Charles William Maynes, Avrasya Vakfı'nın başkanıdır. Middle East Journal'de yayınlanan bu makalenin bir versiyonuda Washington'da Ortadoğu Enstitüsü'nün 51. yılı münasebetiyle düzenlenen bir konferansta izleyicilere sunulmuştur.
Makale, Ortadoğu'nun tarihi gidişatını etkileyebilecek olan nüfus artışı, teknik uzmanlık sorunu, halk bilinçlenmesi açısından bilginin yaygınlaşması ve tabii kaynaklar üzerindeki mücadeleler gibi belirgin bazı gelişmeleri konu edinmektedir.
Ortadoğu 20. yüzyılın ikinci yansında devletlerarası savaşların ve iç karışıklıkların yaşandığı bir bölge haline gelmiştir. 21. yüzyıla yaklaşmakta olduğumuz şu günlerde Ortadoğu'nun geleceği hakkında ne söyleyebiliriz? Bölge, savaş ve şiddet bölgesi olmaya devam edecek midir?
Şüphesiz herhangi bir yüzyılda herhangi bir kişinin gerçekleşeceğini düşündüğü olaylardan yalnızca birkaç tanesi gerçekleşmiştir. Gladstone'nun İngiliz siyasetindeki büyük rakibi Benjamin Disraeli daha yüzyıl öncesinden geleceği tahmin etmeye çalışmanın güçlüğüne işaret ederek şu sözleri sarf etmiştir: "Gerçekleşmesini beklediğimiz şeyler nadiren gerçekleşmiştir, gerçekleşmesine pek ihtimal vermediğimiz şeyler ise genellikle gerçekleşmiştir."1 Bir başka deyişle hiç kimse tahmin edilemeyeni tahmin edemez. Gelecekle ilgili önemli şeyler bilebiliriz fakat tahmin etmediğimiz olaylarda gerçekleşecektir gelecekte. Entellektüel açıdan onların ortaya çıkacağını hesaba katabiliriz fakat onlar için fiili bir hazırlık yapamayız.
Bütün bu anlattıklarımız Ortadoğu gibi bir bölgenin geleceğini tahmin etme çabasında bütünüyle çaresiz kalacağımız anlamına mı gelmektedir? Tabii ki hayır. Önceden ortaya çıkmış bulunan belirgin bazı gelişmelerin devam edeceğini ve devam eden bu gelişmelerin gelecek yüzyılda tarihin gidişatını bariz bir şekilde etkileyeceğini görebiliriz. Ortaya çıkan gelişmeler şunlardır: Nüfus artışı, teknik uzmanlık ve halk bilinçlenmesi açısından bilginin yaygınlaşması ve kaynaklar üzerindeki mücadeleler... Şimdi gelecek yüzyılda dünyayı, dolayısıyla Ortadoğu'yu etkileyecek bu gelişmelere tek tek bakalım.
NÜFUS ARTIŞI
Nüfus olgusu tarihin büyük dönüştürücülerinden birisidir. Tarih en büyük değişikliklerini erkek ve kadının kişisel ilişkileri için karar verdikleri yatak odalarında başlatır. Kadın ve erkeğin karar verdiği bu ilişki bir bütün olarak ulusların kaderini değiştirmeye başlar. Tarih boyunca en büyük güçlerin hemen hemen hepsi en fazla nüfusa sahip milletlerin arasından çıkmıştır. Sözgelimi Çin'in kayıtlı tarihin uzun bir zaman diliminde dünyanın en önemli ülkesi olması ve günümüzde yeniden tarih sahnesindeki yerini elde etmeye çalışması bir rastlantı olabilir mi?
17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa'daki en büyük güç Fransa idi. Fransa bu dönem boyunca Avrupa'nın kültürel ve siyasi normlarını belirlemişti. Bu gerçeklik yalnızca Kardinal Richelieu'dan General Bonaparte kadar uzanan Fransız devlet adamlarının kalitesiyle mi açıklanmalıdır; yoksa bu dönem boyunca Fransa'nın birliğini sağlamış ve bütün diğer Avrupa ülkelerinden daha fazla nüfusa sahip olduğu mu dikkate alınmalıdır?
Şu anda dünyanın en büyük ulusu ABD'dir. ABD'nin güç ve etkinin zirvesine ulaşmasını iyi bir devlet idaresine sahip oluşuyla izah etmek oldukça güçtür. ABD, dünya üzerindeki egemenliğini, muazzam nüfusunu yüksek seviyedeki teknolojiyle birleştirmek suretiyle elde etmiştir.
Şimdi Ortadoğu'yu ele alalım. Gelecek yüzyılda müslümanlar nüfusları sayesinde tarihin büyük dönüşümlerinden birisini gerçekleştireceklerdir. 198O'de müslümanlar dünya nüfusunun yaklaşık % 18'ini oluşturmaktaydılar. Gelecek yüzyılın birinci çeyreğinin sonunda müslümanların dünya nüfusunun % 30'dan fazlasını oluşturması beklenmektedir2. Ortadoğu bölgesinde de bu hızlı nüfus artış oranının devam etmesi beklenmektedir. Sözgelimi şu anda 70 milyondan daha az bir nüfusa sahip olan Mısır'ın gelecek yüzyılın ortasında yaklaşık 120 milyon nüfusa sahip olması beklenmektedir. Suudi Arabistan'ın nüfusunu üçe katlayarak 21 milyondan 61 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Suriye 2050 yılında 50 milyonluk nüfusuyla büyük bir nüfus gücü haline gelecektir. Irak da aşağı yukarı aynı boyutlara ulaşacaktır. Kapı komşuları İran ise, 160 milyondan daha fazla nüfusa sahip olacak, yani bugünkü Rusya'dan daha büyük bir hale gelecektir. Komşusu Afganistan ise Mısır'ın bugünkü nüfusuna ulaşacaktır3. Bütün bu önemli nüfus değişiklikleri bölgenin tarihini bariz bir şekilde değiştirecektir.
