Cezaevi sorunu Türkiye'nin kanayan yaralarından biri. Cezaevi denildiğinde herkesin aklına insan yaşamının tehdit altında olduğu, kötü koşulların hüküm sürdüğü, insan onurunun, kimlik ve kişiliğinin hiçe sayıldığı tel örgülerle, yüksek duvarlarla çevrili beton yığınlarından ibaret bir manzara gelmekte.
Türkiye'de tam 569 tane cezaevi bulunuyor ve yenilerinin yapımı da devam etmekte. Mevcut cezaevlerinin 11 tanesini tecrit, yalnızlık ve ölüm manasına gelen F tipi cezaevleri oluşturuyor. Aslında bunları cezaevi olarak da adlandırmamak lazım. F tipi tecrit uygulaması insanın ruhsal, toplumsal ve biyolojik bütünlüğüne yönelik düpedüz bir saldırı, bir tür tabutluktur. Ve bu uygulamaya karşı başlatılan ölüm oruçlarında şimdiye dek 106 kişi yaşamını yitirmiş ve 500'e yakın insan da sakat kalmıştır. Bu cezaevlerinde kalanların anlatımları yalnızlaştırma politikasının insan sağlığı üzerinde nasıl olumsuz bir etki yaptığını ortaya koymaktadır.
İnsanların hücrelere konularak tecrit edilmeleri bedensel, ruhsal, sinirsel birtakım tahribatlara yol açmaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre; İç Anadolu'daki F tipi cezaevlerinde bulunan 45 tutuklu ve hükümlüde konuşma, okuma ve yazarken hatırlayamama, 55 kişide zaman kavramının karıştırılması, 36 tutuklu ve hükümlüde gün içinde olayların hatırlanmaması, 16 tutuklu ve hükümlüde ise sinirli ruh hali gibi rahatsızlıklar görülüyor.1 Liste ise bu şekilde daha da uzayıp gidiyor.
Ve medya aracılığıyla yansıtılanlar devletin Avrupa standartlarında, konforlu ve lüks odalar şeklinde tanıttığı F tiplerinde yaşananların, söylenenlerin aksini kanıtlar niteliktedir. Örneğin Kandıra F tipi cezaevindeki 40 mahkumun Adalet Bakanı Cemil Çiçek'e revire çıkarken ve mahkemeye giderken zorla ayakkabılarının çıkarıldığını, çoraplarına kadar arandıklarını, sabah ve akşam sayımlarının askeri disiplinle yapıldığını, musluklardan temiz su akmadığı için kantinden parayla su almak zorunda kaldıkları vb. sorunlarını içeren yazdıkları dilekçeye verilen karşılık ilginçtir: Olayı 'toplu eylem' sayan yönetim, mahkumlara bir ay görüş ve mektup yasağı getirmiştir.2
Bir başka çarpıcı örnek ise Bolu'dan. Bolu'daki F tipi cezaevinde tutuklu yakınları cezaevindeki eş ve yakınlarına en çok 3 kitap getirebiliyorlar. Yeni getirilen 3 kitabın ancak daha önce getirilmiş olan kitapların geri verilmesi şartıyla cezaevine girmesine izin veriliyor. Tutuklu yakınlarının gardiyanlara verdiği kitap, mektup gibi malzemeler de çoğu kez günler sonra içeriye ulaştırılıyor. Uygulamada bununla da kalınmayarak, koğuşların bahçeye açılan kapısı gündüz saat 16.00 gibi çok erken bir saatte kapatılıp, mahkumların hava alma hakkı dahi engelleniyor.3
F tiplerindeki zulüm, acı ve ölümle sonuçlanan hayatlara karşın Adalet Bakanı Cemil Çiçek ise asayiş ve disiplin yönünden cezaevlerinin şu anda geçmişle kıyaslanamayacak derecede sakin ve huzurlu olduğunu gururla söyleyebiliyor. Hatta bununla da yetinmediklerini ve fiziki bakımdan daha güvenlikli cezaevleri inşa ettiklerini; F tipleri yanında L tipi cezaevlerinin de yapımına hız verdiklerini söylüyor.4
