Bazı eserler, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, yine de özgünlüklerini korurlar. Bunun sebebi, bu eserlerin, çok güçlü düşünürler tarafından yazılmış olmalarıdır. İşte merhum Abdullah Draz, böyle bir ilim adamıdır. Gerçekten de o, İslam dünyasının son zamanlarda yetiştirmiş olduğu en güçlü araştırmacı yazarlardan biridir. Onun bu özelliği, Doğu ve Batı kültürlerini bünyesinde mezcetmesinden kaynaklanmaktadır. Güçlü bir muhakeme gücüne sahip olması, onu herkese nasip olmayan büyük bir senteze ulaştırmıştır.1
Kendisinin seçkin bir talebesi olan Yusuf el-Karadavi’nin de nitelendirdiği gibi Draz, hem Ezher hem de Sorbonne’nun çocuğu idi. Batı kültürünün etkisiyle birçok kişiye sirayet etmiş kültürel yozlaşmışlık ve akli tahribatın yol açtığı olumsuzluklardan uzak durmuş, hem İslam hem Batı kültürünü bizzat kendi kaynaklarından derinlemesine öğrenmiş olması ona analitik bir bakış açısı kazandırmıştır.
Draz’ın kişisel özelliklerinden en belirgin olanı ise tüm ilmî ve amelî çalışmalarının kendinden kaynaklandığı Kur’an sevgisidir. O, gerçek bir Kur’an aşığıydı. Kur’an sevgisi onun aklına hükmeder olmuş ve gönlünü fethetmişti. Kendisinin her an Kur’an’ı okuma ve derinlemesine düşünme ya da onunla namaz kılma dışında başka bir hal üzere görülmesi mümkün değildi. Bir konferansa giderlerken kendisine yol arkadaşlığı yapmış olan Muhammed Ebu Zehra ondan şöyle bahseder: “Yatsı namazlarında bize imamlık yapardı. Sonra her birimiz yatağına giderken o namaz kılmaya ve Kur’an okumaya devam ederdi.” Yusuf el-Karadavi de kendisinden şöyle bahsetmektedir: “Oturduğumuzda, konuştuğumuzda onu hep İslam ve Müslümanların sorunlarıyla meşgul olurken buluyorduk. Her ne zaman evine gitsek Kur’an’ı sesli okurken görürdük. Hafızasının güçlü olması hasebiyle vaktini Kur’an’ı okumaya ve tefekkür etmeye amade kılmış, vaktini ilme hizmete adamıştı.”2
Kur’an ahlakı ilminin kurucusu olarak kabul edilen, öncü Müslüman şahsiyet Prof. Dr. Muhammed Abdullah Draz’ın Fransızca özgün adı “La Morale Kuran” olan kitabı, Arapçaya “Düsturu’l-Ahlak Fi’l-Kur’an”, Türkçeye “Kur’an Ahlakı”3 adı altında tercüme edilmiştir. Sorbonne’da College de France’de Louis Massignon, L. Provençal, Le Senne, Filon ve Fauconnet gibi profesörlerden felsefe, mantık, ahlak, psikoloji ve sosyoloji dersleri almıştır. “Kur’an Ahlakı” tezini Sorbonne’da College de France profesörlerinin önünde sunarak çok şerefli bir derece ile “doktor” unvanını almıştır.
Sahasında tek ve eşsiz olan “Kur’an Ahlakı” eserinin arka kapak yazısı kitabın içeriği ve değeri hakkında şu çarpıcı ifadelere yer vermektedir:
“Muhammed Abdullah Draz’ın bu kitabı yirminci yüzyılda bir Müslümanın kaleminden çıkmış en iyi eserlerden biridir. Kitap vahiy diliyle insanlığa öğretilmiş olan ‘moral’ ilke ve değerleri akademik yöntemin imkânlarıyla sistemleştirmektedir. Bu sistemi ‘vazife ahlâkı’nın terminolojisiyle çağdaş insan için anlaşılır kılmayı hedefleyen yazar, sonuçta bütün İslam ilimleriyle modern ahlak felsefesinin kavramlarını birbirine başarıyla eklemlemektedir.
