Bildiğiniz gibi devlet terörü gündemdeyken "terör" ve "İslamcı terör" 21. yüzyılın güvenlik paranoyası haline getirildi. Bir çok müslüman ülkede bu amaçla İslami hareketlere karşı geniş çaplı tasfiye operasyonları uygulandı. Eğitim müfredatlarından, finansal yapılarına kadar yapısal değişiklikler dayatıldı.
Bu yeni süreçte "terör", "devlet terörü", "İslamcı terör" söylemini ve bir uluslararası müdahale enstrümanı olarak "terör"ü nasıl tanımlıyor, yaşanan süreci nasıl algılıyorsunuz?
St. Augustine'nin naklettiği bir anekdot (meâlen ) şöyle: Bir deniz korsanını yakalayıp Büyük İskender'in huzuruna getiriyorlar. İskender daha adamı görür görmez bağırmaya başlıyor, " sen ne cüretle dünyayı taciz edersin, ne hakla denizlerin huzurunu bozarsın..." Korsan bir fırsatını bulup şöyle diyor: " Benim küçük bir gemim var bana hırsız diyorlar, senin koskoca bir donanman var sana da hükümdar diyorlar..." Bu anektod terör kavramıyla ilgili durumu anlamak için önemlidir. " İktidar, sözcüklerin efendisi olabilene aittir" de denmiştir. Kavramlar gökten zembille inmiyor. Birileri tarafından belirli amaçlarla ortaya atılıyor. Arkasında da birileri duruyor. Dolayısıyla kavramlarla ilgili üç hususu akılda tutmak gerekir:Birincisi herkes için aynı anlama gelen bir kavram mümkün değildir; İkincisi, içerik, kavaramlara yüklenen 'anlam' zaman ve mekânda değişiyor; Üçüncüsü de kavramlar, sözcükler 'masum' değildir... Tarihe bakarsanız, terör kavramı içine sokulabilecek tüm vahşetler, kıyımlar, katliamlar ya doğrudan devletlerin eseridir ya da mutlaka devletin müdahil olduğu eylemlerdir. Bunda şaşılacak bir taraf yok, zira en büyük terör uygulama yeteneği en örgütlü olandadır. Bir de kimin terörist, hangi eylemin terör eylemi olduğuna da bizzat terörü uygulayanlar karar verdiğinde artık devre tamamlanıyor. O zaman dünyanın en büyük teröristi kendini dünyanın en demokratik, sivil haklar ve özgürlükler şampiyonu olarak sunabiliyor.
ABD şimdilerde terör söyleminin arkasına gizlenerek en büyük terörist eylemlere girişebiliyor, üstelik bunu da 'barışı ve demokrasiyi tesis etmek için yaptığını' söylüyor. Asıl garip ve saçma olan insanların bir bölüğünün de buna inanmasıdır. Buradan giderek, ideolojik hegemonyanın ne kadar önemli olduğu sonucuna varmak mümkündür. Bu yüzden de ideolojik netlik, ideolojik açıklık önemlidir. Sonuç itibariyle "benim yaptığım demokrasi ve barış için gerekli, senin yaptığınsa terör" diyebiliyorlar. ABD son yarım yüzyılda tüm büyük vahşetlerin, katliamların, devlet terörünün ya doğrudan faili ya da yaratıcısı veya destekleyicisi oldu. Bu vahşetler saymakla bitmez. Bir zamanlar bunu 'insanlığı kızıl tehlikeden kurtarma" retoriğine dayandırıyordu, şimdilerde de "barışı tehdit eden İslami terörü bertaraf etme" retoriğinin arkasına gizleniyor. Mesela Irak'ı "terörist devlet" sayıyor ve etkisizleştirilmesi gerektiğini söylüyor, onun elindeki kitle imha silahlarını barış için büyük bir tehlike olarak gösteriyor. Ama, Siyonist İsrail'i de demokratik bir rejim sayıyor ve onun elindeki kitle imha silahlarını hiçbir zaman sorun etmiyor, aksine gerekli sayıyor. Dolayısıyla, sorun kitle imha silahı değil, onun kimin elinde olduğudur. Fakat hepsi bu kadar da değil, elli yıldan fazladır Siyonist teröre maruz kalan Filistin halkını da terörist sayıyor ve elindeki tüm medyatik imkanları kullanarak bunun böyle olduğuna insanları inandırmaya çalışıyor.
Hegemonik bir güç, "kurtarıcı misyonuna" gönderme yapmadan hegemonyasını sürdüremez, kapitalizm de belirli aralıklarla savaş çıkarmadan yoluna devam edemez. Soğuk savaş sonrasında ABD, hegemonyasını sürdürmek için kendine bir düşman bulmak durumundaydı ve buldu: "İslâmî terör"... Artık her türlü saldırıyı "terör" gerekçesinin arkasına gizlenerek yapıyor. Bugün insanlığın başına musallat olan bir terör belası varsa, bu bizzat terör ve teröristlerle mücadele ettiğini söyleyen ABD'nin kendisi, ve müttefikleridir. Ama ABD'nin işini de kokuşmuş, soysuzlaşmış, kompradorlaşmış gerici Arap rejimleri kolaylaştırıyor. ABD terörüne, Siyonist teröre karşı mücadele, öncelikle bölgedeki Amerikancı emperyalizmin müttefiki veya kuklası durumundaki rejimlerin defedilmesini gerektiriyor.
ABD terörüyle, emperyalist terör ve saldırıyla başa çıkmanın yolu tutarlı bir anti emperyalist mücadeleyi örgütleyebilmeye bağlı. Fakat doğrudan kapitalist egemenliği hedef almayan bir hareketin gerçekten anti emperyalist mücadele vermesi ve başarılı olması mümkün değildir. Bunun dışında ne Siyonizm'e ne de Batı emperyalizmine karşı koymak ve başarılı olmak mümkün değildir. Zaten Siyonist İsrail'in Batı emperyalizminden, Batı egemenliğinden bağımsız bir varlığı yok. Emperyalizmin Ortadoğu'daki uzantısı, emperyalizmin kendisidir. Sunî bir devlettir. Bir bölge devleti asla değildir. Bu vesileyle bir şeyi daha hatırlamak yerinde olur: Bir başına karşı olmak yeterli değildir. Karşı olunana nasıl bir alternatif sunduğunuz büyük öneme sahiptir. Aksi halde kalıcı zafer kazanmanız mümkün değildir. İslami muhalefet sadece karşı olma temelinde başarılı bir şeyler yapamaz. Alternatif bir toplum projesi olmadan ve ileriye bakmadan mevcut güç ilişkisi ve statükoyu kırmak mümkün değildir. Ancak ilerici hareketlerin başarı şansı vardır ve bir hareketin ilericiliğinin başlıca kriterleri de mücadelenin eşitlikçi-demokratik bir öze sahip olması, mücadelenin her ileri aşamasının demokratik haklar alanını genişletmesi, eşitlikçi ilişkileri geliştirmesi, bu amaçla da doğrudan kapitalist yağma ve barbarlık düzenini hedef almasıdır. Artık kapitalizme ve emperyalizme cepheden bir karşı duruş olmadan, bu alanda radikal olmadan bir şeyler yapma şansımız yok. Aksi halde sistem her türlü hareketi ehlileştirip kendi çıkarlarının bir aracına dönüştürebiliyor.