Cezaevlerine verilen önem o kadar artmış ki artık okullar kapatılıp cezaevi yapılıyor. Van'da 1967 yılında Tarım Bakanlığı'na bağlı olarak eğitim-öğretime başlayan Ziraat Meslek Lisesi/verim alınamadığı gerekçesiyle F tipi cezaevine dönüştürülüyor. 12 bin 700 dekarlık arazinin 750 dekarının okula bırakılıp geri kalanı Adalet Bakanlığına verilerek üzerine F tipi cezaevi inşa ediliyor.5
Ve bakınız ki hiçbir şeyiyle örnek olmayan Türkiye cezaevleriyle örnek olmanın, örnek model sunmanın kıvancını duyuyor! Tecrit hücrelerden oluşan F tipi zulmü Amerikan işgali altındaki Afganistan'a model oluyor ve hükümetçe Afganistan'a insani yardım amacıyla öneriliyor. Afganistan'a bakanlıktan uzman göndereceğini açıklayan Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Türkiye'de şu anda uygulanan yüksek güvenlikli (!) F tipi cezaevlerinin Afganistan'da da yapılmasını istiyor.6
F Tipinden Sonra Şimdi de Yeraltı Hücreleri!
Bir yandan AB'ye uyum yasaları çıkartma hazırlığındaki hükümetin cezaevlerinde süren tüm bu olumsuz şartlara karşın tek vaadi yeni cezaevleri yapmaktan ibaret. Bu doğrultuda yer altı cezaevleri projesi dikkat çekici bir proje. İHD İstanbul Şubesi'nin verdiği bilgilere göre; Kandıra ve Beylikdüzü'nde 5 bin kişilik, Diyarbakır ve Denizli'de ise 3 bin kişilik cezaevleri yapımı sürmekte. Hatta Diyarbakır'dakinin inşası bitmiş ve ranzaları dahi taşınmaya başlanmış durumda. Üç katlı yapılan Diyarbakır cezaevinin üst katı müdüriyet, bodrum kat hücreler ve en alt kat ise karanlık odalardan oluşuyor. Her bölümde yüzer kişilik hücreler var ve hiçbir hücre birbirini görmüyor. Hücreler tuvaleti ve mutfağı(!) içinde olmak üzere toplam 3-4 metrekareyi geçmeyen genişlikte. Ayrıca normal boy standartlarının altında yapılan hücrelerde insanın rahatlıkla düz durabilmesi mümkün değil, Buralarda kalan insanlar kamburlaşıp, felç olma tehlikesi ile karşı karşıya. Yeraltında kör odalarda mahkumların havasızlıktan ölmemesi için alttan metal borularla bir havalandırma sistemi yapılmış.
Personel ise hazırlık amacıyla 3 aydan beri yeni cezaevinde görev yapıyor. Ayrıca bu 'yüksek güvenlikli cezaevleri' kameralarla donatılmış vaziyette. Cezaevinde 380 adet kamera bulunuyor. Çatıya, duvarlara, görüşme yerlerine, giriş ve çıkışlara yerleştirilen bu kameralara bağlı olarak 80 tane kapalı devre televizyon ile etraf sürekli izleniyor. Odalar ve görüş kabinleri arasında uzun bir mesafe var. Odaların kendisine ait havalandırması yok. Yedi metre yüksekliğindeki duvarların üstüne dikenli teller çekilmiş durumda.
Şimdi bu yer altı hücrelerinin ne amaçla ve kimler için yapıldığının sorulması gerekir? Acaba F tiplerindeki ölümler yetmedi de bu kör odalarda daha çok insanın çürüyerek ölmesi mi istenmektedir? Amaç gözlerden uzakta, kamuoyundan saklanarak zulüm ve işkencelerin daha rahat uygulanması mıdır?
