ABD'li Cumhuriyetçi stratejist James Blackweel, Körfez Savaşı sonrasında ünlü İrlandalı yazar Jonathan Swift'in "Gulliver'ın Seyahatleri" adlı romanını baz alan bir strateji sundu.
Roman kahramanı Gulliver, kaza sonucu batan gemiden güçlükle kurtulur ve Lilliput ülkesinin sahillerine yarı baygın bir şekilde ulaşır. Lilliput ülkesi çok küçük insanların yaşadığı bir ülkedir ve normal bir insan olan Gulliver, Lilliputluların yanında kocaman bir dev gibi kalmaktadır.
Lilliputluların, savaş halinde olduğu bir başka ülke vardır ve Lilliputlular, düşmanlarından korunmak için Gulliver'dan yararlanmak isterler.
Blackwell'e göre Ortadoğu, bir Lilliput ülkesidir ve Ortadoğu'da üç tip ülke bulunmaktadır:
1) Endişe ve korku içindeki ülkeler
2) Arzu ve ümit sahibi ülkeler
3) Gulliver'lar
Blackwell'e göre, Katar, Kuveyt, Bahreyn, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler, "Endişe ve korku içinde olan ülkeler" kategorisine girmektedirler. Bu ülkeler, kendilerini sürekli olarak "arzu ve ümit peşindeki ülkelerin" tehdidi altında gördükleri için bölgedeki Gulliverların himayesine sığınmaktadırlar.
Suudi Arabistan, Libya, Cezayir, Tunus vb. ülkeler ise "korku ve endişe içindeki ülkeler" gibi zayıf değildirler; ama bir bölge gücü haline de gelememişlerdir. Bunlar, sürekli olarak bir bölge gücü olmayı, yani Lilliput ülkesinin Gulliver'ı olmayı ummakta ve bunu arzulamaktadırlar.
Gulliver'a gelince... Ortadoğu'da 6 tane Gulliver bulunmaktadır ve Ortadoğu adlı bu Lilliput ülkesinin Gulliverları ise Türkiye, Mısır, İsrail, Suriye, İran ve Irak'tır.
Blackwell'e göre Ortadoğu için bu kadar Gulliver sayısı oldukça fazladır. Burada tek bir tane Gulliver kalmalıdır; o da İsrail olmalıdır. İsrail'in dışında bölgede Gulliver rolü oynayan diğer devletlerin haritaları yeniden çizilmeli ve bu harita değişikliğiyle bu ülkeler ilk iki kategoriye giren ülkeler haline getirilmelidir.
Yani bu stratejiye göre Irak, Türkiye, İran, Suriye ve Mısır etnik ve dinî temelde bölünmeli ve bu bölünmeler sonucu ana gövdeden ayrılan parçalar "Korku ve endişe duyan ülkeler" ana gövdeler ise "Arzu ve ümit içinde olan ülkeler" kategorisine indirgenmeli, dolayısıyla da tümü birden İsrail'in Gulliverlığına teslim olmalıdır.
Baba Bush, Blackwell'in bu stratejisini hayata geçirememişti; fakat son Irak müdahalesiyle, oğul Bush ve etrafındaki Yeni Muhafazakar kadroların, Blackwell'in bu stratejisini hayata geçirmek niyetinde oldukları söylenebilir.
Irak'ın güneyde Şii, ortada Sünni Arap ve kuzeyde de Kürt etnik temelinde üçe bölünmesi planı, Cumhuriyetçi partinin ideologları olan "Yeni Muhafazakarlar" tarafından açıkça dile getiriliyor.
Son günlerde Talabanî ve Barzanî çevrelerinde bazen federasyon bazen de tam bağımsızlık şeklinde görüş bildirenler de bu cesareti Washington'dan alıyorlar.
Şu an fiilî bir savaşın yaşandığı Irak, bu planın hayata geçirilip geçirilememesi noktasında bir laboratuar olarak değerlendirilebilir.
Bu planın Irak'ta gerçekleştirilmesi durumunda Türkiye'de Kürt; İran'da Azeri, Beluç, Kürt; Suriye'de Sünnî ve Alevî; Mısır'da ise muhtemelen Arap ve Kıptî etnik temellerinde ve "insan hakları ideolojisi" çerçevesinde harita değişikliklerinin gündeme gelmesi beklenebilir.
23 Şubat 1996 tarihli Askerî Eğitim ve İşbirliği Anlaşması'nı izleyen süreçte bir "stratejik ittifak"a dönüştürülen Türkiye-İsrail ilişkilerinin, bugünlerde pek de eski havasında seyretmediği Şaron'un ziyaret talebinin reddedilmesiyle açıkça ortaya konmuştu.
Geçtiğimiz Ekim sonunda İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un ziyaret talebi, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yoğun programı gerekçe gösterilerek reddedildi.
Bu reddedişi 1997 yılının Ocak ayında İsrail Dışişleri Bakanı David Levy'nin ziyaret talebini erteleyen dönemin başbakanı Erbakan'a yöneltilen tepkileri hatırlayarak analiz etmek gerekiyor.
Levy'nin talebini erteleyen Erbakan'ın "İslamcılığı" üzerinden yapılan rejim tartışmasının, Şaron'un talebini reddeden Erdoğan'a yönelik olarak tekrar edilmemiş olması, bu red tavrının gerçekte asker ile dışişleri bürokrasisinin tavrı olduğu biçiminde değerlendirilebilir.
Peki 1997'de Türkiye ile İsrail'i stratejik ortak ilan eden askerî bürokrasi ile dışişleri bürokrasisi neden bugün İsrail'e soğuk duruyor? Ya da Suriye ve İran ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik son bir yıldır gözlemlediğimiz bu iyileşme salt Ak Parti siyasetinden mi kaynaklanıyor?
ABD'deki Yeni Muhafazakarlar, Irak üzerinden tüm Ortadoğu'da bir yeniden yapılanmaya gideceklerini açıkça ilan ediyorlar. Bu yeniden yapılanma, İsrail'i bölgenin tek Gulliver'ı haline getirmeyi öngörüyor. Irak'ı izleyen herkes gibi Türk istihbaratı da İsrail'in Kuzey Irak'taki faaliyetlerinden haberdar ve İsrail'e yönelik bu soğuk duruşun arka planında da bunun olduğu söylenebilir.
1997'de İsrail'le oluşturulan stratejik ittifak çerçevesinde bölgede aşırı angajmanlar içine giren Türkiye, şimdi komşu ülkelerle ilişkileri geliştirip İsrail'le mesafeli durmaya çalışarak yeni durumu dengelemeye çalışıyor.
Tarihte ilk defa bir Suriye devlet başkanı Türkiye'yi ziyaret ediyor. Tüm ABD baskılarına rağmen Türkiye-İran ilişkileri gelişiyor. Türkiye'nin bölgesiyle geliştirmeye çalıştığı bu yeni ilişki biçiminin, ABD'nin orta ve uzun vadeli Ortadoğu politikalarıyla doğrudan ilişkisi bulunuyor.
Yeni durum karşısında Türkiye'nin küresel güçlere jeopolitik konum pazarlamaya dayalı geleneksel dış politikasını bırakıp kendi tarihî ve jeopolitik gerçekliğine uygun bir dış politika stratejisi üretip üretemeyeceğini zaman gösterecek.