanah’ın (Tevrat) Türkçe tercümesinde Kâin şeklinde belirtilmektedir. Tanah’ta Kâin adı ile ‘dünyaya getirmek, kazanmak’ anlamındaki Kâni kelimesinin türevi olan kesiti yan yana kullanılmıştır. Eğer Kâin’in kökü Kanâ ise bu durumda Kâin ‘dünyaya getirilmiş, döl, çocuk’ anlamına gelir. Kök harflerinin Kyn olması halinde ise kelime ‘maden işinde çalışan, demirci’ anlamına gelir ve bu noktada Aramicedeki Kainâyâ ile Arapçadaki Kayn (‘demirci’ anlamında çoğulu; kuyum) kökleriyle birleşir. Nitekim Kabil ismi Taberî’nin (ö. 310/923) Tarihu’r-Rusûl ve’l-Mülük’ü gibi bazı İslami kaynaklarda Kâyn ve Kâyın olarak zikredilmektedir.”37
Hevel/Habil kelimesi etimolojisi ise şöyledir: “Habil şeklinde geçen kelime bir telakkiye göre İbranca Hebel (Hevel) ve etimolojisi tartışmalıdır. Kelimenin “soluk, nefes, buhar” anlamına geldiği ebeveyninin kısa ömürlü olacağını önceden sezdiği için ona bu ismi verdiği ileri sürülmüş, ayrıca asıl adının başka olduğu, hayatı bir nefes gibi bittiği için daha sonra kendisine bu ad verildiği rivayet edilmiş, fakat bu rivayetler kabul görmemiştir. Kelimenin Akkadcada “oğul” anlamına gelen ablu/aplu veya hablu/habal’dan gelme ihtimali daha kuvvetlidir.”38
Taberî’ye göre yeryüzündeki ilk cinayet işlendiğinde Habil ve Kabil’in yaşları şöyledir: “Tevrat’ta anıldığına göre Habil öldüğü vakit 20, Kabil onu öldürürken 25 yaşında idi.”39 Bize göre; Taberî’nin bu rivayeti sahih değildir. Ne Tevrat’ta böyle somut bir yaş tespiti vardır ne de gaybi bir olgu olan bu hususu Taberî ve diğer âlimlerin bilmesi mümkün değildir. Habil-Kabil veya Âdemoğulları kıssasını işlerken gözlemleneceği gibi Kur’an ve Kur’an perspektifinde Tevrat veya İncil alıntıları harici anlatımlar, boşluk doldurma yöntemi ile sahih kaynaklara dayanmayan indî ve mitolojik yamalardır. Kur’an’da aralarındaki yaş farkına değinilmeyen Âdemoğullarının; yukarıda alıntıladığımız Tevrat’taki büyük ve küçük kardeşlik sıralamasına istinaden müellif indî birtakım değerlendirme ile bu rakamları vermektedir. Üstelik bu yaş farkının sunulmasının kıssanın anlaşılmasına bir faydası da yoktur.
Dolayısıyla İslam külliyatında yer alan Âdemoğulları kıssası anlatımları, sahih bir bakışla Kur’an perspektifinde yeniden yorumlanarak kıssanın her alanını saran İsrailiyattan ve hatta mitolojiden temizlenmelidir, diyebiliriz.
Âdemoğulları İsrailoğullarından Kişiler midir?
