Kamuoyuna ifşaatlarda bulunan en yüksek dereceli CIA [Central Intelligence Agency (Merkezi İstihbarat Örgütü)] görevlisi olarak tanınan John Stockwell CIA bünyesinde geçirdiği 13 yıl içinde Kongo ve Vietnam'da görev yaptı, ayrıca Angola'daki gizli savaşı bizzat yönetti.
Amerika'nın Colorado eyaletinde Özel bir radyo istasyonu için 23 Ocak 1991 tarihinde David Barsamian tarafından gerçekleştirilen bu röportajda eski bir CIA görevlisi olan John Stockwell, Körfez Savaşı'nın Amerikan iç politikasına ilişkin uzantılarına yönelik ilginç açıklamalarda bulunuyor.
- Yeni bir dünya düzeni oluşuyor. Bu yeni düzenin şeklini ve sınırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Soğuk savaş resmen sona ermiş durumda. ABD yoğun askeri harcamalarından dolayı -ki, bu 4,5 trilyon dolarlık bir borç yüklemiştir- kendi ekonomik geleceği üzerindeki etkin kontrolünü yitirmiştir. Sovyetler Birliği ise bundan daha kötü bir durumda, ilginç olan nokta, Başkan Bush ve çevresinin hararetle savundukları yeni dünya düzeni, dünyanın iktisadi yapılanması; gerek dünya gerekse dünyanın ekonomik ve iktisadi dengesini kontrol altına almayı hedeflemekle birlikte, ABD hala askeri açıdan süper güç konumunu sürdürmektedir. Bu da bizim dünya jandarması oluşumuzu gerektiriyor. Daha önce, bir bakıma böyle olan konumumuz şimdi daha da netleşti. Bu arada, on beş ay önce umuma açık bir toplantıda Başkan Bush'un böyle bir savaşın hazırlıkları içinde olabileceği tahmininde bulunduğumu biliyor muydunuz?
- Nasıl böyle bir tahmine vardınız?
Kör bir kuyuya taş atmak değildi bu. Panama'nın işgalinden 9 ay önce, Noriega'nın bir hükümet darbesiyle yönetimden uzaklaştırılamaması halinde Başkan Bush'un Panama'yı işgal edebileceğini tahmin etmiştim. CIA'da çalıştığım 13 yıl boyunca askeri hareketler, gizli ve açık savaşların dinamikleri, ne zaman ve niçin yapıldığı konularında çalışmalar yaptım. Dolayısıyla bu benim kendi tahlil ve tahminimdi ve doğru da çıktı. Savaşın Körfez'de çıkacağından emin değildim. İran-Irak Savaşı'nda Reagan çeşitli provokasyonlara rağmen bizzat müdahaleden kaçındı. Çünkü lojistik durumu iyi değildi. Ayrıca Orta Doğu'nun dinamikleri ve politik karmaşa Amerikan çıkarlarıyla uyuşmuyordu. Zaten uzun vadede uyuşacağına da inanmıyorum. Tabii ki biz, (yalnızca) ucuz petrol için savaşmıyoruz. Biz sahip olduğumuz 'güçlü muhafız' imajını sürdürmek zorundayız. Onlar (Körfez Ülkeleri) petrol fiyatlarını şerbet bıraktılar ve piyasa karıştı. Örneğin, senin ve benim gibiler geçen yılın Temmuz ayına göre petrol için daha yüksek fiyatlar ödemektedirler. Ve tabii ki komisyoncular da farkı cebe indiriyorlar. Bunu belirleyen dünya piyasası değildi. Bilakis Teksas petrolcüleri ve George Bush'un da kıdemli bir üyesi olduğu komisyonculardı. Suudi Arabistan ve Kuveyt'te bulunan sözde uğruna savaştığımız petrol, muazzam kuyular Amerika'nın değil. Ne sahibiyiz, ne de satın alıyoruz. Suudi Arabistan ve Kuveyt'e ait olan bu petrolün çoğunluğu Japonlar ve Almanlar tarafından ithal edilmektedir. Japonlar kendilerini mazur gösteriyor. Newsweek'de iki sayı önce çıkan bir makalede Japonlar'ın savaşta bize güçlü bir