‘Kur’an Ahlakı’ kitabında ortaya konan ahlak doktrini, Kur’ani ‘vazife’ kavramının tanımına paralel olarak beş temel ilke üzerine oturtulmaktadır: Yükümlülük, sorumluluk, yaptırım, niyet ve gayret. Buna göre yükümlülük ve sorumluluk, insanın yüklendiği ‘emanet’in öteki adıdır. Bir akıl ve irade varlığı olarak üstlenilen vazife, Kur’an’ın belirttiği değerleri yeryüzünde ikame etmektir. Yükümlü kılan otorite Allah olduğu için akıl, yükümlü kılınan beşerî gücü temsil etmektedir. Özgür irade ise sorumluluğu anlamlı kılan seçme gücüdür. Yaptırım ilkesi dünyayı ve uhrevi alanları kapsar; dolayısıyla hem ahlak hem de hukuk disiplinlerini ilgilendirir. Niyet ilkesi Batı vazife ahlakında pek vurgulanmayan bir iç şart olarak ele alınırken, gayret, vazifenin gerçekleşmesini mümkün kılan efor veya cehde karşılık gelmektedir.
Okuyucu, kitabı okurken Bergson, Kant gibi Batılı filozoflara ait görüşlerin Kur’an ahlakıyla aşıldığına tanık olmakta, bunun yanı sıra fıkıh, kelam ve tasavvuf gibi geleneksel yaklaşımların tek bir konu etrafında nasıl bütünleşebildiğini fark etmektedir.”
Draz, bu değerli çalışmasına Ezherli âlim Şems-ed-Din el-Babili’nin şu hikmetli kaidesi başlar: “Yeni bir eser şu yedi meseleden münhasıran birini ele almalıdır: Orijinal bir şey meydana getirmek, eksik olanı tamamlamak, karmaşığı aydınlatmak, uzun olanı özetlemek, düzensizi tanzim etmek, dağınık olanı toplamak veya hatalı olanı düzeltmek.” Eserinin hangi ölçüde bu şartları yerine getirdiğini takdir etme fırsatını okuyucuya bıraktıktan sonra şöyle der: “Kur’an-ı Kerim hakkında bu yeni esere zamanınızı boş yere harcamak, okuyucularımızı bezdirmek, kütüphanelerimizi doldurmak üzere girişmedik; eğer eserimiz Doğu veya Batı dünyasına yeni hiçbir şey getirmezse durum öyle olacaktır.”
Batılı bilginler tarafından genel ahlak üzerine kaleme alınmış incelemelere bakıldığında Kur’an ahlakı hususundaki suskunluklarından ileri gelen geniş ve oldukça derin bir boşluğu görmek yeterli olacaktır. Yunan paganizmi ve daha sonra da Yahudi ve Hıristiyan dinlerine ait ahlaki kaidelerden uzun bir şekilde söz edilerek oradan İslam ahlak kanunu ile ilgili her şeyi bir yana bırakarak bizi ani bir sıçramayla Avrupa’da modern zamanlara götürüyorlar.
Bununla birlikte birçok ahlaki doktrin konusu/tarihi, onunla vüsat, derinlik ve ahenk yönünden değer kazanacak ve bizzat ahlak problemi ondan, yeni olduğu kadar ebedi güçlüklerini de halletmek için, sadece menfaat elde edecektir. Kur’an-ı Kerim’in getirdiği paha biçilmez ahlak öğretisinin susularak geçilmesi büyük bir kayıp değil midir? Bu soruyu sorduktan sonra Draz, şöyle devam eder:
“İslam dini ile ilgili olarak Avrupalı eserlere baktığımızda, Kur’an-ı Kerim’in ahlaki emirlerini hülasa etmek üzere XIX. yüzyıl boyunca yapılan denemeleri bulacağımız gerçektir. Fakat bu denemeler çoğu zaman sınırlı, muhtevaları da Kur’an akidesine sadakatle cevap vermekten uzaktırlar. Avrupalı bilginlerin Kur’an’ın genel ahlak prensiplerini çıkarmaya teşebbüs etmedikleri, pratik kurallarını formüle etmeyi ve onlar noksansız bir kanun şeklinde sunmayı düşünmediklerini, yapılan Kur’an ayetlerini gruplandırma ve harfiyen tercüme etme vakasında hatalar yapıldığını belirtikten sonra, bu durumda bize düşen bu yanlışları düzeltmek, Avrupa kütüphanelerindeki bu boşluğu doldurmak ve Batılı bilginlere Kur’an ahlakının gerçek çehresini göstermek maksadıyla daha sağlıklı bir metot takip ederek incelemek temel amacımız olmuştur.
