Abant Platformu: Münafık Üretmeye Engel Mi Katkı Mı?

Kenan Alpay

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı öncülüğünde Demokraside Birlik Vakfı, Türkiye Din Eğitimi Vakfı, Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı ve Hoşgörü Hareketi Derneği'nin de dahil olduğu beş sivil toplum kuruluşu tarafından ortaklaşa düzenlenen Abant Platformu'nun ikincisi 9-11 Temmuz tarihlerinde gerçekleştirildi. Bu yılki toplantıda Akıl-Vahiy İlişkileri, Din-Devlet İlişkileri ve Din-Toplum İlişkileri adı altında üç ayrı komisyon kuruldu. Platform, geçen yıl ele alınan konulan "İslam, akılla dolayısıyla laik devletle çelişmez" gibi bilimsel bir formülle neticelendirmişti. Bu yılki platform da hemen hemen geçen yılın devamı gibiydi; konularıyla, katılımcılarıyla, kaygılarıyla ve sonuçlarıyla.

Toplantının açılış konuşmasını Bilimsel Koordinatör vasfıyla Prof. Dr. Mehmet Aydın yaptı. M. Aydın, platformdaki tartışmaların, Türkiye'nin muhtaç olduğu hoşgörü, birlik ve beraberliğin sağlanmasına büyük katkılar yapacak ve 65 milyonu ilgilendiren önemli bir çalışma olduğunu ifade ederken şu hususa önemle vurgu yaptı: "Buradan çıkacak önemli bir metin, uzlaşma için ciddi bir adım olacak, Toplum kesimleri taviz-uzlaşma-yardımlaşma çizgisinde buluşmak zorunda. Umarım bu toplantıdan çok ciddi ve kalıcı bir uzlaşma esprisi çıkar."

Demokraside Birlik Vakfı başkanı, Mehmet Bozdemir ise Mehmet Aydın'ın "uzlaşma esprisi" için önce uzlaştırılmak istenen tarafların konumunu tespit ediyor: "Demokraside dinin devletle, devletin dinle bir problemi yoktur. Maalesef ülkemizde bu konuda problemler var. Bu konuda her iki taraf da suçlu. Ümid ederim ki bu tür toplantılar, bilgisiz ve düzeysiz davrananları toplumdan kovar. Din ile toplum, din ile devlet arasında ortak bir problem yaşamayız."

Mehmet Aydın ve Mehmet Bozdemir'in toplantının mahiyetine ilişkin söylediklerini Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı Başkanı Yahya Akengin tamamlıyor ve Abant'ta uzlaşma sacayağını kuruyordu. Yahya Akengin, Türkiye'nin uzun vadeli gündem maddesinin Türk dünyasıyla ilişkiler olduğunu hatırlatarak "uzlaşma esprisi"nin uluslararası boyutuna dikkat çekiyordu: "Türkiye'de gelişen olumlu ve olumsuz her hava orada çok hızlı ve derinden hissediliyor. Türkiye'nin İslam'ın aleyhindeymiş gibi bir hava estirilmesi de Türk dünyasını olumsuz etkiliyor. Bu toplantıda buna yönelik çalışmalar yapılmalı. Bir de, devlet ve Atatürk din aleyhtarı olarak gösterilmek istenmektedirler. Bunlar asla doğru değildir. II. Abant toplantısı bu konulara açıklık getirecektir."

Bilimsel koordinatör ve organizasyonda yer alan iki vakfın başkanı tarafından toplantının açılış konuşmalarında dile getirdikleriyle, genel çerçeve ve amaç en yetkili ağızlardan ilk elden ilan ediliyordu. Dolayısıyla toplantıya katılan isimlerin Abant Platformu'na hangi anlam ve katkı üzere dahil olduklarına ilişkin yapılan değerlendirmeler de ancak bundan sonra ve uyum-çelişki durumuna göre bir değer kazanacaktır.

Katılımcılar tarafından "entellektüel bir gelenek" olarak vasıflandırılan Abant Platformu'nun din-devlet ve toplum ilişkilerinde yaşanan gerginliğin giderilmesine dönük kaygılarla hareket ettiği kamuoyuna deklare edildi. Katılımcı bilim adamı ve aydınlar din-devlet ve toplum arasında yaşanan yüksek tansiyonu düşürmek, kaygıları giderecek katkılar sağlamak üzere geceli-gündüzlü çalıştı.

Toplantıya katılanların farklı dünya görüşlerini temsilen sağlıklı bir müzakere geleneği oluşturarak, ortak bir metin üzerinde uzlaşabilmiş olmaları en fazla ön plana çıkartılan husus oldu. Fakat bu farklı dünya görüşlerinin ne kadar farklı, sağlıklı müzakere geleneğinin ne kadar sağlıklı ve uzlaşılan metnin hangi amacı gerçekleştirmek için ortaya çıkmış bir uzlaşma metni olduğu üzerine düşünülmesi gerekiyor.