destek vermemeleri ilgisizliklerine bağlanıyordu. Nasıl olsa Saddam Hüseyin de Kuveytliler gibi petrol satacak ve hatta Saddam Hüseyin ile anlaşmak belki daha kolay bile olacaktır. Saddam'ın ülkesi oldukça vahim ekonomik sorunlar yaşarken, Kuveyt uzun yıllardan beri refah, bolluk ve güven içinde bölgede varlığını sürdürüyordu. Bu sebeplerden dolayı Japonlar savaşa girmek için herhangi bir mecburiyet hissetmedi. Sadece savaşın petrol alanları ve üretim üzerinde meydana getireceği zararlı etkiler ve petrol üretimi açısından çevre şartları endişelendiriyor onları. Çevre sorunları açısından dünyanın en duyarlı ülkesi olduklarını söyleyecek değilim tabii ki. Bu nedenle biz başkalarının çıkarları ve açıkça görüldüğü üzere Başkan Bush'un politik çıkarları doğrultusunda savaşıyoruz. Ciddi problemleri olan milletimiz, ekonomimiz şimdi tam anlamıyla iflas etmiş durumda ve toplumun söz sahibi kişileri ve ileri gelen yayın organları 1980 ortalarında sizin ve bizim ifade ettiğimiz konuları şimdi kabulleniyorlar. Askeri konularda yüklü harcamalar yapıyoruz, ticari konularda aynı duyarlılığı göstermiyoruz ve böylece ABD'yi rakipsiz gösterme arzusu bizi zorla büyük bir borç yükü altına sokuyor. Bu borç kolay kolay ödenemeyecek. Sosyal hizmetler açısından sarılması gereken derin yaralarımız, yaşam standartlınızda bir düşüş ve süratle artan bir açık vardı. Tabii ki bu tür problemlerin ortaya çıkışında Başkan Bush'un katkılarını gözardı edemeyiz. Biz dünyaya kredi açan bir millet, dünyanın en zengin ülkesiyiz. Başkan Bush ve Reagan'ın politikaları sayesinde iflas ettik. O şimdi Başkan ve kesinlikle milletin bakış açısını zaten kendisinin ortaya çıkardığı bu problemlerden uzaklaştırması gerekiyordu. Klasik çözüm ülkeyi savaşa sürüklemekti.
Bu savaşla ilgili olarak ilginç bir nokta, Reagan, Başkan Bush ve özellikle ordu çevrelerinin 1980'lerde daha az yoğun olmak üzere, Vietnam savaşından beri Vietnam sendromunu ortadan kaldırabilecek bir savaşa gireceğimize dair söz vermiş olmalarıydı. Bugün ya da yarın dünyaya iyi ve temiz bir savaşta yer alabilecek kadar organize ve mobilize olabileceğimizi göstermek zorundaydık. Tabii ki kendi çıkarları ve askeri örgüt çıkarları dahilinde Başkan Bush'un savaşı idare şekli ile ilgili olarak her yerde yıldızı parladı. Düşmanı dikkatli bir seçim sonrasında belirlediler. Saddam Hüseyin'in Deccal, Hitler, hırçın, kötü adam rolüne yakıştırılması hiç de zor olmadı. Şimdi elimizde sağlam detaylı belgeler var. Ralph Schoenman'ın, ABD'nin Saddam Hüseyin'i tuzağa düşürüp, Irak'ı Kuveyt'i işgal etmesi için tahrik ettiği hakkındaki makalesine atıf yapmak istiyorum. Biz Saddam'a hiç bir savunma anlaşması olmadığına dair güvence verdik. Irak'taki ABD büyükelçisi (April Glaspie) Saddam Hüseyin'e şunu dedi: "Dışişleri Bakanlığı benden Kuveyt ile hiç bir savunma anlaşması olmadığını vurgulamamı istedi." Bu yüzden kendinden oldukça emin olarak Kuveyt'i işgal etti. Tabii ki bu Saddam'ı hiç bir şeklide aziz yapmaz. Aksine bu adamı hiç tutmuyorum.
- Bush yönetiminin Saddam Hüseyin'i Irak'ı işgal etmesi için ayarttığını, tuzağa düşürdüğünü mü iddia ediyorsunuz?