Lakin bizzat kendi İslami kütüphanemize müracaat ettiğimizde onun şimdiye kadar iki metot ahlaki eğilimi tanıdığını müşahede ettik. Bunlar, ya faziletin yüksek değeri kanaatini ilham etmek suretiyle gençliğin ahlakını şekillendirmeye müteveccih pratik nasihatlerdir.4 Ya da çoğu zaman Eflatuncu ya da Meşşai modelden kopya edilmiş, ruhun tabiatı ve hassalarının bir tasviri ve sonra da faziletin bir tarifi ve bölümleridirler.5 Ve her iki metodun aynı yazarın kaleminde üst üste geldiğinin görülmesi nadir değildir.6 Böylece bütün bu durumlarda, orada yazarların derin düşüncelerinin ve felsefi tetkiklerinin meyvelerini ortaya koymaya çalıştıkları ve Kur’ani metinlerin bulunmadıkları veya sadece tali derecede yer aldıkları katıksız insani eserler söz konusu idi.”
Draz, “Şu halde Müslümanlar nezdinde olduğu gibi, kendilerini İslamiyat araştırmalarına vermiş bulunanlar katında dane teorik ne de pratik bakımdan ‘Kur’an Ahlakı’ başlı başına bir inceleme ve derleme konusu olmuştur.” tespitinden sonra bu iddianın kesinlik kazanması için bazı açıklamalarda bulunur:
“Yaptığımız araştırmalarda bugüne kadar keşfedilmemiş bir sahaya girdiğimizi iddia etmiyoruz. Müslüman âlimler, daha ilk devirlerden itibaren bu konudaki yeteneklerini ortaya koymuşlardır. Kelamcılar ve usulcüler iyi/hüsn ve kötü/kubh ölçüsü hakkında, fıkıhçılar sorumluluğun şartları konusunda, ahlakçı ve mutasavvıflar gayretin müessiriyeti ve niyetin safiyeti hakkında çalışma yapmışlardır. Fakat bu mefhumların ahlak düşüncesi ile yakından veya uzaktan alakalı ve her zaman için sırf ahlaki nokta-i nazara sıkı bir şekilde bağlı kalmayan çeşitli disiplinler içerisinde serpiştirilmiş olmalarının ötesinde, onunla ilgili olarak ortaya konulan nazariye de geniş bir ölçüde, şahsi görüşlere değilse bile hiç olmaza ekolünün zihniyetine bağlı kalmış ve Kur’an, onlar tarafından sahip olunan falan veya filan anlayışı aydınlatmak üzere, sadece tamamlayıcı olarak zikredilmiştir.
Pratik planda gerçi biliyoruz ki Gazali, Cevahiru’l Kur’an adlı eserinde Kur’anî cevheri tahlil etmeyi ve onu, biri bilgi ile ilgili öteki de davranışla alakalı iki temel unsura irca etmeyi denemişti. O bu hususta birinci kategori ile ilgili 763 ve ikincisi ile ilgili de 741 ayet-i kerimeyi tespit edecek dereceye erişmişti. Maalesef inşa edilecek malzemelerin hazırlanmasında bir ilk adımı teşkil eden bu tür envanteri, kendisinden binanın yükseltilmesi için lazım olan tekemmül takip etmemiştir.
Bununla birlikte, orada genel olarak materyallerin seçiminin bir kurala göre yapıldığını ve pratik bölümde seçilen ayetlerin ekseriya bizim incelememizin konusuyla çakıştığını kabul etmek gerekir. İster Hanefi kadısı Ebu Bekr el-Cassas’ın Ahkamu’l Kur’an, ister Maliki kadısı Ebu Bekr İbn el-Arabi’nin Ahkamu’l Kur’an eserinde olsun, Hintli Hanefi Molla Ahmed Ciun’un Tefsirat el-Ahmediye fi Beyan el-Ayat eş-Şeriyye olsun, yapılan aktarmalar böyle değildirler. Bu eserlerde, sadece ahlakla ilgili Kur’an metinleri, hukuki usulle ilgili kelamî, kozmolojik ve öteki konulara ilişkin metinler tarafından içinden çıkılmaz bir şekilde boğulmuş olmakla kalmamakta; metinle ancak uzak bir münasebeti bulunan meseleler hususunda ve sadece fırsat düştüğü için zikredilen ayetleri görmekteyiz.