Âdemoğullarının kimliği hakkında Tevrat’ta yer alan bazı mufassal bilgilere ulaşmaktayız. Ancak bu konuda tefsir kaynaklarında yer alan bir başka rivayet bulunmaktadır. Şimdi, bizce Kur’an’ın tevhidî anlatımını örtüp, sisleştirebilecek kadar önemli bu rivayeti inceleyelim:
“Hasan el-Basrî ile Dahhâk'ın görüşüdür. Buna göre, Hz. Âdem'in, birer kurban sunan iki oğlu, onun sulbünden olan iki oğlu olmayıp, İsrailoğullarından iki Âdemoğludur.”40 “Bütün insanlar Âdem’in soyundan geldikleri için bu iki kişi de Âdem’in oğlu olarak anılmıştır.”41
Kıssanın gidişatına ve anlatımına aykırı olan bu görüş; kıssanın kronolojisine de gölge düşürmektedir. Çünkü bu kıssa yeryüzünde yaşamın ilk başladığı Âdem zamanının tarihini ve o dönemde yaşanan müşahhas bir olayı anlatarak, tarihsellik arz etmektedir. Eğer Âdemoğulları kıssasının kronolojisi atlanıp göz ardı edilecek olursa “yaratılış kıssasının” anlaşılmasında da problemler çıkacaktır.
Nitekim müfessirler, kıssanın sahip olduğu bu tarihsel, kronolojik ve biyografik olguya dikkat çekerek; Âdemoğulları kıssası ile İsrailoğulları dönemi arasında bağlantı kurmanın kıssanın vakiliğine uygun olmadığını belirtmişlerdir. “Çünkü ayet, katilin, öldürdüğü kardeşinin cesedine ne yapacağını bilemediğini, hatta bunu bir karganın davranışından öğrendiğini göstermektedir. Eğer bahsedilen bu iki adam, Benî İsrail'den olsaydı, ne yapacağını (yani defnetmeyi) iyi bilirdi. Doğru olan da budur.”42 Karganın bir insana öğreticiliğine dair ayet şöyledir: “Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Katil kardeş) ‘Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da olamadım mı ki, kardeşimin cesedini gömeyim.’ dedi ve ettiğine yananlardan oldu.”43
“Îbn Atiyye ise der ki: İsrailoğullarından bir kişi nasıl olur da ölüyü gömme şeklini bilmeyip bu hususta kargaya uyabilir. Sahih olan bu iki oğlun, Hz, Âdem'in sulbünden çocukları olduğudur. Müfessirlerden büyük çoğunluğun görüşü bu olduğu gibi, İbn Abbas, İbn Ömer ve başkaları da bunu ifade etmiştir. Bu iki kişi, Kabil ve Habil idi.”44
Âdemoğulları kıssasındaki karganın vasıta olduğu öğreticilikteki bu anlam, yeryüzünde ilk defa yaşamaya başlayan insanoğluna, kendisine “isimler”45 öğretilen ve “kelimeler”46 verilen Hz. Âdem’le veya bir nefisten yaratılan erkekler ve kadınların47 Hz. Âdem’le birlikte insanlaşma sürecine Cenab-ı Hak tarafından nasıl bir eğitim ve öğretim metodu uygulandığını da ihsas etmektedir. “İnsanı yarattı. Ona açıklamayı öğretti.”48 Dolayısıyla “Âdemoğulları” kıssası aynı zamanda “yaratılış” kıssasını mufassallaştıran ve hem insanın özelliklerini açıklayan hem yeryüzündeki kötülüğün başlangıcını ve ne şekilde gerçekleştiğini beyan eden ve o kıssanın mütemmim bir cüzü olarak algılanmalıdır.