- Vietnam Savaşı başladığında, Tonkin Çözümü, savaş aleyhtarları, barış cemiyeti üyeleri daha muhafazakar bir tutum içindeydiler ve "bir şeyler yanlış" diyorlardı. En sonunda Tonkin Körfezi hadisesinin kamuoyuna gösterildiği gibi olmadığını tarih kanıtladı ve gerçekten CIA tarafından özel hücum hileleriyle tahrik edildiği ispat edilmiş oldu.
Bu açıdan bakıldığında bu savaşta oldukça detaylı bir şekilde tasarlanmış bir tahrik unsurumuz var. Bu sol kanattaki insanların bazı paranoyak spekülasyonları olarak görülmemeli. CIA Kuveytliler'le işbirliği içindeydi, Ramsey Clark Irak'ın siyasi dengesini bozup, provoke edebilmek için konuyla ilgili bazı bilgileri ortaya çıkardı. Kuveyt, zaptettiği Rumeyla petrol alanlarını işletmeye başladı. Irak'ın ekonomik olarak zorlu bir dönem yaşadığı ve büyük bir borç yükü altında olduğu süreç içinde dünya petrol fiyatlarında çeşitli oynamalar söz konusu idi. Hatta bundan daha önce, yetmişli yılların sonunda, İran-Irak Savaşı sırasında ABD, Irak'a İran'a saldırması için cesaret veriyordu. Bu, Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgalini provoke etmek için Kuveytliler'le işbirliği içinde olan ABD'nin çok iyi tasarlanmış planına uygunluk gösteriyor. ABD'nin savaş hazırlığı yaptığı tahmininde bulunurken beni dinlemiş olsalardı bu şekilde sonuçlandırmayacaklardı, en azından sonucun nereye varabileceğini görmüş olacaklardı. Bütün dünyayı temin ederim ki, Başkan Bush'un savaşa ihtiyacı vardı. Seksenli yılları çeşitli hazırlıklarla geçirdiler. Vietnam sendromu, Bush'un parlayan yıldızı, çıkarları, dünya görüşü, dünya düzeni üzerine planları açısından savaş konusunda Amerikan ulusunun %85'lik desteğini aldı, en azından bu oran körfezde savaşan askeri birlikleri destekliyordu. Barış cemiyetinin büyük bir enerjisi vardı, savaş hakkında bir çeşit kaygı ve sıkıntı duyuyorlardı, ama kızmak, sinirlenmek gibi sert reaksiyonlar da vermek istemiyorlardı. Sarı kurdelalar takarak, "Biz birlikleri destekliyoruz, savaşı desteklemiyoruz, birliklerimizi geri getirin" diyorlardı. Herkes gibi ben de gösterilere, toplantılara, konferanslara katıldım ve dikkatlice dinledim. Barış cemiyetinin devamlı surette ifade etmeye çalıştığı, Vietnam savaşının hatalarının tekrarlanmaması ve askerlerin kendi kendilerine kıymamaları gerektiğiydi. Bu, Vietnam savaşının sözde hatasıydı. Düşündükçe merak ediyorum: Eğer orada işleri insanları öldürmek olan bu insanlara sevgi mesajları yollanmış olsaydı, bu ülkenin insanları en sonunda Vietnam savaşını sona erdirmede başarılı olabilecekler miydi? Vietnam savaşında yer alan askerler tasarlanıp, programlanmıştı. Seçim hakları yoktu. Bu savaşta ise gönüllü bir ordudan bahsedilebilir. Hiç bir tanesi programlanmadı. Eğer 1968 Chicago'su ve Kent State gibi kavramlar, Berkeley ve barış cemiyetinde kızgın bir enerji kitlesi olmasaydı savaş daha uzun sürebilirdi. Graham ve Burr'un The History of Violence in America [Amerika'da Şiddetin Tarihi] adlı kitaplarını tekrar okudum. Şiddet öğesi olmadan, en azından boykot ve çözülme tehdidi olmadan ABD'nde önemli bir değişim ya da devrimci nitelikte bir değişim olmadığı sonucuna varıyorlar, insanlar ayağa kalkmalı, bir çizgi belirleyerek hoşnutsuzluklarını planlı bir şekilde ifade etmeliler. Fakat, ne yazık ki yavaş yavaş aşındırarak, büyüklük, kendini üstün gösterme gibi değerleri kullanarak George Bush başarılı oldu. Anketlerin gösterdiği üzere, %85 oranında bir küle ya tamamıyla Bush'un tutumunu destekliyor ya da en azından Körfez'de savaşan birlikleri destekliyor. Bazıları şöyle ifade ediyor. "Savaşı sevmiyorum, başka seçenekler de vardı tabii ama Saddam Hüseyin'i durdurmalıyız." Sonuçta barış cemiyeti kendi özgür iradeleriyle körfezde savaşan ve oldukça şiddetli eylemlerde bulunan Amerikan birliklerini destekliyor.
