Basını, halkın haber alma hakkının kendileri vasıtasıyla kullanıldığı kitle iletişim araçları olarak tanımlarsak, Türkiye'de bir "basın"ın varlığından ne derece söz edilebilir?
Bizde basın, halkın haber alma hakkının kullanılmasından ziyade, devlet elitinin halkı "modernleştirme" politikalarının lojistik bir enstrümanı gibi konumlanmıştır.
(Örneğin Hürriyet Gazetesi yöneticilerinden biri bir röportajda "Doğruyu söylemek gerekirse, biz Hürriyet olarak yarı resmi El Ahram Gazetesi gibiyizdir" demek suretiyle ciddi bir itirafta bulunmuştu).
Devletin ekonomik ve siyasal hayatta temel belirleyici olması da, basını, halktan ziyade devleti gözeten, devletle iş yapan kurumlara dönüştürmüştür.
Derin politikaların savunuculuğunu yapmak, derin ekonomiden de gerekli payı kapmak şeklinde bir alışverişe konu olmuştur adeta.
Türkiye'de 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat gibi süreçlerde basının tahrik, teşvik ve tetikçiliği bu anlamda anlaşılır bir şeydir.
Ülkede temel hak ve özgürlüklerin artırılması bildik basın telakkilerinin de sonu olacağı için, basını, başta kamu ihaleleri olmak üzere diğer işlerin görülmesinde bir nesne olarak görenlerin işine gelmez doğal olarak...
Basınımız normal süreçlerde halkın sevdiği liderleri hep tek adamlığa özenmek, diktatörlüğe özenmek türünden argümanlarla topa tutmuştur.
Örneğin Menderes ve Özal, hep bu anlamda "bilinçli olarak" eleştirilmişlerdir. Erbakan, "Bir gelirse bir daha gider mi?" kuşkularına hedef tutulmuştur.
Oysa bu liderlerin alaşağı edilmesinden sonraki süreçler kimsenin ağzını açamadığı gerçek baskı dönemleri olmuştur.
Rahmetli gazeteci Mithat Perin bir sohbetinde Adnan Menderes'in gazete patronları ve yöneticileriyle istişare yapmak için düzenlediği bir toplantıdan söz eder.
Bu toplantıda gazeteciler başbakana öylesine küstah, öylesine sert, öylesine hırçın davranırlar ki, sanki ülkenin başbakanıyla değil de mahalle kahvesinde-ki sıradan bir esnafla konuşur bir hava içindedirler.
Perin, "Oysa o toplantıda Menderes'e yiğitçe saldıran bu cesur(!) gazeteciler, 27 Mayıs'la beraber tamamen sus pus oldular. Hiç birisi demokrasiyi, özgürlükleri vs. ağzına bile alamadı" der.
27 Mayıs çok önemlidir, çünkü basın açısından daha sonra yaşanan diğer darbe süreçlerinin de prototipidir.
Sonuç olarak, devletin ekonomik ve siyasal rantın dağıtıldığı bir merkez olarak tebellür ettiği mevcut anlayışlar var oldukça, bu anlayıştan meyveler devşiren, halktan kopuk, özgürlük sevmez, al gülüm ver gülümcü bir mantık içinde "demokrasi - kamu ihalesi takası" yapan bir basın da her zaman olacaktır.