16-19 Temmuz tarihleri arasında Fethullah Gülenin onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Abant'ta İslam ve Laiklik konulu bir toplantı düzenledi.
"Din-Devlet, Din-Dünya", "İslam'da Hakimiyet" ve "Türkiye'de ve Dünyada Laiklik" başlıkları altında üç gün boyunca üç ayrı komisyon çalışması yapıldı ve komisyonlar daha sonra bir araya gelerek ulaşılan sonuçların müzakeresini yaptı ve ortak metin olarak 10 maddelik bir sonuç bildirisi yayınlandı. Bildiride katılımcılar, laiklik ve din-devlet ilişkisi ekseninde düğümlenen bunalımı, Türkiye'nin aydınları olarak uzlaşarak çözme konusunda görüş birliğine vardıklarını ilan ettiler.
Toplantıya komisyon üyesi, katılımcı ve gözlemci olmak üzere sünni, alevi, ateist, laik, milliyetçi, liberal vd. her kesimden yaklaşık 54 kişi katılmış ve bir o kadar da gazeteci gelmişti. 28 Şubat sürecinin "irtica" kampanyasının sivil tabanını oluşturan güdümlü sivil kuruluşlar girişimini hatırlatan Abant Toplantısı, irtica ile suçlanan çevrelerin 28 Şubat kararlarına İslami bakış açısının aykırı olamayacağını deklere ettikleri yeni bir sivil teslimiyet girişimi olarak ortaya çıktı. 28 Şubat'ın "laiklik" ve "akılcılık" temelinde yükselen söylemini savunan birinci sivil girişim "güdümlülük" ifadesiyle tanımlanırken. Abant'taki ikinci sivil girişim için en uygun ifade ise "sığınmacılık" olarak belirginleşmiştir.
Bildiri metnindeki vahiy-akıl ilişkisinde vahiy ve akli arasında hiç bir zıtlığın olmayacağı, Kur'an hükümlerinin zaruretler dikkate alınarak farklı yorumlara tabi tutulabileceği, hakimiyet kavramının Allah'la ilgili boyutunun ahlaki ve sosyal değerler konusunda yol gösterici olduğu ama siyasi manada milli iradenin üstünde hiç bir güç tanımama anlamına geldiği ile ilgili vurgular. İslam'ı reforme etmek ve millileştirmek gayretindeki bütün mihrakları oldukça memnun etmiş görünmektedir.
Bu bildiride. Türkiye'nin çıkarlarını ve milli mutabakatı kimlik olarak tabulaştıran bir tutumla ahireti ve vahyi inkar edenlerle birlikte, modernist ve gelenekçi bazı dindar aydınlar, düzenin din adamı bir takım laik ve tarihselci ilahiyatçıların yardımıyla da İslam'ın ve Kur'an'ın nasıl anlaşılması gerektiğini usülleştirmiş oldular. MGK'yı ve Cuntacıları İslam'ı anlama usulü ile ilgili metodolojik çalışmalardan kurtaran bu sığınmacı sivil inisiyatif içinde en fazla mutlu olanlar ise, herhalde nassların modern şartlara göre evrilebileceğini savunan laik ve tarihselci ilahiyatçı akademisyen takımı olsa gerektir.
Laikliğin Kur'an'dan daha büyük bir değer ifade ettiği veya Kur'an metninin Hz. Osman tarafından telif edildiği ve bu yüzden de çok çelişkili bir kitap olduğu gibi tezlerle Kur'an Sempozyumlarında ilmilik şemsiyesi altında tevhidi bilinçlenme sürecini ve temel değerlerini yıpratmaya ve Kur'an'a olan ilginin yönünü saptırmaya çalışan bu zihni ifsad hareketinin önde gelen temsilcilerinin Abant Toplantısı'nın öncelikli konukları arasında bulunmaları da oldukça dikkat çekiciydi. Salih Akdemir, Süleyman Ateş, Mehmet Aydın, Ömer Özsoy, Hayri Kırbaşoğlu, Mehmet Paçacı, Mehmet Hatiboğlu, İlhami Güler gibi isimlerden oluşan Türk Devleti'nin modern kapıkulu uleması, 28 Şubat'ın iradesi doğrultusunda nassları nasıl eğip bükmek konusunda oldukça çaba sarfetmişe benzemektedirler.