- Irak Savaşı'nın kitle iletişim araçları ile takibi ile ilgili olarak nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz?
Bush'un savaşa olan gereksinimine, savaşı idare etme çabalarına rağmen bu savaşın sonbaharda sona erdirileceği konusunda büyük umutlarım vardı. Çünkü orduda bir gruplaşma hakimdi. Çoğunlukla ordu, savaşa girme konusunda politikacılara nazaran daha isteksizdir. Başkan Reagan ve Dışişleri Bakanı George Schultz 1980 ortalarında Nikaragua işgalini geniş çapta tartışmaya açmışlardı. Pentagon, Genel Kurmay ve Savunma Bakanı Casper Weinberger "Popüler bir savaş olmadıkça Savunma Bakanlığı desteği olmadan başaramazsınız" şeklinde yorumlar yaptılar. Ordu imtiyaz istiyor. Paranın akmasını istiyor. (Mali destek istiyor.) Para aktığı takdirde savaşın getirebileceği sarsıntılar açısından herhangi bir riske girmek istemiyor. Bütün dehşetiyle birlikte savaşa girme konusunda politikacılara nazaran daha temkinli davranıyorlar. Her zaman geçerli değil belki, ama çoğunlukla. Deniz ve Kara Kuvvetleri Komutanı General Schwarzkopf, kıdemli amiraller ve iki eski Genel Kurmay Başkanının Kongre'ye savaşın içine böylesine balıklama dalmamamız gerektiğini, bir iki yıl içinde müeyyidelerin neler getirebileceğini, nasıl sonuçlanacağını beklememiz gerektiğini açıkça vurguladıklarını gördük. Askeriyenin kendi içinden gelen bu enerjinin savaşı durdurabileceğini umuyordum. Çünkü savaş karşıtı düşüncelerin tartışma zeminine gelmesi ile beraber yönetim üzerinde ordunun gücü ve etkisi sözkonusu idi. Kitle iletişim araçlarının Nikaragua'daki kontra programına nazaran daha iyi ve daha dengeli bir savaş takibi izlediğini gördük. Örneğin Vietnam savaşında ve diğer askeri hareketlerde, başlıca kitle iletişim araçları genel olarak yönetim kararlarına paralellik arz ediyordu. Bu savaş müzakere edildi, tartışıldı, şartlar ve tahminler günlük olarak basında yayınlandı, CNN'de yayınlandı ve savaşın ilk günlerinde ABD'de savaş karşıtı gösteriler oldukça yoğundu. Eğer bu olayın akıllıca olup olmadığı konusunda yönetimin kendi içinde azınlıklar olmasaydı, bu kadar çeşitliliğin olabileceğinden emin değilim.
