Adalet özlemini duyduğumuz, mücadelesini verdiğimiz şiarımızdı bizim. Bu ülkede yokluğunu derinden hissettiğimiz ve ikame etmek için koyulduğumuz hedefimizdi. Adaletsizlikten sürekli yakınmakla birlikte yakıştırmakta pek zorluk çekmiyorduk kimliğimize, inancımıza düşmanlık besleyenlere.
Statüko muhafızlarının görevi zulmün saltanatını korumaktı çünkü! Köhnemiş resmi ideolojileriyle, insanlık suçu işkenceleriyle, kapkara zindanlarıyla ve göstermelik yargılamalarıyla zulüm asli meşgaleleri, istikrar arz eden kimlikleriydi ne de olsa!
Ve varlıklarını adalet mücadelesiyle tanımlayanların şimdilerde adaletsizlik yakınmasının muhatapları haline geldiklerini görmek ne kadar şaşırtıcı ve hüzün verici! Yanlışların, çarpıklıkların, saçmalıkların inkâr edilmeye, yok sayılmaya, üstünün örtülmeye çalışılması ne büyük basiretsizlik! Mızrağın çuvala sığdırılamayacağı gerçeğini artık kabullenmek yerine kör bir inatla duvara doğru koşmaktan farksız tehlikeli bir ruh hali!
Oysa görmek isteyen için tablo hiç de puslu ya da karanlık değil. Bilakis gayet berrak! Sadece birkaç kare fotoğraf dahi gidişatın yönünü göstermeye ve adalet talebinde bulunmanın zannedildiği gibi yersiz ve de anlamsız olmadığını anlamaya fazlasıyla yeter!
Kişiliğinden, düşüncelerinden, kimliğinden hiç hazzetmiyor olabilirsiniz elbette ama Ahmet Altan’ın savunmasını okuduğunuzda içinizde bir burukluk hissediyorsanız eğer bir şeylerin yanlış gittiğini kavramanız hiç zor olmayacaktır.
Eğer 70 yaşına yaklaşan Ali Bulaç darbe teşebbüsünde bulunmak suçlamasıyla üç kez müebbet hapisle yargılanıyorsa;
Mahkemenin tahliye ettiği sanıklar, sosyal medya üzerinden başlatılan kampanya neticesinde cezaevinden salıverilmeden haklarında yeni başlatılan soruşturmalarla bu kez daha ağır ithamlarla tekrardan tutuklanıyorlarsa;
Savcılar adeta ne kadar çok gözaltı kararı verir ve tutuklama talep edersem kendimi o oranda daha güvende hissederim duygusu içine girmişse;
Hâkimler tutukluğun bir tedbir olduğu açık hükmüne rağmen salıverme kararı verdiklerinde kendi başlarının belaya girebileceğinden çekinerek, ‘Ben yanacağıma onlar yansın!’ tavrıyla önlerine gelen sanıkları zindana postalamayı tercih ediyorsa;
HSYK hoşa gitmeyen kararların sahipleri hakkında tayinini çıkartma, rütbe tenziline uğratma vb. kararlar vermeyi sıradan, rutin bir iş haline getirmişse;
Aylarca haklarında iddianame hazırlanmadan, mahkemeye çıkartılmadan üst üste tıkıldıkları koğuşlarda bekletilen insanlara kitap ve dergi ulaştırılması dahi engelleniyor, gelişmeleri takip etme, bilgilenme hakları sudan sebeplerle ellerinden alınıyorsa…
Bu ülkede adalet talebiyle sokağa çıkanların niyetlerini sorgulamak, samimiyetlerini tartışmaktan önce yapmamız gereken şeyler, itiraz etmemizi gerektiren durumlar, yükseltmemiz gereken şiarlar olmalı değil midir?