Dört yıl önce Libya sokaklarında büyük bedeller ödenerek yapılan devrim, bugün iç ve dış saldırıların kıskacında ayakta kalmaya çalışıyor.
17 Şubat 2011’de doğu bölgelerinde başlayan intifadanın birinci hedefi 42 yıldır ülkeye hükmeden bir diktatör ve onun baskıcı sisteminden kurtulmaktı. Ardından insanca bir hayat, saygınlık, fikir ve basın hürriyeti gibi insani hedefler geliyordu. Bu amaçla yapılan gösteriler, sonunun geldiğinin farkında olan diktatör ve yandaşları tarafından acımasız katliamlarla bastırıldı ve nihayet “iktidarın barışçıl devri”ni isteyen halka bu amaçları için silahtan başka bir seçenek bırakılmadı.
Libya’nın neredeyse her karışında sekiz ay süren savaş sonunda diktatör ve onun savaş makinesi kısmen ortadan kaldırıldı. Büyük umutlarla yeni bir dönemin başladığına inanan Libya halkı siyasi ve sosyal birçok alanda kendini kanıtladı ve örneğin ilk defa yapılan seçimlerde temsilcileri seçimle belirleme yöntemini çatışma yaşanmadan başarıyla uygulamaya başladı.
Ancak bu gidişattan memnun olmayanların açık gizli faaliyet ve komploları devam ediyordu. Libya içinde “kaybedenler” cephesi sayıca az değildi fakat bundan önemlisi amaçları uğruna herhangi bir ahlaki engel tanımamaları ve çevrede onları desteklemek için hazır bekleyen aynı tıynetteki yönetimlerin varlığı idi. Devrime karşı yenilen Kaddafi yandaşları, liberaller, laikler ve türbe-mezar yıkıcıları kaos üretmekte fazla zorluk çekmediler. Bunlar için kendi ülkelerini kaosa sürükleme konusunda dayandıkları birincil payanda bu yönetimlerdi.
Silahlı gruplar aracılığıyla uzun süre istikrarsızlık ve kaos oluşturmaya, bu grupları kullanarak meclis çalışmalarını durdurmaya çalıştılar. Seçilmiş mecliste liberaller her türlü ayak oyunları ve boykotlarla çalışmaları engellemeye devam etti. Ancak buna rağmen siyasi süreç de devam ediyordu.
Diktatörlüğün artık bittiğini, yeni dönemde silah ve güçle yönetimleri ele geçirmenin ve askerî yönetimler kurmanın artık mümkün olmadığını düşünenlerin bu yöndeki çalışmaları devam edince seçimlerle, şiddet içermeyen yöntemlerle amaçlarına ulaşamayacaklarını anlayan devrim karşıtları tehlikeli bir maceraya giriştiler. Bu sefer de yirmi yıldır Amerika’da ikamet eden emekli bir asker eliyle darbeye kalkıştılar. Bu durum söz konusu kesimler için aslında bir öze dönüş hikâyesiydi. Her şeyin kendi kontrollerinde olması şartıyla demokrasi vb. kutsallarını yüceltmek, ancak kontrolü kaybedince acımasız şiddet ve namlularla hükmetmeye çalışmak.
Bu yöntemin aynısını Libya’da uygulamaya çalıştılar. Fakat hesap edemedikleri bir faktör vardı. Libya’nın topraklarını karış karış savaşarak diktatörün ordusundan kurtaranların bir kısmı evlerine, işlerine, normal hayatlarına dönmüştü. Oysa önemli bir kısmı da tetikte bekliyordu.
Darbecilerin işe girişmelerinden bir süre sonra bu devrimci güçler harekete geçti ve Fecr-i Libya operasyonunu başlattı. Bu, darbecilerin karşılaştıkları en ciddi tepki idi. Fecr-i Libya güçleri kısa sürede darbecileri Trablus’tan çıkardı. Tıpkı 2011’deki savaş gibi adım adım şehirleri darbeci güçlerden kurtarma savaşı başladı ve halen devam ediyor. Şu an genel itibarıylaTrablus, Sirt, Hums, Zleytin, Cumeyl, Ragdelin, Kufra, Mesellata, Gıryan, Tacura, Zanzur, Nalut, Zuvara, Zaviye, Sebha, Tazirbo, Uceylat şehirlerine ve Bingazi’nin bir kısmına hâkimler. Fecr-i Libya güçleri; Orta Kalkan, Batı Zırhlı Birlikleri, Bingazi Devrimciler Şûra Meclisi, Derne Mücahitleri Şura Meclisi, Trablus Güvenlik Konseyi gibi silahlı birliklerden oluşuyor. Savaşçıların en çok bilinen özellikleri dindar kimlikleri, İslamcı oluşumlara bağlı olmalarıdır.