Savaşın detayları, Körfez'de olup biten hakkında gerek Pentagon, gerekse Savunma Bakanlığı Vietnam savaşında taahhüt ettikleri üzere geniş bilgiler aldık. Dean Rusk ve diğerleri bir sonraki savaşın TV kameraları önünde tarafsızca sergilenemeyeceğini söylemişlerdi. Kameralar onları görüntülerken, generallerin karar vermelerinin zor olacağını iddia ediyorlardı. Hatırlarsanız, Grenada işgalinde basın adada özgürce işlevini yerine getiremedi. Halka gösterebildikleri ordudaki psikolojik savaş görevlilerinin (psywar people) videolarda geliştirdiklerinden ve kendilerine haber olarak verilenden öteye gidemedi. Sonra General Seidell, basın organlarının liderleri ile toplantı yaparak bir komisyon oluşturdu ve gelecek savaşların takibi amacıyla bir basın havuzu oluşturma fikri karara bağlandı. Tabii ki gelecekte askeri harekat, işgaller, savaşların olmaması imkansızdı. Şimdi sadece ordunun Irak'a girebildiği bu şartlar altında, Körfez'de Seidell Komisyonu'nun ortaya koymuş olduğu prensiplerin basın havuzu ile işlediğini görüyoruz. Bizlere sadece başarılı füze atışlarının büyüleyici küplerini, hedefi buluşlarını ve ikinci bir füzenin tekrar aynı yere tam isabetini gösteriyorlar. Oldukça heyecan verici: Nintendo oyunları gerçek hayatta yerini alıyor sanki. Ama isabet kaydedemeyen füzeleri, sivil yerleşim birimlerine düşenleri, birbirine çarpmak suretiyle infilak eden uçakları göstermiyorlar. Bu savaş da tüm savaşlar gibi karmakarışık Öğeler içeriyor. Şunu söylemek gerekir ki şimdi haklılık payları da var, zira savaşın ilk günlerindeki harcadıkları aşın enerji ve yeni teçhizat kullanmanın heyecanıyla füzeleri ateşlemeleri, insanları bombalamaları, yoğun despotik ruh halleriyle kendilerinden o kadar emin bir şekilde tüm başarılarını sergilemelerinin ağır bedelini son iki gündür ödüyorlar. Bu böyle devam etmedi, ilk gün 2000 hava hücumu, sonra 4000 ve şimdi toplam 10000 sorti (yarma harekatı) yapıldı, ikinci günden sonra Irak hava gücünü ve füzelerini etkisiz hale getirdiklerini iddia ediyorlardı. Sonra Scudlar ateşlenmeye başladı ve Irak'ın 600 savaş uçağından sadece 18 tanesinin imha edilebildiği anlaşıldı. Savunma Bakanlığı yanlış hesap yaptıklarını kabul etmek zorundaydı ve Irak'ın elinde yüzlerce Scud füzesi bulunduğu ve bu füzelerin nükleer silahlarla bile erişilmesi oldukça zor alanlarda konuşlandırıldığını ifade ettiler. Önceleri o kadar ciddiye almadıkları Saddam Hüseyin'in Kuveyt'teki petrol alanlarını bombalayacağı gerçeği artık onları rahatsız ediyor. Bu gerçek, petrolün fiyat ve kullanılabilirliğini nasıl etkileyecek? Petrol alanları daimi bir hasara uğrayabilecek mi? Bilemiyorum, belki daimi bir hasara uğramaz ama yakılabileceği gerçeğini de unutmamak gerekir. Şimdi havada yükselen yoğun duman taktik ve stratejiyi etkilediği gibi çevreye de zarar veriyor. Savaşın yönetimi konusunda oldukça cesur çıkışlar yaptılar ve "anlaşma olmayacak ve biz tamamen savaşın içine giriyoruz" şeklinde ısrarlı yaklaşımlarda bulundular; şimdi ise faturalar gelmeye başladı. Başarılı olamadılar, ilk günlerde düşündükleri kadar kolay bir şeklide Irak'ı sindiremediler ve böylece ağır bir yükün altına girdiler. Çevre kirliliği, petrol zararı ve gergin hava. Eğer ilk günlerdeki basın konferanslarını izlediyseniz, kitle iletişim araçlarının içinde bulunduğu telaşlı ve gergin havayı hissedebilirsiniz. Şimdi orduda psikolojik savaş görevlilerini tartışmaya açık oturumlara çağırıp, açıklamalar yapmaya zorluyorlar ki, bu insanlar zaten savaş süresince çeşitli brifinglerde daha önceden şekillendirilmiş bilgileri sunan insanlardı. ABD'nin bu savaşla beraber oldukça büyük bir problemi yüklendiğini düşünüyorum ve bu problemler iki üç ay içinde kendini gösterecek, işgal öncesi henüz daha hava hücumları başlamadan CIA Başkanı Bili Colby, çok kısa bir zaman dilimi içerisinde Irak hava gücü ve füzelerini yerle bir edeceğimizi iddia etmişti. Düşünüyorum da şimdi aynanın karşısına geçip, söylediklerinden pişman oluyordur herhalde. Gerek II. Dünya Savaşı anılan, gerekse despotça duyguları onun bu yargısını etkiliyor. 10000 sorti ile henüz somut bir başarıya ulaşamadık. Bir çok insan öldürdük, büyük zararlar meydana geldi, bir çok insanı acı ve ıstıraba boğduk. Gerçekte, dikkatlice hazırlanıp biçimlendirilmiş, sindirilmeye müsait bilgiler verildiğini düşündüğümüzde, Kuveyt rafinerilerinin yoğun ABD bombalaması sonucunda yanmamış olduğundan nasıl emin olabiliriz? Tabii ki emin olamayız. Gerçekleri tüm hatlarıyla birlikte bize aktarmadıklarını biliyoruz. Her savaşta olağan karşılanabilecek başarısızlık ve hataları bize göstermiyorlar. Bilemiyorum, belki de söyledikleri doğru. Belki de Irak güçleri bu rafineri ve petrol tesislerini ateşe verdi, ama yine de bilmiyoruz. Yoğun B-52 bombardımanı sırasında bulutlar arasından bırakılan bombaların 50 millik bir hata payı ile bu bölgelere düşmesi sonucu da olabilir.