Âdemoğulları Arasındaki İhtilaf
Yeryüzünde sadece Hz. Âdem’in ıyal’i,49 çekirdek aile olarak yaşamaya başlayan Âdemoğullarının -Habil ve Kabil- aralarında meydana gelen ihtilaf/ayrılık hakkında Kur’an şu açıklamayı yapmaktadır: “Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti…”50
Tevrat metninde ise Yehova’nın; “Kayin'i ve sunusunu ise reddetti… Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez miyim? Ancak doğru olanı yapmazsan, günah kapıda pusuya yatmış, seni bekliyor. Ona egemen olmalısın."51 dediği belirtilerek, “kurban” sunan Âdemoğullarından Kayin/Kabil’in kurbanının kabul edilmediği açıklanmaktadır. Bunun üzerine Tanrı Yahve ile Kayin/Kabil arasında olumsuz bir diyalogun geçtiği beyan edilmektedir. Kayin (Kabil) çok öfkelendi, suratını astı. Rab (Yahve) Kayin'e, ‘Niçin öfkelendin?’ diye sordu, ‘Niçin surat astın?”52
Her iki kitapta yer alan bu anlatımlarda çok bariz hem de tevhidî açıdan çok olumsuz bir fark vardır. Kur’an’daki, Âdemoğulları kıssasında; Habil ve Kabil ihtilaflarına dair diyalog beyan edilirken, Tevrat’ta, Tanrı Yahve ile Kabil arasında bir diyalog sunulmaktadır. İşte bu aşamada yukarıda izah ettiğimiz bir hususun altını çizerek vurgulayalım. Kur’an, Tevrat’ın muharref anlatımını nasıl tevhidî istikamette tashih etmektedir bir bakın! Kur’an’da, Tevrat’ta anlatılan ve tevhidî açıdan yanlış olan; Allah ile konuşan bir insan tasviri yerine doğrusu olan Habil ile Kabil arasında geçen tevhide dair bir diyalog sunulmaktadır. Oysa Allah, Kur’an’da şu kaideyi bildirmektedir. “Allah bir insana ancak vahiy yoluyla veya bir perde arkasından hitap eder yahut ona kendi izniyle dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir.”53 Şimdi Kur’an’ın Tevrat’ı tashihini ve Tevrat verilerinin tahriften ayıklanarak, Kur’an perspektifinde mufassallaştırılması metodunu daha iyi anlayabiliriz.
Kur’an ve Tevrat’taki Âdemoğulları kıssasında “kurban” dolayısıyla ihtilafın açığa çıktığı beyan edildiği halde “kurban” sunulmasına neyin sebep olduğu açıklanmamaktadır. Bu çok önemli bir husustur. Âdemoğulları kıssasının İsrailiyat ve mitolojik anlatımlarla dolmasının asıl sebebi de belki de budur. O halde şöyle bir yorum getirebiliriz: Allah, tefsirlerde dile getirildiği gibi Âdemoğullarından, herhangi bir olaya istinaden -kız, toprak/mülkiyet, vs- kurban istememiştir. Onlar bunu tamamen kendi kulluklarının gereği olarak yapmışlardır. Nitekim Tevrat’taki kurban takdimi sahnesi anlatımındaki ifade böyle bir durumu ihsas ettiriyor. “Günler geçti. Bir gün Kayin (Kabil) toprağın ürünlerinden Rab'be sunu getirdi. Hevel/Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi.”54
Bunun yanı sıra İncil’i oluşturan ve “Talimi İnciller” adı verilen kitaplardan olan İbranilere mektup kitabında “Pavlus, Habil’in ihlâs ve inancıyla Kabil’den daha iyi kurban takdim ettiği için onun takdimesinin kabul edildiğini ifade etmektedir.”55 “Habil'in Tanrı'ya Kabil'den daha iyi bir kurban sunması iman sayesinde oldu. İmanıyla doğru bir insan olarak Tanrı'nın beğenisini kazandı. Çünkü Tanrı onun sunduğu adakları kabul etti. Nitekim Habil ölmüş olduğu halde, iman sayesinde hâlâ konuşuyor.”56
Dolayısıyla Habil ve Kabil’in kurban takdimi bir olaya istinaden değil, elde ettikleri rızıklara istinaden, şükür/hamd olarak sundukları bir “kurban” olmalıdır. Olayın bu perspektifte algılanmasının Kur’an anlatımlarına daha uygun olduğu söylenebilir.
Hem Kur’an’ın hem Tevrat’ın ve hem de İncil’in; Âdemoğullarının (Habil-Kabil) kurban sunmasının nedeni hakkında açık bir sebep belirtmemesi bizim bu yorumumuzun haklılığına işaret gibidir. Âdemoğullarının aralarındaki ihtilaf tamamen kulluklarına dair “kurban” yüzünden yani dinî muhtevalı bir olgu sebebiyledir. Cenab-ı Hak herhangi bir mesele yüzünden Âdemoğullarından kurban istememiş, bilakis onlar elde ettikleri ürünlerden dolayı içten gelen bir şükran vesilesi olarak Allah’a kurbanlar sunmuşlardır.