Buna karşılık darbeciler ise Murc, Beyda, Tobruk, Zintan ve Bingazi’nin bir kısmına hükmediyorlar. Darbeciler Berka Ayrılıkçı Kabileler Ordusu, Berka ayrılıkçılarından İbrahim Cadran’ın liderliğindeki silahlı grup, (Kaddafi’nin oğlu Hamis’in öldürülmeden önce liderlik ettiği) 32. Destek Tugayı, Zintan Kabilesi silahlı birliği ve Kabileler Ordusu adlı silahlı bir çatı birlikten oluşuyor. Bu silahlı grupların bazı liderleri ve bürokratlar Libya Merkez Bankası’nın tuhaf bir şekilde “tarafsız” olduğunu açıklaması nedeniyle hâlâ maaş almaya devam ediyor. Bütün eski düzen yandaşlarını saf dışı bırakan “Siyasetten Men Yasası”na takılıp siyasi hayattan atılan birçok subay ve eski bürokrat şu an darbecilerle birlikte cephede ya bizzat savaşıyor ya da savaşçıları maddi desteğe boğuyor. Trablus’tan çıkarılmadan önce Milli Genel Kongre’ye karşı “sivil isyan” başlatanlar ve daha sonra anayasayı kaldırdığını iddia edenlere destek verenler aynı kesimler.“Selefi” gruplar da pasif kalarak onlara destek veriyor.
Darbeciler ellerine geçirdikleri hava kuvvetleri sayesinde terör estirmeye devam ediyor. Daha önemlisi de askerlere karşı aşağılık psikoloji duyan laik liberal takımların kendiliğinden boyun eğmeye razı olması ve gayr-i meşru meclisleri sayesinde önce Hefter’in rütbesini yükselterek, ardından Kaddafi döneminde devrimcilere karşı savaşan askerleri affederek mükemmel bir dalkavukluk gösterisi yapmasıydı. “Temsilciler Meclisi” tarihte örneği az görülür bir şekilde darbeci bir subayın ve çetelerinin onay makamı olmaya kendisi razı oldu. Eski düzen hayranlığını açıkça belli eden bu girişim daha önce çıkarılan siyasetten men yasağını tamamen yok saymakta. “Temsilciler Meclisi” daha ilk günlerde bazı İslami grupların liderlerini ve Kaddafi güçleriyle savaşan bazı savaşçıların isimlerini uluslararası terör listesine almak için de harekete geçti. “Meclis” bütün bunları “barış ve istikrar” için yaptığını iddia ediyor ve herkesten de saygı bekliyor. Devleti bütün kurumlarıyla tehlikeye sürükleyen bir darbeyi desteklerken her şeyi ayaklar altına alanlar şimdilerde gayri meşru meclisin tanınması için devletin egemenliği gibi sihirli sözcüklere sığınıyor.
Ancak bilindiği gibi Haziran 2014 seçimlerinden sonra oluşan “Temsilciler Meclisi”nin yasal olmadığı, Libya Anayasa Mahkemesi tarafından açıklanmış bulunuyor. Toplantı yaptığı Tobruk dışında siyasi bir etkinliği de yok, askerî olarak ise hava güçlerini elinde bulunduran ve en önemlisi ise Mısır ve diğer darbe destekçisi ülkelerin lojistik desteği ile yakıp yıkmaya devam eden generalleri sayesinde on binlerce insanın göç etmesine, Bingazi’nin bazı kısımlarının tamamen boşalmasına sebep olmaları kendileri için bir başarı addedilebilir. Tabi bunlara Libya’nın sürüklendiği belirsizlik, ikili yapı, yabancı elçilik ve şirketlerin ülkeyi yeniden terk etmesini, petrol ihracının düşmesini de eklemek gerekiyor. Bunca yıkıma rağmen darbeci ve yandaşlarının bütün bunları istikrar için yaptıklarını söylemeleri ise tarihten beri tanık olduğumuz göz boyayıcılığın güzel bir örneğini oluşturuyor. Suikastlar, yakıp yıkmalar, anayasayı yok sayma, seçilen bir meclisi dağıtma girişimi ve bunun gibi bir dizi skandallarla adım adım ülkeyi belirsizliğe sürükleyen kendileri olmakla birlikte, demokrasi için terörle savaştıklarını iddia ederek dış destek alma uğruna her türlü oyunu oynamaya hazırlar. Kullandıkları medya ise bu konuda Mısır’ın darbeci medyasının kopyası niteliğindedir.