Örtük ifadelerle de olsa katılımcıları uzlaşma arayışına iten temel saikın "Türk kimliği" oluşu ise, "demokrasi, daha fazla demokrasi" denilen bir toplantıda hayli düşündürtücüydü. Katılımcıların üst, yani belirleyen kimliği, "Türk-Demokrat kimlik"ini kalkış noktası olarak almaları, tartışmaların hangi mecrada seyredeceğini daha baştan açık ediyordu. Böyle olunca da etnik-sınıfsal-dini kimliğin farklılaşması bu noktadan sonra fazlaca bir değer ifade etmiyordu. Bilim adamı ve aydınlardan toplantıya "katılanların dünya görüşleri, hayat tarzları, kimlikleri ve kişilikleriyle bir Türkiye mozaiği oluşturduğu"1 organizatörlerin de böyle bir görüntüyü hedefledikleri anlaşılabiliyordu.

Sağlıklı bir müzakere geleneğinden çokça bahsediliyor ve bu durum övülüyordu. Sağlıklı bir müzakere için öncelikli şart, müzakere edilen konuya ilişkin kelime ve kavramların açık bir şekilde tanımlanmasıdır. Katılımcılardan Prof. Dr. M. Ali Kılıçbay "Dinin devlet talebi var mı yok mu, laikliğin tanımı nedir, bunlar metne girsin. Geçen sene de laiklikle, dinin talebi ile İlgili bir şey söylemedik" diyerek İslam ve laikliğin siyasal, sosyal ve idari alanlara bakışına ilişkin ortak bir tanımlamanın metne girmesini talep ediyordu. Fakat komisyon tartışmanın daha sonraki safhalarında, bu tanımlamanın daha uzun bir süreçte yapılabileceğini söyleyerek bu talebi reddediyordu. Toplantıda devlet ve laiklik perspektifinden din rahatça tanımlanabilirken tersi nedense mümkün olmuyor. Katılımcılar ilahi kaynaklı dinin formuna, üzerlerine bir vazife ve hak olmadığı halde müdahale etmekten çekinmiyorlardı. Bir yerleri "toplum mühendisliği" yapmakla suçladıklarını unutup âdeta kendileri "din mühendisliği"ne soyunuyorlardı.

Sonuç bildirgesinde de yer alan "parçacı yaklaşımlardan tatmin edici sonuçlar çıkamayacağını idrak etmek durumundayız" (3.Madde) şeklindeki yerinde tespite rağmen, bildirgede yer alan "parça doğrular", egemen iradenin duvarına toslamamak için adeta itina ile seçilmişlerdi. İtina ile seçilen bu parça doğruların neticesinde İslam ile laiklik ve mevcud Cumhuriyet'in çatışmak bir yana örtüşüyor olduğuna kanaat getirilmişti. Peki dini kimliği benimsemiş kişiler neden ısrarla dini kimliğin sosyal hayata yansıyan "şeriat, had, cihad, nifak, şirk, küfür, fısk, adalet, ümmet, ifsad" vb. gibi kurulu düzen ve ideolojisi ile çelişen ve çatışan dini unsurları gündeme getirmiyorlar? Neticede sağlıklı bir müzakere ve uzlaşmadan bahsetmek yerine "dostlar alışverişte görsün" tarzı bir şikeye bağlı teslimiyetten bahsetmek daha doğru olmaz mı?