Dikkat edildiğinde Kur’an ve Tevrat’ta olmadığı halde gaybi bir konu olan bir hususta -kurban sunma sebebi- İslam ve Yahudi âlimleri indî fikirler yarıştırmaktadırlar. İddia ettikleri -kız veya toprak/mülkiyet vb- meselelerin delili ya da kaynağı nerededir? Bunun sahih cevabı yoktur. Bu konuda biraz daha dikkatlice ve Kur’an perspektifinde tefehhüm ve tefekkür etmek gerekmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de ve Tevrat’ta yer alan “Âdemoğulları” kısasındaki kardeşlerin ihtilafına sebebin anlatıldığı safhada şu ortak sonuçlar çıkmaktadır:
a- Allah neden kurban istemiştir? Kur’an ve Tevrat’a göre belli değildir. İslam ve Yahudi kaynaklarında ise indî mütalaalar vardır.
b- Âdemoğulları -Habil ve Kabil- neyi kurban etmişlerdir ki, birinin ki kabul edilmiş diğerininki edilmemiştir? Kur’an’a göre neyin kurban edildiği belirsizdir. Tevrat’ta göre canlı hayvan, hayvansı yağlar ve tahıl ürünleri. Burada şu soruyu soralım: Neden ikisi de en azından yetiştirdikleri ürünleri takas yoluyla hayvan kurban etmemişlerdir. Tevrat’ın bu anlatımında tahrif olabilir mi?
c- Kurbanların, Allah tarafından kabul edilip edilmediği nasıl belli olmuştur? Bunun cevabı ne Kur’an ne de Tevrat’ta bulunmaktadır.
Kur’an-ı Kerim, Cenab-ı Hakk’ın, Âdemoğullarından neden kurban istediği ve Âdemoğullarının neyi kurban ettiğini ve bu kurbanların kabul edilip edilmemesinin nasıl bildirildiği ya da gerçekleştiği hakkında bir açıklama yapmamıştır.
Kur’an kıssasındaki kurbanın ne olduğuna dair kapalılığa mukabil Tevrat, Âdemoğullarının kurbanları ve muhtevası hakkında detaylı bilgi vermektedir. Buna göre; “Kayin/Kabil toprağın ürünlerinden… Hevel/Habil de sürüsünde ilk doğan hayvanlarından bazılarını, özellikle de yağlarını…”57 kurban olarak takdim ederler.
Âdemoğullarının, Allah’a sundukları kurbanlar hakkında, Kur’an’da bir açıklama bulunmamasına mukabil; İslam kaynaklarında yapılan yorumlar, Tevrat’ta anlatılanlar ile aynı görüşte birleşmektedirler. Dolayısıyla bu olgudan, İslam kaynaklarının referansının da Tevrat olduğunu algılamamız mümkündür. Çünkü gaybi bir konu olan bu husus hakkında beşer olan hiç kimsenin bilgisi olmaması gerekir. “İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun, ne de kavmin.”58 Seyyid Kutub, İslam kaynaklarında gördüğü bu olgu hakkında şunları kaydeder: “Çünkü nakledilen tüm rivayetler, Kitap Ehli’nden alınmış şüpheli rivayetlerdir… Oysa bu konuyla ilgili olarak rivayet edilen biricik sahih hadiste bile herhangi bir detaya yer verilmemiştir.”59 Dolayısıyla müfessirler bu hususta Tevrat verilerini temel almışlardır diyebiliriz.