İslamcıları ve İhvan-ı Müslimin’i yok etme amacıyla şehirleri bombalamaları ile birlikte Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler daha açıktan destek vermeye başladı, bu ülkelerin uçakları Libya topraklarındaki bazı hedefleri bombalayarak katkıda bulundu. Seçilmiş meşru yönetim ve hükümet, Milli Genel Kongre ve “Kurtuluş Hükümeti” muhatap kabul edilmesi gerekirken, söz konusu ülkeler kendilerine uygun görmedikleri bu yeni yönetimin altını oymaya ve bunlara karşı darbe girişiminde bulunan Hefter ve çetelerini desteklemeye, “teröre karşı savaş” bahanesiyle her türlü katliamı yapmasına göz yummaya devam ediyor. Dışarıdan destek aldıkları bu rejimler de kendileriyle aynı karakterde. Kendileri gibi ilkesiz ve intifadaların bastırılması için her şeyi yapmaya hazır. Örneğin Mısır generalleri, Hefter’in, bir zamanlar “Libya’nın servetine göz dikmiş aç komşuları var. Mısır, Tunus, Cezayir, Çad gibi açgözlü komşularımızı düşman olarak kabul etmeliyiz!” sözlerini unutup sırf devrimin boğulması için ona destek veriyorlar. Aynı şekilde Hefter de bu “düşmanların” bütün yardımlarını öpüp başına koymakta bir beis görmüyor.
Bu destek karşısında adeta kendinden geçen Kaddafi yandaşı aynı çevreler uçak ve silah desteğini yetersiz görüyor ve Çad, Mali ve Nijer’in Libya’ya askerî müdahalede bulunması çağrısını da destekliyorlar. Her fırsatta İhvan-ı Müslimin’i dışarıya bağımlı olmakla suçlayanlar, NATO’nun 2011’deki yardımı nedeniyle devrimcileri dış güçlerin kuklası olarak suçlayıp hakaret edenler şimdi dış müdahale istiyor! Tutarlılık ara ki bulasın!
Darbeci generali destekleyen Kaddafi yandaşları, Hefter’in ordusunun NATO müdahalesinden önce Bingazi’yi yakıp yıkmak için yola çıkan Kaddafi ordusu ile aynı olduğunu sık sık dile getiriyorlar. Kaddafi’ye karşı ilk eylemlerin başlamasından sonra Bingazi’den intikam alacağını söyleyen diktatör yandaşları bugünlerde amaçlarına uygun epey bir etkinlik yapmış bulunuyor. Bingazi’nin bazı semtleri tamamen boşalmış, devrime destek veren birçok kişinin evleri yıkılmış, bazı mahalleler harap edilmiş durumda. 21 Ocak’ta Libya Merkez Bankasının Bingazi’deki şubesini talan ettiler. Üstelik ateşkes ilan ettikten sonra! Bunlar diktatörlerin yönettiği ülkelerde darb-ı mesel haline gelmiş “Ya hükmeder ya da öldürürüm!” hastalıklı anlayışının devamı. İntifadaların yaşandığı bütün ülkelerde yaşandı, yaşanıyor.
Bu laik, liberal, eski diktatör yanlısı ve mezar kazıyıcı grupların 17 Şubat Devrimine karşı yürüttükleri savaş bugünlerde kritik bir aşamada. Meşru hükümetin desteklediği “Fecr-i Libya” güçlerinin, petrol bölgelerini darbecilerden geri almak için başlattıkları operasyonlarda ilerleme sağlamaları, darbecileri daha gerçekçi çözüm aramaya zorlamış görünüyor. Ancak pek de sevinçli değiller, zira Mısır’daki başarıyı Libya’da tattıkları söylenemez. Bu nedenle olacak ki, en azından hezimetten kârlı çıkmak için diyalogu kabul ettikleri görünüyor. Birleşmiş Milletlerin bu yöndeki girişimlerine bu yüzden balıklama atladılar. Zira daha önceki BM Libya Özel Temsilcisi Tarık Mitri’nin barış girişimlerini reddettikleri biliniyor.