Uzlaşma metni hangi amacı gerçekleştirmek için ortaya çıktı? Bu husus Mehmet Aydın'dan sonra platformun en etkin ismi Prof. Dr. Niyazi Öktem tarafından açıklığa kavuşturuluyor: "Bu toplantıda üzerinde çok durulan bir konu var. O da İslami değerlerle çağdaş Atatürkçü değerlerin bir sürtüşme içinde olamayacağının açıkça ortaya çıkmasıdır." Din-devlet İlişkileri Komisyonu'nun Başkanı Niyazi Öktem'in bu ifadeleri sonuç bildirgesine şöyle yansımış: "Din-devlet ilişkilerinin sadece hukuksal ve politik boyutuyla ele alınması eksik ve yanıltıcı olur. Konuya bilimsel yaklaşım getirirken sosyolojik, kültürel ve tarihsel veri, olgu ve süreçlerin göz önünde bulundurulmaları gerekir. Bu ilişkiler ve onun uzantısı olan laiklik Batı'da... bazı çevrelerin zannettiği gibi, Hristiyanlığın demokrasiye ve laikliğe elverişli olduğu, buna karşılık İslam dünyasında demokrasinin (laiklik özellikle mi atlandı acaba?) gelişmemesi ise İslam'ın buna elverişsiz olduğu iddiası ile açıklanamaz... burjuva devrimlerine kadar Batı'da koyu bir teokratik siyasal yapının hüküm sürmesi, Hristiyanlığın laikliğe sanıldığı kadar elverişli olmadığının da göstergesidir... On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı toplumunda başlayan ve Atatürk'le birlikte büyük bir acılım yapan çağdaşlaşma çabalan, dinin özüne değil, dini olarak kabul edilen geleneğe, tezahürlere ve eskimiş kurumlara karşı tavır aldı. Bu oluşum sürecinde Batı'ya benzer şekilde bazı sıkıntı ve sürtüşmelerin yaşanması doğaldır... dine yöneliş sürecini yaşayan kesimler çağdaş cumhuriyetin demokratik ve özgürlükçü hedefleriyle ve ekonomik dinamizmiyle İslam'ın özünde var olan yüksek değerler arasında örtüşmenin bulunduğunun bilincindedir. Bu sebeple de toplumumuzda gözlemlenen bu çağdaş yöneliş, Osmanlı'nın yıkılış dönemindeki geleneksel tepkiyle ve geriye dönüş özlemiyle benzeşme göstermez." (7.Madde)

Sonuç bildirgesinde oybirliği veya oyçokluğu ile kabul edilmiş 29 maddeden oluşan tespitler, yukarıda alıntılanan 7. maddeyle benzeşen kaygıların ürünü adeta. Fakat 7. maddede dile getirilenler, tam anlamıyla egemen iradeye karşı bir özür ve af dileme davranışıdır. Halka karşı işlenen yalan, yolsuzluk, cinayet vb. gibi suçların faili merkezi otoritenin amellerini "yaşanması doğal" olarak görme ve onaylamanın adı "cesur kararlar" oluyor. Devlet tarafından dozajı artırılarak sürdürülen ifsada karşı direnmenin adı "don kişotluk" olurken, gerçekleri ters-yüz etmeye "şövalyece bir anlam" yüklenebiliyor.2 İktidar/güç olgusu karşısında "devlet terbiyesi" almış Türk aydınının bu çizgisi "entellektüel bir gelenek"3tir zaten.

Abant ve benzeri toplantılarda Din-Devlet-Toplum ilişkileri "sosyolojik, kültürel ve tarihsel veri, olgu ve süreçleri göz önünde" bulundurularak değerlendirilir; fakat nedense Kur'an'ın öğretisi ve Peygamberin pratiği bu bütünsel ve bilimsel metodun yanına yanaştırılmaz. Uzlaşma için ortak dil arayışını sürdüren katılımcılardan biri, toplantıdan sonraki değerlendirmede bu hususa şöyle değinir: "Dini ve kültürel taleplerini ortaya koyan bireyler, gruplar ve cemaatler, devletin varolan endişelerini izale açısından, ... devletten dini talepte bulunanların, devletin siyasal yapısının naslar tarafından belirlenmeyeceği noktasında devletle uzlaşmaları gerekiyor."4 İlginç olanı ise 'çoğu İslam düşünürü'nün bu yöndeki İçtihadlarının icmaya dönüştüğünün de zikredilmesidir. Din-Devlet İlişkileri Komisyonu'ndaki isimlerden Kezban Hatemi'nin "Laiklik İslamiyet ile bağdaşabilir. Bu bizzat Atatürkçülüğe de uygundur" sözlerini Ali Bulaç "İslamiyet devleti sekülerleştirmiştir."5 ifadeleri ilave ederek, laik-kemalist-seküler düşünce merkezinde İslamiyet'e çerçeve çiziliyor.

İslamiyetin devletle, devletin İslamiyetle hiçbir sorununun olmadığı hatta birçok açıdan hedeflerinin örtüşür olduğu vurgulanan sonuç bildirgesi ile İslami kesimler devletle uzlaşıya davet ediliyor. Açık bir şekilde İslam'ın iktisadi, siyasi, ahlaki, öğretilerinin "nesh" edilmesi için müslümanlar uzlaşmaya "ikna" edilmek isteniyor. Allah'ın apaçık, muhkem ayetleri laik-demokratik Atatürkçü devletin tehditleri karşısında iptal edilmek, devletin çıkarlarına peşkeş çekilmek isteniyorken, böyle bir toplantıyı "konsil" olarak değerlendirmek "kötü ve münasebetsiz bir yakıştırma"6 olarak tanımlanabiliyor. Oysa kötü ve münasebetsiz olan "kelimeleri yerlerinden kaydıranlara", "ağızlarını kitaba eğip-bükenlere" ve "Allah'ın ayetlerini az bir bedel karşılığında satanlara" vahyin şahidi olarak uyarı, ikaz ve tavır sahibi olamamaktır.