Bu yüzden, Kur’an’da anlatılmayan fakat Tevrat metinlerinde yer alan Habil ve Kabil’in mesleklerinin neticesi olarak hem Yahudi teolojisinde hem de İslam külliyatındaki eserlerde; Âdemoğullarının kurban sunmasının arka planına dair çeşitli tahminler ve bu tahminler üzerine yorumlar bulunmaktadır. İslam külliyatının önemli bir kısmında Âdem’in çocuklarının evlilik ihtiyaçları dolayısıyla oluşan evlenilecek kız meselesi, kurban takdiminin nedeni olarak algılanmıştır.
“Yahudi literatüründe Kabil’in Habil’i öldürmesine toprak kavgasının sebep olduğu da ileri sürülmüştür.”60 Bunun yanı sıra Âdemoğulları kıssasına modern İslami yaklaşımlarda da kurban sunmanın arka planında toprak ya da mülkiyet anlaşmazlığı olduğu öne sürülmektedir.
Oysa Âdemoğulları kıssası ile benzer bir vakıanın -kardeşler arasındaki kıskançlık ve öldürme kastı- anlatıldığı Yusuf kıssası ile birlikte değerlendirildiğinde kurban sunumunun arka planının yukarıda değindiğimiz gibi sadece Allah’a kulluk/ibadette ortaya çıkan kurbanın ret veya kabulü durumunun olduğunun anlaşılması daha ideal gözükmektedir. Tabii ki bu durumda Âdemoğulları arasındaki ihtilafın nedeni maddi olmaktan çıkarak manevî yani duygusal bir mesele olduğunun anlaşılması gündeme gelecektir.
Âdemoğulları kıssasındaki; “Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder, dedi.”61 ayetinin bu görüşümüze en ideal cevap olduğu kanaatindeyiz. Cenab-ı Hak, Âdemoğullarına ve kıyamete kadar tüm muhataplara; Allah’a ibadetlerinde takvalı olmayanların uğrayacağı neticeyi hatırlatmaktadır. Yani bu ayet, Âdemoğulları kurbanlarının birinin kabul edilip, diğerinin reddedilmesi arkasında maddi bir olay aramanın gereksizliğini ortaya koymaktadır.
Binaenaleyh sırf bu açıdan bakıldığında bile Âdemoğulları kıssasındaki kurban olayı hakkındaki İsrailiyat ya da mitolojik rivayetlerin hepsinin sil baştan değerlendirilmesi yani bir nevi ‘reset’ edilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı aşağıdaki alt başlığa ve anlatımlarına bu çekince ve önerilerimiz açısından yaklaşılmasını tavsiye ediyoruz.
Âdemoğullarının Kurbanı Hakkında İslam Kaynaklarındaki Rivayetler
İslami kaynaklarda Âdemoğullarının kurbanlarının vasıfları hakkında şunlar nakledilmektedir: “Habil'in bir sürüsü vardı. Kabil ise ziraatçı idi. Onlardan her biri Allah'a bir kurban sundular. Habil sürüsü içerisindeki en güzel koyunu seçip, kurban olarak sundu. Kabil ise ekini içindeki en adi buğdayları seçip, onu kurban olarak sundu ve her ikisi de bu kurbanları ile Allah'a yaklaşmayı istediler.”62
Kur’an’da beyan edilmeyen bir konu olan neyin kurban edildiğinin cevabını Tevrat anlatımları aracılığıyla vermiş olsak bile yukarıda sıraladığımız diğer soruların (Allah neden kurban istemiştir? Kurbanların, Allah tarafından kabul edilip edilmediği nasıl belli olmuştur?) cevapları yoktur. Bunlar tamamen gaybi konulardır. Ancak kadim ve ondan sonraki tefsir kaynaklarında bu gaybi hususlara bol bol girilip “İsrailiyat” nevi rivayetlerle tefsir kitapları doldurulmuştur. Bu olgunun bir istisnası bulunmaktadır. O istisna cevap Merhum Seyyid Kutub’dan gelmektedir. “… ‘Hani ikisi birer kurban sunmuştu… Birinin kurbanı kabul edilmiş öbürününki kabul edilmemişti.’ ayetteki fiil, kabul edilme ve edilmeme işinin gizli bir kuvvete dayandığı ve gizli bir şekilde olduğuna işaret etmek için meçhul (edilgen) çatı kurmuştur. Bu sorgu ile bize iki durum hatırlatılıyor: 1- Bu kabul edişin nasıl olduğundan bahsetmememiz ve Tevrat'ın hikâyelerinden alındığı görüşünde olduğumuz, rivayetlere tefsir kitaplarının daldığı gibi dalmamamız hatırlatılıyor. 2- Kurbanı kabul edilenin, kin duyulmasını gerektiren ve öldürülmesine gerekçe olacak bir suçu olmadığı hatırlatılıyor. Çünkü kurban kabulünde, onun bir rolü yok. Onu ancak meçhul bir kuvvet, bilinmeyen bir şekilde kabul etmiş ve olay her ikisinin de kavrayış alanı ve iradesi dışında gerçekleşmiştir. Burada bir kardeşin kardeşini öldürmesi ve kişinin ruhunda adam öldürecek derecede kin oluşması için hiçbir neden yoktur.”63
Cenab-ı Hak, Kehf Suresi’nde, gaybi hususlarda fayda getirmeyecek şekilde çok fazla çabalamamızı ve hele kâfirler ile bu konularda tartışma ortamında bulunmamızı emretmektedir. “‘Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir.’ diyecekler; yine: ‘Beş kişidir; altıncıları köpekleridir.’ diyecekler. (Bunlar) bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (Kimileri de:) ‘Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir.’ derler. De ki: Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında (ileri geri konuşan) kimselerin hiçbirinden malumat isteme.”64
Kur’an, Âdemoğulları kıssasındaki ilgili aşamada Allah’a kullukta yani ibadetlerde, insanlarda olması gereken bir olguya “Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder.” ilkesine dikkat çekerken; müfessirler, fayda getirmeyecek ve güçlerinin de yetmeyeceği gaybi konularda fikirler yürütmektedirler. Bu yüzden Âdemoğulları kıssası, İsrailiyat ve mitolojik rivayet ve indî mütalaalarla doldurularak kıssanın tevhidî yönü sislenmiştir.
Yürütülen bu fikirlerden bigâne kalamayacağımız için, zorunlu olarak sırf olumsuz örneklik olması açısından çeşitli alıntılar yapacağız. Bu alıntılarımızın yazımızda “Âdemoğulları Arasındaki İhtilaf” başlığında yaptığımız tespitler ve gayb ile ilgili vurgularımız ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Kurban sunma ihtiyacı için gerçekleşen olay, müfessirlerin hemen tümü tarafından şu şekilde anlatılmaktadır: “Allah Teâlâ, zaruret hali mevcut olduğu için Hz. Âdem’in erkek çocuklarının kız çocuklarıyla evlenmesini emretmişti. Ve söylendiğine göre; Hz. Âdem’in, her batından bir erkek bir de dişi çocuğu doğuyordu. Habil’in bacısı çirkin, Kabil’in bacısı güzeldi. Kabil, öz kardeşini tercih etmek istedi. Hz. Âdem ise buna müsaade etmedi. Ancak Allah’a birer kurban takdim etmeleri gerektiğini; kimin kurbanı kabul edilirse; Kabil’in bacısının onun olacağını bildirdi. Habil ve Kabil kurbanlarını sundular. Habil’in kurbanı kabul edildi, Kabil’inki kabul edilmedi.”65