Birleşmiş Milletlerin Cenevre Girişimi ve İlkesizliğin Zirvesi
“Temsilciler Meclisi”nin Cenevre görüşmelerine bu balıklama atlayışı barış ve istikrar arama aşkından ileri gelmiyor elbette. İlkesizlik bu kesimlerin tamamını sarmış durumda. Herhangi bir ahlaki sınırları olmamasının yanında ciddi bir tutarsızlık ve çifte standartlık neredeyse bütün devrim karşıtlarının karakteri haline gelmiş bulunuyor. Milli Genel Kongre’nin atadığı ve İhvan-ı Müslimin’in desteklediği Ahmed Maatik hükümetini Anayasa Mahkemesi ilga ettiğinde söz konusu çevreler kararı ayakta alkışlamış; hukuk, yargı ve yasalara uyma nağmeleri eşliğinde Maatik hükümetinin istifasını sevinçle izlemişti. Şimdi aynı mahkeme, İslamcıları yok etme niyetiyle sivil yerleşim alanlarını bombalayan darbecilerin kuklası mahiyetindeki “Temsilciler Meclisi”nin meşru olmadığını açıklıyor ancak Birleşmiş Milletler dâhil bütün darbe destekçileri bu kararı yok sayıyor. “Temsilciler Meclisi” oturumlar düzenliyor, kararlar alıyor, görüşmeler yapıyor ve darbeci çetelerin yaptıklarını meşrulaştırmaya çalışıyor. “Temsilciler Meclisi”nin halen meşru olduğunu iddia edenlerin önemli bir kısmının Kaddafi yandaşı olup aslında seçimlere on yıllardır karşı çıktığını da eklersek nasıl bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz daha iyi anlaşılır.
Batı ülkelerinin tavrı da bundan farklı değil. Muhtemeldir ki, çıkar temelli düşündüklerinden dolayı petrol üretiminin devam etmesini istikrarın bir göstergesi olarak yeterli buldular. Meşruiyet onlar için zorunlu değildi. Nitekim bölgedeki darbe ile işbaşına gelmiş gayri meşru yönetimleri de bu şekilde tanımaktalar. Libya için de aynı şey geçerli. Çünkü petrolün kendileriyle kan uyuşmazlığı olmayan zihniyetteki kişilerin elinde olması onlar için önemli. Başka bölgelerde meşruiyete ve kurulu düzene karşı çıkan silahlı örgütleri bahane edip operasyon yapan bu ülkeler Libya’da aynı durumdaki çetelere ise sessiz kalarak yardım ediyor. Söz konusu askerin hiçbir yasayı ciddiye almaması ne BM’yi ne de devrimin başarısız olması için kolları sıvamış ülkeleri rahatsız etmiyor. Zira onlar açısından ne de olsa İslamcıları, İhvan-ı Müslimin’i, 17 Şubat Devrimini yok etmek gibi “ulvi hedefler” söz konusu. Darbeci çetelerin bütün yaptıklarına, katliamlarına, yakıp yıkmalarına göz yuman bu ülkelerin, yakında “kafa kesen” bir grubun ortaya çıkmasını bahane ederek Hefter’i daha da parlatıp Libya’nın kurtarıcısı yapma hayalleri kurduğu bile söylenebilir. Dolayısıyla Cenevre görüşmelerinin “hayati” olduğuna söyleyen aynı ülkeler darbecilere verdikleri hayati desteği çekmeden inandırıcı olamazlar.
