Irak işgalinin başında etnik çatışma ya da mezhep çatışması Amerikalılar tarafından en kötü senaryo olarak değerlendiriliyordu. ABD birlikleri çok kısa sürede kontrolü ele alacaklar, nizamı-intizamı sağlayacaklar ve seçimler yapılarak demokratik düzene geçilecekti. Her etnik grup ya da mezhep, anlaşarak niceliğine göre yönetimde söz sahibi olacaktı. Yeni yönetimle Irak, Saddam dönemindeki gibi haydut devlet olmayacak, başta ABD olmak üzere diğer devletlerle meşru ilişkiler geliştirecekti. Bu senaryoda grupların çatışması, istikrarın sağlanamaması ve kaosun hüküm sürmesi ABD açısından başarısızlık demekti. Ama bu senaryo Irak halkının ABD askerlerini çiçeklerle karşılaması üzerine kurulmuştu.
Beklenen olmadı. Direnişçi gruplar, ABD'nin asker kayıplarını her geçen gün arttırmaya başladılar. Alelacele kurulan Irak Ulusal Muhafızlar Ordusu, ABD'nin yükünü beklenildiği kadar hafifletmedi. Kontrol noktalarının büyük kısmı ve devriyeler Irak ordusuna bırakılarak Amerikan askerleri, müstahkem kaleler arkasına sığındılar. Ama işgal askerleri zırhlı araçlarla ve maksimum güvenlikle dışarı çıktıklarında bile direnişçilere hedef olmaktan kurtulamıyorlar.
İşgalin başından beri yağma, ev baskınları, aşağılama, işkence, tecavüz ve katliamlarla halkın nefret ve öfkesini üzerine çeken ABD'nin, artık Irak'ta kalıcı olamayacağı ortaya çıktı. Felluce'de olduğu gibi aşırı güç kullanarak kontrolü geçici olarak sağlayabilir. Ama halkın birikmiş nefretini kazanıma çevirmesi artık imkansız. Bu şartlarda ABD'nin, Irak'ı kısa süre içinde terk etmek zorunda kalacağı muhtemeldir.
ABD'nin askerlerini toplayıp çekilmesi, çok büyük bir yenilgi olacağından böyle bir seçenek ihtimal dahilinde değil. Direnişçilerin işgalcileri söküp atması da güç dengesizliği nedeniyle kısa sürede gerçekleşmez. Ama seçimler sonrası yeni hükümetin ABD'den çekilmesini talep etmesi mümkündür. Bu durumda yeni oluşacak hükümetin ABD'yle ilişkileri önem kazanmakta. Askeri güçsüzlüğünü ileri sürerek ABD işgal askerlerinin kalmasını istemesi, halk nezdindeki itibar ve meşruluğunu bitirecektir. ABD'den ülkeyi terk etmesini istemesi belki ABD'nin işine gelebilir. Ama seçimleri boykot edecek/eden büyük kitle düşünüldüğünde yeni yönetimin bu kitle açısından meşruluğu yine tartışma konusu olacak ve çok büyük ihtimalle çatışmalar devam edecektir.
Bu durumda savaşın başında en kötü senaryo olarak değerlendirilen etnik veya mezhep çatışması, ABD için yeni umut. Grupların güçlerini birbirlerine karşı kullanmaları, hem ABD'nin asker kayıplarını azaltacak hem de sorunun makul biçimde barışla çözümlenmemesinin müsebbibi ABD olmayacaktır.
el-Hekim'e düzenlenen suikast, Kerbela başta olmak üzere Şii Müslümanların camilerine düzenlenen saldırılardan sonra Din Adamları Konseyi'nin üyesi Şeyh Galip el Züheyr ve Şeyh Faizi Muhammed Emin el-Faizi gibi Sünni alimlere yönelik suikastlar, mezhep çatışmasının körüklenmek istendiğinin apaçık kanıtları. Mezhep çatışmalarını tırmandıran ve bundan çıkar sağlayan gruplar olabilir. Ama Irak'ta ana gövdeyi oluşturan unsurların bundan bir çıkarlarının olmayacağı açıktır. Iraklılar, bölgede yüz yıllardır yönetici konumunda olmuş Sünnilerin veya çoğunluğu oluşturan Şiilerin yönetim dışında bırakılmasının kendi yararlarına olmayacağının farkında.
Geçtiğimiz ay ABD'nin Felluce kentine düzenlediği saldırılar, katliam sahnelerini zihinlere kazıyarak tamamlandı. Haftalar süren hazırlık sonunda günlerce havadan ve karadan bombalanan, ardından tanklar, zırhlı birliklerle kentin her tarafının yakılıp yıkılarak ancak bir bölümünün kontrolünün ele geçirilmesini ABD'li komutanlar, çok büyük bir başarı olarak değerlendirdiler.
Felluce saldırısının ardından, en az yaşanan katliam görüntüleri kadar, Irak'taki etnik ve mezhebi parçalanmışlığa ve gerilime yapılan vurgular akıllara kazındı. Şiilerin Sünnileri devre dışı bırakmak istedikleri, bunun için ABD ile işbirliği yapmaktan çekinmedikleri, Kürtlerin zaten ABD'nin maşası olduğu gibi mevzular günlerce yazılıp çizildi.