Her halükârda, surelerin düzenine göre Kur’an ayetlerini gruplandırma tarzlarıyla, Gazali dâhil tüm yazarlar iktibaslarını birbiriyle bağlantısız ve dağınık bir şekilde bir araya getirmişlerdir. Böylece surelerin bütünlüğü bozulduktan sonra oraya seçilen parçalar arasında mantıki bir birliği ve öğretim kuralının icap ettirdiği melodik sınıflamayı ilave edememişlerdir.
Bu mantıki düzeni Şia âlimlerden A.M.Erdebili’nin Durretu’l Beyan adlı eseri ve A. el-Cezairi en-Necefi’nin Kalaided-Durer’inde bulmaktayız. Fakat İslam hukuku ile ilgili Kur’ani naslar için repertuvar olarak görülebilen bu iki eser ahlaki konuları nadiren işlemektedir. Böylece hiç kimse bildiğimiz kadarıyla, şimdiye kadar bütünüyle Kur’an ahlakını ortaya koymaya teşebbüs etmemiş ve komşu disiplinlerle olan bağlılıklarından bağımsız olarak, insicamlı bir yapı altında onun prensiplerini sunmayı denememiştir. İşte gücümüzün ölçüsünde yerine getirmeyi kendimize görev bildiğimiz çalışma budur.”
Draz’ın, uzun sayılabilecek bilgilendirici giriş yazısından sonra Kur’an-ı Kerim’den çıkan şekliyle ve öteki eski modern nazariyelerle karşılaştırmalı olarak kitabın birinci kısmı, Ahlak Nazariyesine (Teorik Ahlak) ayrılmıştır. Bu başlık altında Yükümlülük, Sorumluluk, Müeyyide (Yaptırım), Niyet ve Saikler ve son olarak Gayret geniş bir şekilde ele alınmıştır:
Kitabın ikinci kısmında Ameli Ahlak (Pratik Ahlak) Kur’an-ı Kerim’den ayetler ışığında, Ferdi Ahlak, Aile Ahlakı, Sosyal Ahlak, Devlet Ahlakı ve son olarak Dini Ahlak gibi başlıklar yer almaktadır. Nassla ilgili seçme parçaların tasnif edildiği bu kısımda bütünüyle ayet-i kerimelere yer verilmiştir. Eser “İcmal-Kur’an-ı Kerim’de Fazilet Grupları” başlığı ile son bulmaktadır.
Bilindiği gibi Hicri V. asırdan itibaren İslam ülkelerinde ahlak konuları işlenmiştir. Ne var ki bunların bir kısmı emir ve yasaklar, diğerleri ise nasihatnâmeler şeklinde teşekkül etmiştir. Ülkeleri yönetenlere hitap eden ahlak kitapları yazıldığı gibi, Peygamberimizin ahlakını, âlimlerin ahlakını konu alan eserler de kaleme alınmıştır. Bir kısım ahlak kitapları da günün felsefi akımlarından yardım alarak ahlak konularını işlemişlerdir. Felsefe grubundan ayrılan bir disiplin olarak 19. yüzyılda yazılan ahlak kitapları içerik olarak daha farklıdır. Draz’ın eseri Batı’da yazılan ahlak kitaplarına, Kur’an’daki verilerin bir adaptasyonu değildir. Aksine, problemi yeni bir elbise içinde gördükleri muhakkaktır. Bu eserin, modern anlamda Batı etik ve ahlakını bilenler için de Kur’an’ı tanıtmada önemli bir hizmeti olacaktır.7
Şankıti’nin “Kur’an filozofu” diye vasfettiği Muhammed Abdullah Draz’ın, ilminin genişliği ve derinliğini yansıtan fikirlere nasıl vardığı bir yazıya sığmayacak kadar bağımsız bir kitap konusudur. Bununla birlikte fikir vermesi bakımından Niyet ve Saikler bölümündeki bir alıntıya yer vermek istiyorum:
“Amelin ufku geniş satıh kazandığı sürece, ahlakiliğin burada derinlik kazandığı söylenebilir. Bu prensip gereğince, az miktarda bir sahte paranın ticarete sokulması olayının, bu fiilin parasal tedavül içinde tayin ettiği hilenin sürüp gitmesinden dolayı, aynı değerde yüzlerce parayı çalmaktan daha tehlikeli olduğu söylenmiştir. Yine bu prensip gereğince, Gazali şöyle diyebilmiştir: “Düşüncesiz basit bir bakışla günah işleyen kimse, bir defa gözlerini kapatması gerektiği yerde gözlerini açarken, ilahi eseri kötü kullandığından dolayı, yalnız görme organının yaratılışı ile ilgili değil, aynı zamanda yerin, göklerin ve bütün kâinatın yaratılışı konusunda yaratıcıya karşı çok ağır bir nankörlükte bulunur; çünkü, diyor o göz, baş vasıtasıyla, baş vücut vasıtasıyla, vücut gıda vasıtasıyla, gıda, hava, su, toprak, güneş, ay vs. vasıtasıyla varlıklarını sürdürmektedir; kâinat ancak karşılıklı olarak birbiriyle dayanışan bütün parçaların bir heyet-i mecmuasını oluşturur.”
