Kürt sorunu Doğu ve Güneydoğu’da yoğunlaşan çatışmalarla Türkiye’nin çalkantılı gündem maddeleri arasında adeta kendisine yer açmaya çalışırken, bir yandan da daha soğukkanlı tartışmaların, müzakere çabalarının konusu olmakta. AK Parti hükümetinin, sorunun siyasi boyutunu ikincilleştirmeye ve ekonomik boyutunu ön plana çıkartmaya yönelik politikalar geliştirme yaklaşımının verimsizliği meseleye vakıf herkesin üzerinde mutabık oldukları bir durum. Buna karşın, konuyu geniş bir düzlemde teşrih masasına yatırmaya yönelik girişimler ise uzun dönemde daha tutarlı ve sorunun hafifletilmesine katkı sağlayacak çabalar olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.
Kürt Sorunu Abant Platformu’nun Gündeminde!
Bu bağlamda Kürt sorununun Abant Platformu’nun 4–6 Temmuz 2008 tarihleri arasında düzenlediği toplantının temel gündem maddesini teşkil etmesi önemli bir gelişme sayılabilir. Abant Platformu bilindiği üzere Fethullah Gülen’e yakınlığı ile bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bir organizasyonu.
“Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak” başlığıyla düzenlenen toplantıda konunun geniş bir perspektifle ve yoğun katılımla tartışmaya açılması en başta organizatör kuruluş açısından bir ilk oluşturmakta. Sağ-muhafazakâr alışkanlıklarla düşünme eğiliminde olan ve genelde siyasal sorunlara devletçi bir anlayışla bakmaya koşullanmış bir çevrenin Kürt sorunu gibi yakıcı bir meseleye eleştirel zeminden yaklaşma çabasının ileri bir adım olduğu tartışma götürmez. Umarız tartışmanın gelişmesi ve zenginleşmesine bağlı olarak söz konusu çevrenin geleneksel tutumunun ortaya çıkardığı körlüğü aşması da mümkün olur.
Uzun yıllar boyu Kürt sorununun varlığını inkâr eden; konuyu yabancı güçlerin bölücü-sinsi planları doğrultusunda büyüyen bir asayiş, bir şekavet meselesi olarak gören ve çözümü de ekonomik istihdam tedbirleri temelinde arayan ve buna ilaveten bölge halkına devlet görevlilerinin daha müşfik davranması türünden çözüm önerileriyle yetinen bir anlayışın bugün geldiği nokta anlamlıdır. Abant Platformu’nda serdedilen görüşler ve önerilere bakıldığında konunun doğru tanımlanması noktasında önemli mesafeler kaydedildiği, sorunun temelinde devletin kuruluş felsefesinin ve ideolojik tutumunun yattığının; dolayısıyla çözümün de bu zeminde aranması gerektiği anlayışının genel bir kabul gördüğü anlaşılmakta.
Sonuç Bildirisinde Çarpıcı Vurgular
Toplantının sonuç bildirgesi bu açıdan çarpıcı sayılabilecek tespitler içermekte. Kürt sorununun çözümünde “kuvvet kullanımının ve silahın yerinin olmaması” gerektiği vurgusu; sorunu asayiş temelinde ele alan ve devlet otoritesinin tesisi için her türlü aracı meşru gören mantık ile kıyaslandığında epeyce bir yol alındığını göstermekte.
Aynı şekilde “Kürtlere ve diğer unsurlara yönelik asimilasyon politikalarının reddi” ve “anadilde eğitim ve öğretim hakkının vazgeçilmez bir insan hakkı olduğu ve bu hakkın kullanımına karşı çıkmanın hiçbir gerekçesinin olmayacağı” vurguları da adil bir çözüm arayışının ipuçlarının yakalandığına işaret etmekte.
Hiç kuşkusuz Abant Platformu’nun sonuç bildirgesinde en çarpıcı husus ise “kapsamlı bir af” konusuna atıf yapan maddesi. Kürt sorununda ciddi, gerçekçi bir çözüm talebinde bulunan ve kan siyasetine bir son verilmesinin aciliyetine inanan herkesin önemini bildiği bir konudur af konusu. Ne var ki, kan davası mantığıyla kitlelerin zihinlerinin ve duygularının baskı altına alındığı bir vasatta gündemleştirilmesinin bile neredeyse imkansız kılındığı da bir vakıadır. İşte bu zor çerçeve düşünüldüğünde Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı gibi muhalif kimliği bulunmayan sağcı, devletçi bir kuruluşun organize ettiği bir toplantının sonuç bildirgesinde af talebinin dile getirilmesinin çok önemli bir adım olduğu söylenebilir.
Her ne kadar bildiride doğrudan bir af talebinde bulunulmak yerine “kapsamlı bir af kanununun koşullarının oluşturulması”nın gerekliliğinden söz edilerek biraz dolaylı bir ifade tercih edilmişse de meram anlaşılmaktadır. Son kertede Abdullah Öcalan’la irtibatlandırılacağı kesin olan bir talebi daha açık ifade etmenin güçlüğü ortadadır. Bu yüzden bildiriyi hazırlayanların meramlarını dolaylı bir dille ifade ettikleri görülmektedir.