Bu ensest çözümlü anlatımları beğenmeyenler, alternatif bir rivayet daha getirirler: “Yine, bu hususta Cafer-i Sadık’tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Hz. Âdem hiçbir zaman kendi kız çocuğunu kendi oğlu ile evlendirmezdi. Böyle bir şey yapmış olsaydı, Peygamber (s) bu işten yüz çevirmezdi. Âdem'in dini hiçbir zaman Peygamber (s)'in dininden farklı değildi. Yüce Allah, Âdem ile Havva'yı yeryüzüne indirip onların bir araya gelmesini sağlayınca, Hz. Havva bir kız çocuğu doğurdu. O da buna Anâk adını verdi. Bu kız fahişelik yaptı. Yeryüzünde ilk fahişelik yapan odur. Allah da üzerine onu öldüren birisini musallat etti. Daha sonra Hz. Havva, Kabil'i doğurdu, sonra da Habil'i doğurdu. Kabil, olgunlaşınca Allah ona, cinlerin çocuklarından Cemale adında bir kadını insan suretinde gösterdi. Hz. Âdem’e de ‘Bunu Kabil ile evlendir.’ diye vahyetti. O da onunla evlendirdi. Habil yetişip olgunlaşınca, Yüce Allah, Hz. Âdem’e yine insan suretinde bir huri indirdi. Bu huriye rahim yarattı. Bunun da adı Bezle idi. Habil onu görünce onu sevdi. Allah, Hz. Âdem’e, ‘Bezle ile Habil'i evlendir.’ diye vahyetti, o da bunu yaptı. Bu sefer Kabil dedi ki: ‘Babacığım, ben kardeşimden yaşça daha büyük değil miyim?’ Hz. Âdem: ‘Evet’ dedi. Bu sefer Kabil şöyle dedi: ‘O halde ben, senin ona yaptığına ondan daha layık değil miydim?’ Hz. Âdem ona: ‘Oğlum, bana bu şekilde davranmayı Allah emretti. Lütuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir.’ Kabil: ‘Allah'a yemin ederim ki hayır böyle değil, onu sen bana tercih ettin.’ deyince, Hz. Âdem şöyle dedi: ‘Haydi birer kurban sununuz. Hanginizin kurbanı kabul olunursa, o fazilete daha layıktır.’ dedi.”66
Bu rivayeti kitabına alan müfessir, rivayetin saçmalığını da hemen açıklamaktadır. “Peki, kiminle fuhuş yaptı? Diye sorulur. Ona, insan gibi görünen bir cinni ile mi? Böyle bir şey ise bu konuda ortada mazeret bırakmayacak bir şekilde sahih bir nakli gerektirmektedir. Böyle bir nakil ise bulunmamaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.”67
Kadim İslam kaynaklarında yer alan bu ve benzeri rivayetler sadece İslam kaynaklarında değil Yahudi tefsir kaynaklarında da bulunmaktadır. “Kabil ile ikizinin yeryüzünde doğdukları, iki kızdan daha güzel olanı kimin alacağını tespit için kurban takdim ettikleri (...) şeklindeki rivayetler Tevrat tefsirlerinde de yer almaktadır. Apokrif kabul edilen, hem Süryanice hem de Arapça nüshaları bulunan ‘Hazineler Mağarası’ (La caverne des trésors) adlı kitapta da aynı bilgiler bulunmaktadır.”68
Dipnotlar:
1-Kur’an: Nahl, 16/44.
2-Kur’an: Bakara, 2/32.
3-Kur’an: Bakara, 2/30.
4-Kur’an: Araf, 7/11.
5-Bülent Şahin, “Vahyî Mesajı Anlamada Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri”, Haksöz Dergisi, Ocak-Şubat 2003. Kur’an tefsirinin kaynakları arasında ilk sırayı şüphesiz, yine Kur’an’ın kendisi alır. Kur’an’ın, Kur’an’la tefsiri, başka bir ifadeyle Kur’an’ın kendi bütünlüğü içinde anlaşılması gerçeği, İslam’ın başlangıcından beri bilinen ve yeri geldikçe âlimlerce önemi vurgulanan bir husustur.
6-Kur’an: Maide, 5/27.
7-Kur’an: Maide, 5/31.
8-Kur’an’ı anlamada mealin yeteceğini ve başka bir aracın gerekmediğini düşünen yaklaşım.
9-Kur’an: Kehf, 18/60.