"Türkiye'nin sıkıntılarımdan, "ülke yararı"ndan, "Türkiye'nin ortak özlem ve beklentilerinden bahsederken Türkiye milliyetçiliğini ortak payda olarak ön plana çıkaran bildirideki üçüncü madde, adeta hristiyanlığın hakim beşeri otoritenin emrine sokulduğu ve dar anlamda bir inanç sistemine indirgendiği İznik Konsülü'nün rolünü hatırlatmaktadır. İşte göklerin hakimiyetini Tanrı'ya, yeryüzünün hakimiyetini Sezar'a veya Sezarların oluşturduğu ulus iradesine terkeden madde: "Son zamanlarda, İslam dünyasında kargaşaya sebep olan kavramlardan biri de 'hakimiyet' kavramıdır. Kuran açısından bakıldığında, alem üzerinde, bilgisi, iradesi, rahmeti, adalet ve kudretiyle mutlak hakim hiç kuşkusuz Allah'tır. Bütün varlıklar da bu külli hakimiyetin altındadır. Müminler için Allah, ahlaki ve sosyal değerlerin Öğreticisi ve yol göstericisidir. Fakat bu 'hakimiyet' kavramıyla 'Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir' ilkesinde yer alan 'hakimiyet' kavramı birbirine karıştırılmamalıdır. 'Hakimiyet milletindir' ifadesi, 'Hakimiyet bir ferdin, sınıfın, zümrenin tabii veya ilahi hakkı değildir' anlamına gelir, siyasi manada milli iradeyi esas almak ve onun üstünde bir güç tanımamak demektir."
İslam'da içtihadi alan olarak "İslam ümmeti"ne veya tebaya bırakılan yönetim alanını, cahili değerleri esas alan ve cahili bir kimliğin ifadesi olan "milli irade"ye bırakmak İslami ıstılahların egemenlerin çıkarları doğrultusunda çarpıtılmasından başka bir anlam ifade etmemektedir. 2. maddede yer alan akıl-nakil ilişkisinde ise özgürlüğün sınırları konusunda vahyin belirleyiciliği konusunun bildiride yer almaması, laik ve pozitivist aydınları ve özellikle düzen ve düzenin kolluk güçlerini oldukça sevindirmişe benziyor.
Bildiride cuntacı oligarşiye ricacı bir üslûpla, Türkiye menfaatlerinin savunulmasında devletten daha çok milletin sesine kulak verilmesi talebi ise devletin çıkarı ve Türk milletinin menfaatleri açısından hangi yolun daha verimli olacağını göstermek istemektedir. Türk milletini, barış ve milli çıkarlar çerçevesinde bir arada tutacak yolun totoliter mi yoksa demokratik mi olacağı sorusunu İslam'ı laikleştirerek cevaplamaya çalışan bu toplantı kendini İslam'la irtibatlandırma iddiasında bulunan gelenekçi ve modernist ulemanın 28 Şubat dayatmasına karşı çektiği teslimiyet bayrağından daha fazla birşey ifade etmemektedir.