Irak'ta bu anlamda bir gerilimin olduğu ve olabileceği doğrudur. İnsanlar, kendilerini ait hissettikleri grupların önde olmasını, belirleyici olmasını ister ve bunun için çaba sarf ederler. Ama maalesef kısmi doğrular ve mahalli örnekler kullanılarak büyük genellemeler yapılmakta. Siyasi gruplar arasındaki çekişmelerde tüm dikkatler, etnik ve mezhep ayrılığına yöneltilmekte, diğer sebepler göz ardı edilerek yaşanan yöntem farklılıklarının ve ihtilaflarının tek sebebinin etnik ve mezhep farklılığı olduğu görüşü yaygınlaştırılmaktadır. Hatta milliyetçilik, Baas ideolojisi ve benzeri modern algılar dolayısıyla yaşanan çekişme ve sorunlar da bugün mezhep farklılığı için istihdam edilmektedir. Oysa nasıl geçmişte Saddam, Halepçe'yi bombalarken ya da güneyde Şii Müslümanları katlederken Sünni reflekslerle hareket etmiyor idiyse, bugün de Allavi ABD ile işbirliği yapıp askerlerini Felluce'ye saldırtırken Şii reflekslerle hareket etmiyor. Nitekim Necefliler Sünni değiller ama daha birkaç ay öncesinde ABD askerleriyle birlikte Allavi'ye bağlı birliklerin saldırılarına uğramışlardı.
New York Times gibi bazı yayın organları son zamanlarda Sünni direnişçilere karşı saldırılar düzenlemek üzere bazı Şii milis gruplarının kurulduğuna dikkat çekiyor. Öncelikle bu haber doğru mudur? Doğru olsa bile, milis gücünü kurmaya sevk eden amil Şiilik midir? Haber sadece bilgilendirme amacı mı taşımaktadır? Bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün gözükmemektedir.
Emperyalizm, var olan bütün fıtri farklılıkları; ayrılığın, tefrikanın konusu haline getirmek istemektedir. Halkları etnik kökenlerine göre bölmekte. Olmadı aynı etnik kökene mensup olanları mezheplerine göre bölmektedir. Irak; Arap, Kürt, Türkmen olarak bölünmekte. Bu bölünme yeterince iş görmezse bu sefer mezhepler devreye girmekte. Araplar ve Türkmenler, Şiiler ve Sünniler olarak ayrılmakta. Kürtler ise Barzani ve Talabani grubu olarak bölünmekte. Bunlar da yeterli olmazsa daha alt başlıklara bölünecektir. Yarın Şiilerin de Sadr grubu, Sistani grubu, el-Hekim grubu şeklinde bölümlenerek ihtilaflarının artırılacağından kimse kuşku duymasın.
Elbette bu farklılıkları yok saymak mümkün değil. Bunlar vakıa. Ama politika üretilirken bunların etkisi, olduğundan fazla gösteriliyor. Zaten tahrif, olmayan bir şey üzerine yapılamaz, olan bir şey abartılarak ya da saptırılarak yapılır.
Son Felluce operasyonu sonucunda Sünnilerin hepsi direnişçi, Şiilerin ve Kürtlerin hepsi işbirlikçi gibi bir tablo karşımıza çıkarılıyor ki bu kaba tasnif doğru olabilir mi? Basın yayında gruplar arasındaki farklı politik yaklaşımlara yapılan vurgu, bu farklılıkları derinleştiriyor, olaylarla doğrudan ilgili olmayan şahısların zihninde kalıcı olumsuz etkiler bırakıyor. Bütünü gözeten yaklaşım ve kişiler gölgede kalırken, grup menfaatlerini öne çıkaran anlayış ve kişilerin rolü artıyor. Bu durumda karşıt gruplar, hizipçi tavırlarını rakiplerinin icraatlarına göre meşrulaştırıyorlar.
Bölgede asıl sorun ve yaşanan tüm sıkıntıların sebebi işgaldir. Tam da işgalcinin istediği gibi tartışmalar etnik veya mezhebi gruplar üzerinde yoğunlaştıkça işgalci gözden kaçırılıyor. İşgalci dün yaptığı gibi, bugün de bazı grupları destekleyerek ön plana çıkarabilir. Ama bu durum işgalcinin bütün sıkıntıların asıl sorumlusu olduğu gerçeğini görmemizi engellememeli. Olanlarla ilgili işgalcinin sorumluluğunu hafifletecek aksi bir tavır, işgalciden başkasının havuzuna su taşımaz.
Şu an hangi gruptan olursa olsun Irak halkının büyük bölümü ABD işgaline karşıdır. Hiç kimse ABD'nin insani kaygılarla Irak'ı işgal ettiğine inanmamaktadır. ABD'ye olan tepki her geçen gün artmaktadır. Şu an silahlı direniş göstermeyen gruplar da dahil herkes, işgalin bir an önce bitirilmesini arzu etmektedir.
Direnişle baş edemeyen ABD'nin, Irak'ı daha fazla kaos içinde bırakarak kendi sorumluluğunu en aza indirme çabası içinde olduğu muhakkaktır. Bu açıdan Irak halkı arasında var olan farklılıkları çatışmaya dönüştürmek için elinden geleni yapacaktır, yapmaktadır.
Meseleye etnik köken, mezhep, meşrep kökenli yaklaşımlar ne Müslümanlara ne de bölgemiz halklarına hayır getirmemiş, getirmeyecektir de. İşgalciler ve işbirlikçileri bir gün geri çekilmek zorundadırlar. Ama bölge insanları kalıcıdır. Politika üretirken de, üretilen politikalar değerlendirilirken de bu gerçek göz önünde bulundurulmalıdır.