Abant Platformu’nun sonuç bildirgesinde çözüm sadedinde dile getirilen şu ifade dikkat çekmektedir: “Barışı ve geleceği hedefleyen çözüm arayışımız yüzyıllardır ortaya konulan bütünlük içinde birlikte yaşama iradesinden güç almaktadır.” Burada atıf yapılan mirasın İslam olduğu açıktır ama bu coğrafyada yaşayan insanların ortak kimliğini teşkil eden İslami kimliğin açıkça vurgulanması yerine, örtük bir dille değinilmesi tercih edilmiştir. Bu tutumda şüphesiz farklı ideolojik-siyasi kimliklerden katılımcıların kaygılarını gözetme duyarlılığı rol oynamış olabilir. Mamafih asıl belirleyici unsurun sistemin İslami kimliğe karşı kesin tavrından kaynaklandığını düşünmek de yanlış olmaz.
Abant Platformu’nda ortaya konulan görüşlerin öteden beri Kürt sorununda tavırları bilinen bağımsız sol ve/ya liberal aydınların kişisel yaklaşımları olmanın ne kadar ötesine geçeceği ve organizatör çevrenin tutumunu ne ölçüde etkileyeceği tartışılabilir bir şey. Öte yandan söz konusu çevrenin hükümet politikalarına yüksek düzeyde eklemlenmiş hali her konuda olduğu gibi bu konuda da yapılan edilenin samimiyetine dair sorular uyandırmakta ve politik açılım kokuları alınmasına zemin hazırlamakta. Nitekim geçtiğimiz Kurban Bayramı’nda bahsi geçen çevre tarafından gerçekleştirilen “operasyon”un, katılımcılarının tüm iyi niyetlerine ve fedakârlıklarına karşın bir biçimde yaklaşan mahalli seçimlerle irtibatlandırılması da bunun bir örneğidir. Bu zaviyeden bakıldığında Abant Platformu’nun da bu tarz kuşkulara muhatap olması beklenebilir. Zaten çağrılı oldukları halde DTP çevresinden hiç kimsenin toplantıya katılmaması da muhtemelen bu değerlendirmeden kaynaklanmıştır.
Bununla birlikte ne tür hesaplar güdülmüş olursa olsun Kürt sorunu gibi sağ-muhafazakâr zihniyetin anlam haritasında yeri bulunmayan bir konunun bu çevrelerce tartışılmaya açılmasının uzun vadede meselenin gerçek boyutlarıyla kavranılmasına katkı sağlaması kaçınılmazdır. En azından Kurban Bayramı’nda bölgeye kalabalık gruplar halinde çıkartma yapıp kurban eti dağıtmak gibi projelerle sorunun çözümünde mesafe kat edilemeyeceğinin fark edilmesine katkı sağlayacak olsa dahi konunun tartışılmaya başlanması önemlidir.
Temel Soru ve Açmaz: Çözüm Hangi Zeminde?
Abant Platformu -ve benzeri organizasyonlar- ile ilgili olarak temel sıkıntı sürdürülen tartışmaların, ortaya konan çözüm önerilerinin ve mutabık kalınan hususların kimlik zafiyetini aşamaması. Bu yüzden birtakım doğru tespitlerle, yaşanan acıların, dayatılan zulümlerin hafifletilmesine katkı sağlayacağı kesin öneriler geliştirilse de, tüm bunlar sorunu gerçek boyutlarıyla algılamaya ve çözüme kavuşturmaya yetmemektedir. Sorunun temelinde İslami kimliği, ümmet kimliğini tümüyle tasfiyeye yönelmiş Kemalist-laik bir zihniyet bulunmaktadır. Bu zihniyet ve ondan neşet eden semboller, değerler ve pratiklerin geriletilmesi kısmi düzeyde de olsa toplumsal sorunların hafifletilmesine katkı sağlayacaktır şüphesiz ama bu dayatmacı zihniyet ve onun her alanda hayatı kuşatmaya kalkan ilkel uygulamaları ile her düzeyde hesaplaşmadan kalıcı bir çözüme ulaşmanın imkansızlığı da açıktır.
Platformun sonuç bildirisinde çözüm arayışları bağlamında örtük bir atıfla değinilerek geçilen İslami kimlik ve zemin bugün de yarın da kapsamlı ve adil bir çözümün biricik adresidir. Ne yazık ki, kendilerini İslam’a nispet eden çevrelerin ve aydınların dahi içine sürüklendikleri eziklik psikolojisi ve kendine güvensizlikle bu gerçeği açık, net ve güçlü bir biçimde dillendirmekten kaçındıklarını gözlemliyoruz. Oysa bu tutum iki farklı olumsuzluk içermektedir: Öncelikle hakkın tavsiye edilmesi görevinin yerine getirilmesi noktasında açık bir zaaf teşkil etmesinden ötürü yanlıştır. Ayrıca da çözüm arayışlarını samimi biçimde sürdüren insanların, çevrelerin yanlış yollara sevk edilmelerine sebebiyet vermesi yüzünden de açık bir vebal teşkil etmektedir.