Birleşmiş Milletler Libya Destek Misyonu (UNSMIL) Başkanı Bernardino Leon’un yürüttüğü görüşmeler de bu ilkesizlikten uzak değil. BM’nin çabaları diyalog için ilk başta umut verici olarak görünebilir. Ancak yakından bakıldığında bir skandallar zinciri görülecektir. Öncelikle görüşmelerin yeri ve zamanı bu konuda apaçık bir emrivaki olduğunu izhar etmekte. BM, tarafların Cenevre’de toplanmasını önerdi. Oysa Milli Genel Kongre Başkan Yardımcısı el-Mahzum görüşmelerin yeri ve zamanı konusunda kendilerine danışılmadığını açıkladı. Milli Genel Kongre bu emrivaki gibi açıklamaya rağmen Pazar günkü oturumda konu ile ilgili kararını verdi ve görüşmelerin Libya’da gerçekleşmesi halinde katılabileceklerini açıkladı.
Bernardino Leon geçtiğimiz hafta hem Milli Genel Kongre üyeleri hem de darbeyi destekleyen ve anayasa mahkemesi tarafından gayr-i meşru ilan edilen “Temsilciler Meclisi” üyeleri ve darbeci asker Halife Hefter ile görüştü. BM aylardır Libya’nın birçok bölgesinde uçaklarla sivil yerleşim alanlarını bombalayan, birçok kişinin ölümüne sebep olanların bu suçlarını görmezden gelerek neredeyse onları taltif ediyor. Anayasayı yok sayan, meşru hükümeti tanımayan ve üstelik uçaklarla mahalleleri bombalayarak birçok sivili katleden bir askerle görüşmek söz konusu askerin İslamcıları yok etmek için yola çıkmasından kaynaklanmasın? Anayasa mahkemesini yok sayan bir BM nasıl oluyor da yasallıktan bahsedebiliyor? Üstelik darbeci Hefter ve kuklası Sinni’nin tehdit ve hakaretleri devam ediyor. Hefter, tanınmasının kendisine verdiği güçle daha da pervasızlaşarak Leon’dan silah ambargosunun kaldırılmasını istedi, zira kendilerinin terörle savaştığı safsatasına inandırmak istiyor.
Birleşmiş Milletler bu görüşmeyle de yetinmedi, Cenevre görüşmelerine katılmak için yerel yönetimlere çağrıda bulundu. Ancak bu çağrı Meclis’i yok sayma ve başka birçok siyasi kütlenin temsiliyet konusu hariç tutularak çağrılması riskini içeriyor. Mısrata Belediyesi çağrıya olumlu cevap verdi ancak hem Fecr-i Libya güçleri hem de Yerel Yönetimler Bakanlığı belediyelerin Milli Genel Kongre’yi aşarak bu görüşmelere katılma yetkisinin olmadığını açıkladı.
BM’nin bu meşruiyete ve hukuka saygısızlığından dolayı, Fecr-i Libya güçleri de görüşmelerin Cenevre’de gerçekleşmesinin faydasız olacağına inanıyor. Libya Fetva Kurulu Başkanı Sadık Gıryani ise Milli Genel Kongre’ye bilgi verilmeden düzenlenecek görüşmelerin başarısızlığa mahkûm olacağını söyledi. Ayrıca Libyalı yazar Abdul Rauf el-Mannai tarafından darbecilerle görüşmesinden dolayı Bernardino Leon hakkında bir şikâyet dilekçesi BM sekreterliğine verildi.
Bu özünde ilkesiz başlangıca rağmen daha fazla kan dökülmesini istemeyen Fecr-i Libya güçleri görüşmeler öncesi tek taraflı olarak ateşkes ilan etti. Fakat hava gücünü elinde bulunduran darbeci çeteler önce böyle bir iyi niyet işareti vermeye bile gerek görmediler. BM’den uyarı alınca da göstermelik bir ateşkes ilan ettiler. Buna rağmen “teröre karşı verilen mücadelenin” bundan müstesna olduğunu söylediler. Terörden kastettikleri ise meşru hükümet ve ona destek veren Fecr-i Libya güçleri. Nitekim Bingazi’de ateşkesin hiçbir belirtisi yok ve saldırılar devam ediyor.
Bölge Diktatörlerinin Çırpınışı ve Türkiye’nin Tavrı
Libya Devrimini boğma çabalarını çok büyük planların, gizli ajandaların bir ürünü olarak görmeye gerek yok. Zira her şey herkesin gözü önünde gerçekleşiyor.