Bu arada zulme yayınlarıyla meşruiyet kazandırmaya çalışan medya mensupları da hiç boş durmuyor. Yüzden fazla insanın ölümü, yüzlercesinin de sakat kalmasına neden olan F Tipi tabutluklar, 21 Mayıs 2003 tarihli Hürriyet Gazetesi'ne 'F tipi mucizesi' şeklinde manşet olabiliyor. Gazetenin haberinde 2000 yılı Aralık ayında "terör" suçlularının F tiplerine naklinin ardından Bayrampaşa'da hiç yaralama ve cinayet yaşanmadığı, cezaevi duvarlarını slogan ve pankartların yerine çiçeklerin süslediği, cezaevine huzur geldiği, mahpusların kütüphanelerden diş muayehanesine kadar değişik imkanlardan yararlandıkları ve isteyen tutuklunun havalandırma boşluğunda "jogging" yaptığı bunun ise bir F tipi mucizesi olduğu ifade ediliyordu.
Gazetenin yazarlarından Oktay Ekşi'de habere destek yazısı yazmaktan geri durmuyor. Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ten, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun'dan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici'den "üç cesur adam" olarak bahsediyor. Ekşi, yazısında H. Sami Türk'ün mahkum ve tutuklulara daha önce hiçbir adalet bakanının vermediği hakları verdiğini, örneğin onların cezaevinde uğradıkları muamelelerin haksızlığından şikayetçi olmaları halinde doğruca İnfaz Hakimine başvurup hak aramalarını sağladığını ve Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin (CTP) cezaevlerine yaptığı denetleme nitelikli ziyaretlerinden de artık 'cezaevleriniz vahim durumda' türü raporların çıkmadığını söylüyor.
Ekşi, yazısının sonunda 'Sorunları ertelemek yerine çözmenin de mümkün olduğunu gösteren bu örnekte (Bayrampaşa cezaevi örneği) hepimiz için önemli ders yok mu?' diye soruyor. Yani sonuçta, Hürriyet Gazetesi ve yazarı Oktay Ekşi, sorunların insanların ölümleriyle sonuçlanmasını bir çözüm ve cezaevlerinde 'Hayata Dönüş' adı altında yapılan katliamları da örnek olarak gösteriyor.
Halbuki Bayrampaşa Cezaevinde kalan ve cezaevi koşullarından dolayı sağlığı kötü durumda pek çok tutuklunun bulunduğu bilinmekte. Ayaklarındaki şişlik nedeniyle koltuk değnekleriyle yürümek zorunda kalan Veli Şimşek ve kolu sakat olup, başında yaralar bulunan İhsan Altun isimli tutuklular bunlardan sadece ikisidir.7
Görüldüğü üzere her şey iddia edildiği gibi modern ve çağdaş değil. Tutukluların tedavileri yapılmıyor. Tutuklu ve hükümlüler zor koşullar altında cezaevinde yaşam mücadelesi veriyorlar.
Değişmeyen Gerçek: Gözaltı ve işkence
"İşkence; bir kimseye kendisinden ya da üçüncü bir kişiden bir bilgi ya da bir itiraf sağlamak, kendisinin ya da üçüncü bir kişinin işlediği ya da işlediğinden kuşku duyulan bir eylemden ötürü onu cezalandırmak, kendisine ya da üçüncü bir kişiye gözdağı vermek ya da onları zorlamak amacıyla ya da herhangi bir ayrımcılığa dayalı bir nedenle bir resmi görevli ya da resmi sıfatla davranan bir başkası tarafından ya da onun kışkırtması ya da oluru ya da izniyle bilerek maddi ve manevi ağır ceza vermek ya da eziyette bulunmaktır." Uzun bir tarihi süreci olan işkence olgusu, dünyanın birçok ülkesi gibi Türkiye'de de kanıksanmış ve kurumlaşmıştır.8
İHD verilerine göre 1999'da 594, 2001'de 862 ve 2002'de 876 kişi işkenceye uğramış, son dört yılda toplam 2926 kişi işkence gördüğünü söylemiştir. İşkence şikayetlerinin %80'i ise takipsizlikle sonuçlanmıştır.