- Şimdi biraz da psikolojik harekat şeklinde yorumladığınız konuya dönelim. Daha sonra yalanlanan iki örneğe dayanarak, yanlış bilgilendirme konusunda yorumlarınızı rica edeceğim. Birinci örnek 6 Irak helikopterinin ve mürettebatının Suudi Arabistan kuvvetlerine teslim olup iltica ettiği, ikinci örnekse 50 Irak tankının ve mürettebatının Suudi Arabistan'daki Mısır kuvvetlerine teslim olduğu şeklindeki haberlerden oluşuyor. Bu haberler harc-ı alem basın tarafından oldukça kesin bir ifadeyle aktarıldı, ama şimdi tamamen asılsız oldukları ve sadece propaganda hilelerinin bir parçası olarak kullanıldığı ortaya çıktı.
- İlk kitabımı çağrıştırdınız, in Search of Enemies [Düşman Arayışı]. Konusu Angola'da Milli Güvenlik Konseyi için gizli bir harekatla ilgiliydi. ABD güçleri işin içinde yoktu, fakat biz dağınık ama etkili bir harekatla üzerinde çalışıyorduk. Bir arkadaşımız dünya basınına ulaşmak için bir yol buldu ve merkezin haberi olmadan, kırk kadar Sovyet danışmanının Malanga yakınlarında bir çarpışmada esir alındığını ifade eden bir rapor yayınladı. Eğer Ruslar Afrika'da bir arazi savaşında esir alınmış olsaydı, gerçekten bu çok dramatik ve tahrik edici bir bilgiydi. Ruslar ne yapacaktı? Ordularını harekete geçirecekler miydi? Dünya basını olayı incelemeye aldı. Janas Savvimbe "Hangi savaş? Biz Malanga yakınlarında bile değiliz ve Angola'da herhangi bir Rusun bulunduğunu da zannetmiyorum. En azından hiç duymadım." dedi. Bu olay, CIA, ofislerimiz ve özellikle ne doğruluğu, ne de yanlışlığı kanıtlanabilecek böyle bir hikayeyi yayınlayan arkadaş üzerine oldukça şiddetli getirdi. Bence bu sözde Irak helikopter ve tanklarının iltica etmesi daha sonra ordunun da kabul ettiği gibi hiç olmadı. Bu, psikolojik savaşın bir uzantısı ve doğru olmayan bir hikayenin ortaya atılmasından başka bir şey değildi. Bu olay gerek Başkan ve gerekse Pentagon'a çeşitli sıkıntılar yükledi. Beyaz Saray da ustalıkla durumu idare edip konu hakkında yorum yapmadı ve böylece yayının etkisi kayboldu. Psikolojik savaş görevlileri geleneksel olarak hatta barışta bile özellikle böyle sıcak bir ortamda çeşitli hikayeler ortaya atıp Saddam Hüseyin'i göstermeye çalışıyorlar. ABD'nin bu savaşa girmesini talihsizlik olarak değerlendiriyorum. Keşke savaşa girmeyip başka çözümler denemiş olsaydık. Bu savaş tam anlamıyla bir felaket. Fakat bu düşüncelerim, hiç bir zaman benim Saddam Hüseyin'in