10-Bkz: Cengiz Duman, “Âlim Kul ve Musa Kıssası”, Haksöz, Sayı: 220-221.
11-Kur’an: Kehf, 18/83.
12-Tevrat: Tekvin, 2/7.
13-İncil: Romalılara Mektup, 5/15.
14-Tevrat: Tekvin, 4/1-2.
15-http://biblos.com/genesis/4-2.htm
16-İncil: Matta, 23/35.
17-İncil: İbranilere Mektup, 11/4.
18-D.İ.A, “Habil ve Kabil” Maddesi, c. XIV, s. 376.
19-İbn Kesir, Muhtasar, Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. I, s. 548.
20-Seyyid Kutub, Fi Zilâli’l Kur’an, c. III, s. 330.
21-Kur’an: Maide, 5/48.
22-Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü, s. 94.
23-Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, Meal-Tefsir, c. I, s. 192.
24-Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, c. II, s. 509.
25-Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c. IX, s. 27.
26-Mustafa Öztürk, Kıssaların Dili, s. 157.
27-D.İ.A, c. XIV, s. 378.
28-D.İ.A, c. XIV, s. 378.
29-Tevrat: Tekvin, 4/1-2.
30-İbn Kesir, A.g.e, c.I, s. 547. “Âdem’in Oğulları Habil ile Kabil” Taberî, Taberi Tefsiri, c. II, s. 477. “Bunlar, Hz. Âdem'in sulbünden olan iki oğludur ki, bunlar Habil ile Kabil'dir.” Fahruddin er-Râzi, A.g.e, c. IX, s. 27.
31-Tevrat: Tekvin, 4/2.
32-Tevrat: Tekvin, 4/1.
33-Tevrat: Tekvin, 4/2.
34-Tevrat: Tekvin, 4/2.
35-Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, c. I, s. 178.
36-http://strongsnumbers.com/hebrew/7704.htm; D.İ.A, “Habil ve Kabil” Maddesi c. XIV, s. 376
37-D.İ.A, c. XIV, s. 376.
38-D.İ.A, c. XIV, s. 376.
39-Taberî, A.g.e, c. I, s. 188.
40-Fahruddin er-Râzi, A.g.e, c. IX, s. 28.
41-Süleyman Ateş, A.g.e, c. II, s. 509.
42-Fahruddin er-Râzi, A.g.e, c. IX, s. 29.
43-Kur’an: Maide, 5/30.
44-İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’an, c. VI, s. 160; Süleyman Ateş, A.g.e, c. II, s. 512.
45-Kur’an: Bakara, 2/31.
46-Kur’an: Bakara, 2/37.
47-Kur’an: Nisa, 4/1.
48-Kur’an: Rahman, 55/3-4.
49-Şemsettin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, s. 105.
50-Kur’an: Maide, 5/27.
51-Tevrat: Tekvin, 4/5-7.
52-Tevrat: Tekvin, 4/5-6.
53-Kur’an: Şura, 42/51.
54-Tevrat: Tekvin, 3-4.
55-D.İ.A, c. XIV, s. 376.
56-İncil: İbranilere Mektup, 11/4.
57-Tevrat: Tekvin, 4/3-4.
58-Kur’an: Hud, 11/49.
59-Seyyid Kutub, A.g.e, c. III, s. 329.
60-D.İ.A, c. XIV, s. 376.
61-Kur’an: Maide, 5/27.
62-Fahruddin er-Râzi, A.g.e, c. IX, s. 27; İmam Kurtubi, A.g.e, c. VI, s. 160.
63-Seyyid Kutub, A.g.e, c. III, s. 330.
64-Kur’an: Kehf, 18/22.
65-İbn Kesir, A.g.e, c. I, s. 548; Fahruddin er-Râzi, A.g.e, c. IX, s. 27.
66-İmam Kurtubi, A.g.e, c. VI, s. 161-162.
67-İmam Kurtubi, A.g.e, c. VI, s. 162.
68-D.İ.A, c. XIV, s. 377.