"Abant'ın muhatabı kim?" sorusuna Ali Bulaç "İki Abant toplantısından çıkan sonuç bildirilerinin muhatabı doğrudan devlet olmaktadır"7 şeklinde cevap veriyor. Sonuç bildirgesinde yer alan diğer maddelerin tek tek incelenmesi gerekebilir. Fakat biz bunu şimdilik geçiyoruz. Sonuç bildirgesi kaleme alındıktan sonra Bilimsel Koordinatör Mehmet Aydın'ın kapanış konuşmasına değinmek yerinde olur. M. Aydın; "Demokrasi, dinle ilgili kurumlarımızın hayat damarıdır. Demokratik olmayan ülkelerin toprağı münafık yetiştirmek için gayet münbit olur. İkiyüzlü insanlar yetiştirir. Münafık sayısını azaltmak, aydın yetiştirmek için demokrasi son derece önemlidir... Demokrasi bilinci insan olmanın heyecanını o ölçüde veriyor ki insanlar geriye dönüp dini otoriteler ve yerini bulmamış siyasi baskılar karşısında boyun eğmezler. Artık demokrasiye ara ve mola verme hakkına sahip değiliz."8 diyerek II. Abant Platformu'nun kapanış konuşmasını yapıyor.

Nihayet Abant Platformu'nu temsilen Mehmet Aydın ve Harun Tokak'ın öncülüğünde bir heyet sonuç bildirgesini Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e ve TBMM'de Yıldırım Akbulut'a sundular. Mehmet Aydın geçen yılki toplantının ardından da Cumhurbaşkanı'nı ziyaret ettiklerini hatırlatarak "Çalışmalarımızı teşvik etmişti, yine çalışmaya devam etmemizi emir buyurdular" dedi. Aydın, birinci derecede Türkiye sorunlarını düşündüklerini açıklarken Abant sürecinin amacını bir cümleyle özetliyor: "Burada açık açık dinin bir devlet talebi olmadığı, dinin devlet olmak gibi bir arzu içinde olmadığı söyleniyor."9

Abant bir milattır, katılımcıların da ifade ettiği gibi. 75 yıllık laik-kemalist devletin tehdit ve tekliflerine karşılık Fethullah Gülen cemaati ile birlikte hareket eden bazı akademisyen ve aydınlar, İslam'ı ve müslümanları devletin bekası için kullanıma uygun bir forma sokmaya çalışıyorlar. Allah'ın dini ve rızası için canlarını, mallarını, makamlarını feda edemeyenler; canlarını, mallarını makamlarını korumak için, Allah'ın dinini ve rızasını feda ediyorlar. İslam'ın; çürümüş, kokuşmuş ifsad düzeninin laik-demokratik-seküler-Atatürkçü değerleriyle örtüştüğü iftirasıyla Allah'ın dinini zan altına sokmaya çabalıyorlar. Bu çabaların "kemalist devletin mümini, İslam'ın münafığı" olmak gibi bir sonuca götüreceğini bilememek, görememek mümkün mü?

Devlet'in kanatlarından birine sığınarak, kısa vadeli ve küçük menfaatlar elde etmek adına "Allah'ın ve Rasulü'nün önüne geçmek", hem "Rabbim tek bir Allah'tır" demekten imtina edip hem de müşriklerin ilahlarını tazim etmek yakıtı insanlar ve taşlardan olan cehennem azabından sakınmamaktır. Acilen açık bir tercih yapmak gerekir. Ya orada ya da burada olmalı. Çünkü ortada olmak da korkunç bir sonun başlangıcı:

"Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan." (58/14)

Dipnotlar

1- Yasin Yağcı, "Demokrasinin Yokluğu Münafık Üretir." 17-23 Temmuz 1999 Aksiyon.

3- A. Turan Alkan. A.g.y.

4- Mehmet Ocaktan. "Uzlaşma İçin 'Ortak Dil' Arayışı." 13 Temmuz 1999 Yeni Şafak.

5- "Laikliğe Destek Çıktılar." 10 Temmuz 99 Zaman.

6- Hayrettin Karaman, "Abant İl." 18 Temmuz 1999 Yeni Şafak.

7- Ali Bulaç, "Abant'ın Muhatabı." 13 Temmuz 1999 Zaman.

8- "Önce Demokrasi." 12 Temmuz 1999 Zaman

9- "Abant Bildirisi Ankara'ya Sunuldu." 21 Temmuz 99 Zaman.