“Ahlaki Müeyyide” başlığı altında ise şu ifadeler yer alır: “... Açıkçası hayatın vadesi bizim için meçhuldür ve o ekseriya en az beklendiğinde sona ermektedir. Onun saati hususunda ihtiyatlı olmak yani daima gidişin eşiğinde olmak ve sürekli olarak hesabını denk tutmak basiretli bir tedbirdir. Günah peşin ve tövbe de veresiye olduğu sürece, diyordu manevi olarak Gazali, orada cehennemlik bir ruhun ifşa edilişini görmek gerekir.”
Bu bağlamda, en cihanşümul ve en acil çağrıdır dediği “Ne yapmak zorundayım?” sorusuna Draz yine kendisi cevap veriyor: “Fazileti tarif etmeye gücü yetmeksizin insanın faziletli olması mümkündür. Bizim, faziletin tarif edilmesinden daha çok faziletin bize gösterilmesine ihtiyacımız vardır. Beşerî ruhun günlük ekmeği işte budur. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim’deki nazari temeli ve ahlakın en genel prensiplerini keşfettikten sonra, eğer bu kitabın bize bıraktığı tatbiki ahlakın dev yapısını baştanbaşa dolaşmazsak, eserimiz açıkça lüzumlu bazı vasıflardan mahrum bırakılmış olacaktır.”
Draz’ın eserinden yarım asra yakın bir zaman sonra, Fransız eğitimci ve filozof Prof. Dr. Andre Comte-Sponville “Büyük Erdemler Risalesi” adlı kitabında erdemler ile ilgili olarak benzer bir cevap vermektedir: “Erdem (fazilet,) eğer benim düşündüğüm gibi öğrenilebilir bir şeyse -ki ben bu kanıdayım-kitaplardan çok, örneklerden öğrenilir. O halde bir erdemler risalesi ne işe yarar? Belki şuna: Ne yapmamız ya da ne olmamız gerektiğini, ne yaşamamız gerektiğini anlamaya çalışmak ve bu çabadan yola çıkarak, yapmamız veya olmamız gereken şeyden bizi ayıran yolu, en azından entelektüel olarak ölçebilmek. Mütevazı bir amaç, yetersiz bir amaç, ama gerekli bir amaç.
Bu erdemler kitapçığı, ancak bunların -nezaket, sadakat, basiret, ılımlılık (itidal), yiğitlik, adalet, cömertlik, merhamet, bağışlama, minnet, alçakgönüllülük, sadelik, hoşgörü, saflık, yumuşak huyluluk, iyi niyet, mizah ve aşk/sevgi- eksikliğini duyan kişilere yararlı olacaktır. Bu işten aldığı heyecan verici zevk benim için yeterli bir doğrulama oldu. Okurların alacağı zevk ise eğer alırlarsa, fazla bir şeydir.”8
Genelde metafiziği ya da aşkınlığı dışarıda bırakarak inşa edilmeye çalışılan ahlak anlayışlarında, maalesef birçok Batılı filozofun/düşünürün, Kur’an ahlakı hususundaki suskunluklarından ileri gelen tavırları gibi Comte-Sponville de Büyük Erdemler Risalesi’nde, ahlaki doktrinler tarihinin onunla vüsat, derinlik ve ahenk yönünde paha biçilmez bir değer kazandığı Kur’an ahlakı hususunda susarak benzer bir tavır sergilemektedir.