tarafını tuttuğum anlamına gelmesin, ama biz Irak üzerinde 10000 sorti yaptık, bombaladık, roketler attık ve adilce davrandığımızı, haklı olduğumuzu iddia ediyoruz, onlar İsrail'e füze atınca açık bir terörizm olarak yorumluyoruz. TV'de de bu şekilde yansıtılıyor. Irak'ta, Bağdat'ta ölümle yüzyüze gelen ya da yakınlarım kaybeden halkın böyle bir fark gördüklerinden emin değilim. Aynı zamanda, bütün dürüstlüğümle ifade ediyorum ki Irak'ın tutumunda ilginç bir farklılık dikkatimi çekti. Irak, Kuveyt üzerinde tarihi haklan olduğunu iddia etti. Daha önce Kuveyt, Irak'ın bir parçasıydı ve sömürgeci güçler tarafından ayrılmıştı. Bu durum, Kuveyt'e girmeleri için onlara bir haklılık sebebiydi. Tahrik ile, ABD'nin cesaretlendirmesi veya Lee Hamilton'un Kongre'de söylediği gibi "yeşil ışık" yakması ile kaybettikleri bölgeyi tekrar ele geçirmeleri için Irak'ı ayartarak ortaya çıkan bu durum, Kuveyt'te meydana getirdikleri onca yıkım, şiddete rağmen garip bir acıma duygusunu da beraber getiriyor. Eğer bunu örneğin Vietnam savaşı ile mukayese edersiniz -ki ben Saygon'daydım ve sonunda helikopterle kaçtım- değişik bir manzara arzeder. Güneyi de Saygon'u kurtarma çabası içinde olan NVA [Kuzey Vietnam Ordusu] küçük parklarda, bulvarlar arasındaki dar sokaklarda çadırlar kurdu, bataklıklarda savaşırken aylarca pilav ve su kestanesinden başka bir şey yemedi. Bu arada çevrelerindeki Güney Vietnam halkı tavuk, balık ve biftekle besleniyordu ve yaşamlarını bu şekilde devam ettiriyorlardı. Bunu bir özgürlük harekatı olarak değerlendirmelerin deki samimiyetlerine saygı duymak gerekir. Ele geçirdikleri topraklarda yaşayanları cezalandırmadılar. Güney Vietnam ordusu yenildi ama halk cezalandırılmadı. Sonra tabii ki kendi programları çerçevesinde "tekrar olgunlaştırma (aşılama) merkezi" [reindoctrination] dedikleri bir sistem başlattılar ki siz buna esir kampı deyin isterseniz. Ama bu daha önce direnme gösteren ya da direnme gösterebilecek liderlere yönelik rasyonel bir işlevdi. Saddam Hüseyin kuvvetlerinin Kuveyt'te yaptıklarını ise bölgelerini özgürleştirme çabası olarak göstermelerine katılmak pek kolay değil.
- CIA adına Angola'da olduğu gibi Endonezya'da da çalışmalarda bulundunuz. Savaşlar gördünüz. Savaşların oluşturduğu tuhaf dostluklara, ittifaklara şahit oldunuz. ABD'nin Suriye, Mısır, Türkiye ve Suudi Arabistan ile oluşturduğu ittifak konusunda neler düşünüyorsunuz?