Hükümet ve devlet yetkililerinin 'demokratikleştik' 'karakollarda işkence yok' demelerine karşın tecrit hücrelerde akıl almaz işkenceler yapılıyor. İnsan bedeni, beyni ve yüreği tüketilmek isteniyor. İnsanlar yaşayan ölüler haline getiriliyor.
Örneğin Ankara'da sivil polisler, 1 Mayıs mitingine katıldıkları için 3 öğrenciyi okudukları okulda dersten çıkararak müdür yardımcısının odasında sorguya çekebiliyor. Öğrencilere aynı polislerce kendileriyle çalışmazlarsa F tipi cezaevine gönderme tehdidinde bulunuluyor. Ankara Emniyeti ise 'sorgu yapmadık, sadece okul yönetimi ve ailelere bilgi verdik' açıklaması ile konuyu geçiştiriyor.9 1 Mayıs gibi yasal bir mitinge katıldıkları için öğrencilerin suçlu ilan edilmesi ve hatta sorgulanması açıkça insan hak ve özgürlüklerine aykırılık içerir. Bir eğitim kurumu nasıl olur da okul binası içinde öğrencilerin sorgulanmasına, tehdit edilmesine izin verebilir?
Başka bir gözaltı olayı da Gaziantep'te yaşandı. İHD Gaziantep Şubesinin düzenlediği savaş karşıtı basın açıklamasına katılan 5 öğrenci basın açıklamasından birkaç gün sonra polis tarafından gözaltına alındı. Üç gün emniyette sorgulanan öğrenciler çıkarıldıkları savcılıkta adli soruşturmaya gerek görülmeden serbest bırakıldılar. Ancak Gaziantep Emniyet Müdürlüğü, öğrencilerin okudukları okulların yönetimine öğrencilerin 'yasadışı örgüt eylemine katıldıklarını' ve 'bölücü faaliyette bulunduklarını' iddia eden bir yazı gönderdi. Ve bu yazı üzerine 5 öğrenci okullarından atıldı.10
İşkenceye doymayan zihniyet çocuklara da zulüm uygulamaktan kaçınmıyor. 29 Nisan 2001'de polisler yolda gördükleri daha 14 yaşındaki D.E'yi şüpheli şahıs diye gözaltına alıp, kelepçeleyerek sorguluyor. Yaşadıklarına dayanamayınca intihara kalkışan D.E'nin annesi kızının 5 dakika bir yerde duramadığını, huzursuz, tedirgin olduğunu bir ay Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde yatmak zorunda kaldığını söylüyor. Polislerin yargılanması için izin verilmediğinden İdare Mahkemesince taleplerinin reddedildiğini belirten Anne Yıldız E., AİHM başvurduklarını ancak 'Tazminat verseler ne olur ki? Hayatı karardı bir kere. Eski haline geri getirebilirler mi?'11 diye haklı olarak soruyor.
Yine Abant İzzet Baysal Üniversitesinde 2002 yılında bir anma toplantısı sonrasında gözaltına alınan fakat avukatlarıyla görüştürülmeyen ve ifadelerinin jandarma tarafından yazılıp zorla imzalattırıldığını söyleyen öğrencilere açılan dava sonucunda 3 öğrenciye, 2'şer yıl 6'şar ay, 6 öğrenciye ise Ter yıl 6'şar ay hapis cezası ve 218 milyon ağır para cezası verildi. Üniversite yönetimi de 9 öğrenciyi, iki dönem okuldan uzaklaştırdı.12
Öte yandan da Türkiye'de sürmekte olan haksız gözaltı ve işkence olayları BM kuruluşları ve İnsan Hakları Örgütleri tarafından kınanmaya devam ediyor.