“Erdemlerin öğrenilebilen/öğretilebilen niteliğinin olduğuna inanan yazar, bu eseriyle genel olarak Kıta Avrupası, özelde ise Fransa’da Rönesans, Reform ve Aydınlanma süreçleriyle dinî öğretilerin toplumsal yaşayıştan kısmen uzaklaşması neticesinde ahlak eğitiminde meydana gelen boşluğu ‘insan aklını başat belirleyici’ kılarak doldurmaya çalışmaktadır. Eserini teorik olmaktan çok uygulamaya -pratik ahlak- yönelik olarak nitelendiren Comte-Sponville, kendi erdem anlayışını aklın önderliğinde bilimsel temeller üzerine inşa etme amacıyla, kavramları yorumlarken yaşanan/yaşanabilecek durumlardan örneklendirmelerle bu gayeye ulaşmaya çalışmaktadır. Fakat kutsaldan arındırılmış bir erdemler öğretisiyle yaptığı değerlendirmelerinde bazen kutsal metinlere/öğretilere atıflarda bulunması ve müşahhas delillerle kanıtlanamayacak sorunsallara saplanması, yazarın bir tür çelişkisi olarak kaydedilmelidir.”9
Yazımızı Draz’ın eserinin genel sonuç kısmındaki değerli sözleriyle bitirelim:
“Bütün sosyal müesseselerimiz, insanların ve şartların kaprislerinden korunan, statik, muhafazakâr bir kısım ve bir de dinamik, gelişme sağlayabilen serbest bir kısım ihtiva etmek zorundadırlar. Bu şekilde ‘istikrar ve değişme rüyalarımız’, ‘düzen ve ilerleme ihtiyaçlarımız’ gerçekleşebilir.
Ayrıca müşterek ödevden, herkesin teşebbüs ve cesaretine teklif edilen kâmil göreve giden yol üzerinde Kur’an-ı Kerim’in her merhaleyi liyakat derecesiyle gösterdiğini ilave etmelisiniz. Böylece o, faziletin gitgide ilerleyen çeşitli tatbikatını kerem ve ihsanı ile koruyarak, taraftarlarından hepsini daima yükselmeye, daima daha yükseğe çıkmaya çağırmaktadır. Bu çağrıya gelin hep birlikte tekrar kulak verelim.
İnsanlığın ebediyen devam edeceği ve hayat şartlarını sonsuzca değiştireceği farz edilirse, Kur’an-ı Kerim’in bir yerinde, onun faaliyetini ahlaken düzenlemek için bir kural, gayretini teşvik edecek bir vasıta, zayıflar için bir merhamet ve kuvvetliler için bir ideal bulacağını ummak mümkündür. En azından Kur’an ahlakının kendi kendine mutlak olarak yettiği söylenebilir. Bu, ‘kâmil bir ahlak’tır.”
Dipnotlar:
1- Muhammed Abdullah Draz, Kur’an’a Giriş, Çev: Salih Akdemir, OTTO Yayınları, Ankara, 2017
2- Muhammed bin Muhtar eş-Şankıti, Kur’an Filozofu Muhammed Abdullah Draz, Çev: Hilal Nayır, Mana Yayınları, İstanbul, 2017
3- Muhammed Abdullah Draz, Kur’an Ahlakı, Çev: Emrullah Yüksel& Ünver Günay, İz Yayıncılık, İstanbul, 2009
4- Bu türün en mükemmel eserleri arasında da İbn Hazm’ın Mudavatü’n Nufus adlı kitabı zikredilebilir.
5- Bu düşünce silsilesinde, en karakteristik ve en meşhur eser İbn Miskeveyh’in Tehzibu’l Ahlak’ıdır.
6- İsfahani’nin Zari’a’sında ve geniş bir şekilde Gazali’nin pek çok eserlerinde ve bilhassa İhyau Ulumi’d-Din eserinde görülüğü gibi.
7- A. Halim Koçkuzu, Abdullah Draz ve ‘La Morale Du Koran’ Selçuk Üniversitesi sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2002, sayı 7. s.339
8- Andre Comte-Sponvılle, Büyük Erdemler Risalesi, Çev: Işık Ergüden, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016
9- Ahmet Katılmış, “Büyük Erdemler Risalesi”, İş Ahlakı Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, s. 147, 2008