Şunu açıkça söyleyebiliriz ki, Libya şu an Kaddafi yandaşları ile Batıcı, liberal, darbe yanlısı, İslam düşmanı laik kesimlerin ve mezar-türbe yıkıcılarının ortak hareketi ve bunlara destek veren devrim karşıtı ülkeler tarafından sürekli istikrarsızlığa sürüklenmektedir. Bu konuda devrimi ve devrimcileri suçlamanın haklı gerekçeleri bulunmamaktadır ve doğrudan diktatör yandaşlığı ile aynı kulvara düşmekten farksızdır.
Mısır darbecileri ve diğer devrim düşmanları Libya’daki darbecilere açıkça destek verirken meşruiyetten yana ve devrimi destekleyen ülkeler ise sessiz kalıyor. Özellikle Türkiye ve Katar’ın kendilerine savaş ilan etmiş bir darbeciye karşı sessiz kalmaları darbecilere güç vermekte, buna karşılık devrimci güçleri yalnızlık düşüncesine itmektedir.
Darbeci çeteler Türkiye düşmanlığını gizlemiyor. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’den gelen uçakları düşürmekle tehdit ettiler. Ülkenin birçok bölgesini uçaklarla bombalatan Hefter'den muhtemel müzakere öncesi skandal niteliğinde bir açıklama daha geldi. Hefter "paralı" savaşçıların Türkiye ve Katar'dan Libya'ya geldiğini iddia ediyordu. Cenevre'de tarafların bir araya getirileceğinin bildirildiği gün, Hefter'in BM Libya Özel Temsilcisi Bernardino Leon'la görüştükten sonra kendisine destek veren televizyonlara yaptığı bu açıklamayı Leon sessizce dinliyordu.
Darbecilerin bu pervasızlığına karşılık sonraki günlerde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun tarafsız olduklarını bildirmesi ise Türkiye’nin Libya politikasındaki aktifliği konusunda soru işaretleri uyandırıyor. Türkiye her iki tarafa eşit yaklaşarak ve aynı masada birleştirmeyi düşünerek darbecilerle çözüme varılabileceğini düşünüyor. Perşembe günü resmi olarak Milli Genel Kongre Başkanını çağırması olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir ancak Türkiye’nin desteği tam olarak açıklanmış değil. Buna karşın Türkiye’nin “herkesi kapsayacak bir hükümet kurulması” isteğinin ne kadar makul olduğu da tartışma götürür. Üstelik “hangi tarafın meşru olduğunu tartışmanın faydasının olmadığını” söyleyerek Çavuşoğlu olayı son derece riskli bir noktaya çekmiş bulunuyor. Meşruluk sorun değilse bunca mücadele neden verildi diye sorulması gerekiyor burada. Bilindiği gibi Cenevre görüşmesi öncesi geçtiğimiz Aralık ayında Gıddamıs’ta benzer bir görüşme denemesi yapıldı ancak başarılı olunamadı. Zira “Temsilciler Meclisi”, tek meşru temsilci olarak tanınmayı şart koşmuş ve üstelik darbe karşıtı silahlı grupların Trablus’tan çıkarılmasını istemişti. Demek ki kimin meşru olduğu tartışması o kadar da önemsiz değilmiş!
Bütün bu saldırılara ve komplolara rağmen Libya’da “Kaddafi’yi devirmeye pişman olunduğu” şeklinde bir anlayışın yaygınlaştığını söylemenin imkânı bulunmamaktadır. Aslında bu anlamda devrim karşıtlarının başarısız olduğu söylenebilir. Darbeye kalkışan kişinin bizzat eski diktatörün askeri olması ve ayrıca Kaddafi yandaşlarının darbeciye destek verdiklerini açıklamaları ise darbe karşıtlarının işini kolaylaştırmış bulunuyor. Devrim karşıtlarının temel hedeflerinden birisi “halkı Kaddafi dönemini arar hale getirmek” idi. Nitekim bu yönde Libya içinde yaptıkları bütün faaliyetlerin yanında dünya çapında bir algı oluşturma çabası da müttefikleri tarafından yürütülmektedir.
Libya’daki bu son gelişmeler devrim karşıtlarının gerçek yüzlerinin ortaya çıkması açısından bir fırsat olarak değerlendirilmekte, safların belirginleşmesi açısından daha umutlu olunmasını telkin etmektedir. Bu da Libya’da yeniden askerî bir yönetim kurulmasına karşı olanların mücadeleden vazgeçmeyeceklerini gösteriyor.