Cenevre'de toplanan BM İşkenceyi Önleme Komitesi'nin 30. toplantısında Türkiye hükümetinin hazırladığı 40 sayfalık rapor görüşülerek sonuç bir rapor çıkarıldı. Rapor'da F tipi cezaevlerini savunan ve İnsan haklarında düzenleme yaptığını ileri süren Türkiye'yi eleştiren komite, ülkeden 'işkencenin polis gözetiminde bulunanlara karşı yaygın kullanıldığına dair çok sayıda tutarlı suçlama bulunduğu' sonucuna vardı. Türkiye'de işkencenin ısrarlı ve sistematik biçimde sürdürüldüğüne de vurgu yapıldı.13
Uluslar arası Af Örgütü de, 2002 yılında dünyadaki insan hakları ihlallerini işlediği insan hakları raporunu yayınladı. Türkiye, raporda; Ermenistan, Belarus, Finlandiya, Rusya ve İsviçre ile birlikte ' fikir suçlularının cezaevine atıldığı' 6 ülke arasında gösterildi. Ayrıca; Türkiye'de bazı düşünce suçlularının, Kürt sorunu, F tipi cezaevleri ya da İslamcı görüşlerini açıkladığı için cezaevine atıldığı veya yargılanmayla karşı karşıya olduğu belirtilen raporda,Türkiye'de önemli yasal reformlara karşın gözaltında kötü muamele ve işkencenin halen yaygın olduğu ifade edildi.14
BM ve Uluslar arası Af Örgütü'nün raporlarıyla da Türkiye'de işkencenin devam ettiği vurgulanırken; TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanvekili ise işkencenin Türkiye gündeminden çıktığını; komisyon olarak özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaptıkları incelemelerde standardın üzerinde bir iyileşme (!) tespit ettiklerini söylüyor.15
Başbakan R.T.Erdoğan'ın, hükümetin ana hedefinin AB normlarını yakalamak ve bunun için de özgürlüklerin alabildiğince genişletilmesi konusunda kararlı olduklarını dile getirmesine rağmen seçimle iş başına geldikleri 3 Kasım 2002 tarihinden itibaren yaşanan gözaltı ve işkenceler görüldüğü üzere ne azalmış ne de düzelmiştir. Özellikle hak ve özgürlüklere vurgu yaparak oy toplayıp iktidara gelen AK Parti'nin Adalet Bakanı'nın, F tipi cezaevlerinde yaşanan zulüm ve hak ihlallerini dile getiren kendi milletvekili arkadaşlarını bile suçlar bir üslupla F tipi zulmünü ve kamusal alandaki başörtüsü yasağını savunması, aslında 28 Şubat darbe mantığının hala sivil elbise altında hükümet yetkilerini paylaştığını göstermektedir.
Dipnotlar:
1- 26 Şubat 2003 / Özgür Gündem
2- 15 Ocak 2003/Radikal
3- 9 Nisan 2003 / Yeni Şafak
4- 10 Nisan 2003 / Yeni Şafak
5- 19 Mart 2003 / Özgür Gündem
6- Yeni Şafak
7- 21 Mayıs 2003 / Özgür Gündem
8- Sorgu Yargılama Cezaevi, sayfa 66, Hüsnü Yazgan, Şubat 2002, Ekin Yayınları
9- 16 Mayıs 2003 / Radikal
10- 23 Mayıs 2003 / Radikal
11- 17 Nisan 2003/Radikal
12- 22 Mayıs 2003/Evrensel
13- 19 Mayıs 2003 / Özgür Gündem
14- 29 Mayıs 2003 / Yeni Şafak
15- 29 Mayıs 2003 / Yeni Şafak