İfade ettiğimiz bu gerçeği gazete köşelerine yansıyan tesbitlerden de takip edebilmek mümkün. Hürriyet gazetesi Abant Toplantısının sonuç bildirisini "Devrim Niteliğinde Kararlar" olarak manşete taşırken, Milliyet Gazetesi ise "Çağdaş İslam Tartışması" olarak din-siyaset ilişkilerine yeni ve çağdaş yorumlar getirildiği ve İslam'da ilk kez "rasyonalizmin" benimsendiği müjdesi ve heyecanı ile verdi. Mehmet Altan toplantının hemen akabinde Sabah gazetesinde kaleme aldığı yazısında şu tesbitlerde bulunuyordu. Abant Bildirgesi, günümüz Türkiyesi için çok anlamlı bir ayırıma da berraklık getirmekte... Milli hakimiyet kavramı ilk kez İslam açısından yorumlanıyor ve bunun insan iradesine bağlı dünyevi konular arasında olduğu saptanıyor." Kanal 7nin siyasal danışmanı Yavuz Gökmen'in tesbitleri daha da açık: 'Bu toplantının öncesi, kendisi ve sonrasının temelinde yatan 28 Şubat'tın ve bu sürecin bir anlamda ne kadar hayırlı olduğu buradan anlaşılıyordu. 28 Şubat süreci ile birlikte Türkiye'de belki sayılan ve etkileri çok az olan küçük bir azınlık dışında hemen herkes demokrasiden başka çıkış yolu olmadığını anlıyordu." (Hürriyet, 20.07.1998)
"Kuran'da başörtüsünün mecbur tutulmadığı, din-devlet ilişkisine birbirinin alanına girmeme temelinde yaklaşılması gerektiği, İslam'ın dinamik değil kategorik bir durağanlıkta ele alınmasının yanlışlığı, dönüştürme gücünün müslümanların vazgeçemeyecekleri bir güç olduğu" tartışmaları karşısında hayretlerini gizleyemeyen Hürriyet gazetesi yazarı Ferai Tınç 'tecdid' ifadesi altında 'dinde reform' yapıldığını iddia etmektedir.
Taha Akyol ise 'İslam'da Yeni Açılım" başlığı ile yazdığı makalede, 'ilahiyatçı bilginleri' yürekten kutlamaktadır. Akyol'a göre, "uzun süre İlahiyat Fakültelerinin dar akademik çevrelerinde kalmış olan bu 'yüksek' bilgiler, şimdi Abant toplantıları gibi faaliyetlerle topluma intikal etmektedir. Bu noktada Fethullah Gülen Hocaefendi Türkiye'deki bu son derece önemli ve olumlu sürece ivme kazandırmaktadır." (Milliyet, 21.07.1998)
Toplantı özellikle besleme basında, ilahiyat hocaları arasında "rasyonalist" ve "reformist" eğilimlerin ortaya çıkışı olarak değerlendirip, alkışlandı. Zaten aynı toplantıya katılan gelenekçi aydınların mevcut bakış açısı yaptıkları işin hangi yatağa akmakta olduğunu kavramaktan bile uzaktı. Yaşanan siyasal olaylara "İstanbul'un koruyucusu Eyüp Sultan. Ankara'nın ise Hacı Bayram'dır. İslam dünyasında her şehrin bir koruyucusu vardır. Onlar şehirleri korumasalar, silahlı güçler çok işe yaramaz." (E. Nazif Güdoğan, Yeni Şafak, 3.8.1998) gibi bir perspektiften bakan Abant Toplantısı'nın gelenekçi aydınları, panteizmi ulam sandıkları için kendilerine bu toplantılarda İslam adına ne zehirler yutturulduğunu kavramaları da mümkün olmamaktadır.
Toplantının müdavimlerinden Yaşar Nuri Öztürk "Omuzlarına tanrı ve tarih tarafından büyük ve aziz emanetler yüklendiğine hiç kuşkum olmayan Türk devleti, benim gördüğüm odur ki çok ama çok büyük bir badireden geçiyor." (Hürriyet, 24.7.1998) tesbitiyle Kuvayi Milliye ruhunu ateşlemek istediği yazısına Taha Kıvanç, "Tarihi Abant Bulaşması"nı Erzurum Kongresinin fonksiyonuyla irtibatlandıran tesbitleriyle (Zaman, 20.7.1997) temel oluşturuyordu.
Velhasıl Abant toplantısı Türkiye'ye özgü bir İslam arayışının cahili duygularını besleyen, devletin gücü karşısında İslami kesimin terbiye edilebilirlik imkanlarını araştıran ve Türk kimliği ile İslam gerçeğini meczetmeye çalışan malum sömürge politikalarının kamuoyuna yansıyan bir boyutundan öte bir anlam taşımadı.