- Başkan Bush'a nazaran ittifaklarımızın çap ve yeteneği konusunda bakış açısı olarak daha az hevesliyim. Tabii ki bu, modern zamanlar içinde reklam yapabilmek ve dünya düzenini bir dünya hükümeti doğrultusunda biraraya getirebilecek güce sahip olma gibi imkanlar Başkan Bush'u pek az bir politikacıya nasib olabilecek bir ego yolculuğu içine sürükledi. Roma İmparatorluğu gücü gibi bir şeydi bu, tek fark, sadece fethetmekle değil fakat Arap ülkeleri koalisyonunu İsrail ile biraraya getirmek suretiyle yaptıklarımızın desteklenmesi ve ABD kuvvetlerinin Suudi Arabistan'da uzun vadede kalmalarının sağlanması şeklinde yorumlanabilir. Öncelikle Irak tarafından Kuveyt'e karşı tahriksiz bir saldırı olduğu konusunda yayın yapıp, Saddam Hüseyin'i de kötülemek suretiyle tahrik gücümüzü artırıyoruz. Saddam Hüseyin, gerçekten Suriye'deki müttefiklerimizden daha mı kötü? Tartışmayacağım. Ama Saddam Suriye'ye göre ABD halkına karşı terörist saldırılarda ve rehin alma konularında daha az rol oynamıştır. Suriye, askerlerini Lübnan'a göndererek yönetimi eline geçirmişti. İsrail kuvvetlerini Lübnan'ın içine kadar soktu. Son zamanlarda çeşitli ülkeler kuvvetlerim sınırlar boyunca dünyanın değişik bölgelerine gönderiyorlardı ve biz bundan pek de rahatsız olmuş gibi gözükmüyorduk. Açık olarak, Kuveyt ve Suudi Arabistan halkını ayırdetmek istiyorum ama desteklediğimiz liderler olsun, hükümet ya da halk olsun demokrasinin kendine has tutumunu benimsemiyorlar. Sözde biz demokrasiyi tekrar inşa etmek için Panama'yı işgal ettik. Fakat bu insanlar demokrasinin icaplarına göre hareket etmiyorlar ve tabii ki özgür değiller. Dünyanın diğer bölümleri hakkında pek bilgim yok ama bu durum en azından benim değerlerime uymuyor. Kadınları baskı altında tutmaları, zina yapan kadını idama mahkum etmeleri. Ben bunu onaylayamam, destekleyemem ve bu sistemi kabullenemem. İnsan onuruna yakışmıyor ve oldukça yoz. Ülkelerinde petrol gelirinden dolayı tonlarca, milyonlarca dolarları mevcut. Böyle bir ülkede bir tek kişinin dahi bu halkın geleceğini korumak için savaşa girip ölümü göze alabileceğine inanmıyorum. Ve orada her ülkeden bir avuç insan açgözlülüğün ortaya çıkardığı petrol çıkarları için savaşıyorlar. Ben bu şekilde hissediyorum. Tabii ki bazıları karşı çıkabilirler. Bugünkü gazetelere dikkat ederseniz, Mısırlılar ve diğerleri kızgın bir şekilde Irak'ı terke diyorlar, iki hafta önce Saddam'a karşı nefretlerini dile getiriyorlardı. Ama şimdi savaşın getirdiği bombalar, roketler, çeşitli sarsıntı ve kayıplar neticesinde ABD'nin Irak ve Irak halkına yaptıkları karşısında öfkeleniyorlar. Bu tahmin edilebilirdi. Bu ABD'ye karşı bir hoşnutsuzluk, düşmanlık oluşturacak. ABD ve ittifak ülkeleri olarak Orta Doğu'da baskıcı ve kontrollü bir döneme girilmedikçe, tırmanışa geçen ABD karşıtı tavır böylece çözülmedikçe George Bush'un koalisyonunun uzun süreli ve sağlıklı olacağını zannetmiyorum.
- ABD Bush yönetiminin özellikle BM'e karşı bu ani ve tutkulu bağlılığı konusunda ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Bu sizde ironik çağrışımlar yapmıyor mu?
- Son yirmi yıldır ABD, BM'den herhangi bir destek görmedi. Reagan-Bush seksenlerde BM'in kapatılması, parasının kesilmesi konusunda tehditlerde bulunuyorlar ve müthiş bir baskı uyguluyorlardı. ABD imparatorluğunun çıkarlarım desteklemediğinden dolayı, muhafazakar kesimin belli başlı amaçlarından biri BM'in kapatılmasıydı. Hiç bir zaman da desteklemedi. Bizim çıkarlarımıza ters düşen tutumuna paralel olarak neden parasal olarak destekleyecektik? Bush, Kuveyt'in işgaliyle birlikte yeni dünya düzeni oluşturmak amacıyla elverişli bir durum yakaladı. BM'den yararlanacak bir konumda olduğu için birdenbire sevgi duymaya başladı. Dünya siyasetinin çıkarcılığı bağlamında bunu oldukça normal ve anlaşılabilir bir tutum olarak değerlendiriyorum.
Çev.: Ender Ferid