Birçok Batı ülkesinde Ortadoğu'yu siyasi şiddetle özdeşleştirme eğilimi vardır. Bu sebepten dolayı müslüman devletlerin değişen nüfus profillerini bir bütün olarak değerlendirmek öğretici olacaktır. Bu devletlerin birçoğunun ayırıcı özelliği, genç yaştaki insanların çok fazla sayıda olmasıdır. Ayrıca bu genç insanlar siyasi sistemle ilgili taleplerinin yerine getirilmesi hususunda oldukça sabırsızdırlar. Son otuz yıldan beri bazı müslüman ülkelerdeki 15-24 yaş grubunun toplam nüfusun % 20'sini oluşturduğunu görmekteyiz. Örnek verecek olursak Bosna ve İran 1970'lerde, Arnavutluk, Suriye ve Türkiye 1980'lerde, Cezayir, Endonezya ve Ürdün 1990'larda bu oranlara ulaşmıştır. Birkaç yıldan beri dünyadaki şiddet olaylarının en fazla görüldüğü toplumlar arasında Arnavutluk, Cezayir, Bosna, İran ve Türkiye'nin varoluşu rastlantısal bir durum mudur? Bu şiddeti yalnızca kötü liderlikte açıklayabilir miyiz ya da ister Avrupa'da olsun ister Ortadoğu'da hiçbir hükümetin başarılı bir şekilde baş edemediği nüfus baskısının bir payı var mıdır?
Samuel P. Huntington Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Oluşturulması4 isimli kitabında bu rakamlardan bahsetmektedir ve müslüman kültürlerdeki genç insanların şiddet yanlısı olduğu izlenimini bırakmaktadır. Fakat kendisinin de belirttiği gibi birçok Batı ülkesinde 1968 ayaklanmalarını 2, Dünya Savaşı'nın sonunda dünyaya gelen gençler gerçekleştirmişlerdir. Bu gençler 1968 de yirmili yaşlarının ortalarındaydılar ve endüstrileşmiş Kuzeyin birçok yerinde ayaklanma başlatmışlardı. Genç nüfusun sisteme baskı yapacağı görüşünden hareket etmek Ortadoğu örneğinde aşağıda sayacağımız ülkelerin gelecek yüzyılın ilk 20 yılında yeni bir genç nüfus patlaması deneyimi yaşayacaklarını bilmeyi garanti altına almaz. Yukarıda söz konusu edilen ülkeler şunlardır: Mısır, İran, Irak, Ürdün, Libya, Umman, Pakistan, Suudi Arabistan, Sudan, Suriye ve Yemen. Mısır ve Suudi Arabistan'dan Amerika'nın bölgedeki temel direkleri olarak bahsetmekteyiz. Bu temel direkler yıllar geçtikçe bir başka sebepten değil, sadece nüfus olgusundan kaynaklanan sebeplerden dolayı oldukça zorlanacaklardır. Amerika'nın gelecek yüzyılda Ortadoğu'daki konumuna en büyük tehdit! "Kızıl devletler" değil, nüfus olarak değişen devletler oluşturacaktır.
TEKNOLOJİ
Teknoloji, Ortadoğu'nun herhangi bir yerinde hükümetlerle insanlar arasındaki ilişkileri değiştirmeye başladıkça Ortadoğu'daki devletler iç baskılarla baş etmede çok daha güç anlar yaşayacaklardır. 1870'lerden 1970'lere kadar teknolojinin merkez güçlere önemli yardımı olmuştur. Demiryolları, kitlesel üretim endüstrisi, telgraf, telefon, radyo ve televizyon merkez güçlerine çevreyi elde etme ve kontrol etme işlevinde yardımcı olmuştur. Günümüzde ise teknoloji merkez dışı güçlerin yanında yer alıyor görünmektedir. Hizmet sektörünün yükselişi, internetin gelişmesi, kablolu televizyon kanallarının sayısındaki patlama ve kitlelerin okuryazarlık oranlarının artması, merkezin aleyhine olacak şekilde çevreyi güçlendirmektedir. Bütün bu gelişmeler merkezin otoritesini zayıflatırken, bölgesel düzeyi güçlendirmektedir.
Ortadoğu dış düşmanlara karşı kendisini savunmak için Batı'da sona ermiş bulunan merkezileşme devriminin nimetlerine ihtiyaç duymaktadır. Ayrıca kendi halkını beslemek içinde şu anda bütün dünyada revaçta olan yerinde yönetim devrimine ihtiyaç duymaktadır. Bu manzara kargaşa için hazır bir reçetedir. Bahsettiğimiz bu kargaşa su ve petrolden dolayı dış güçlerinde ilgisini çekecektir. Yirmi yıl öncesine kadar Ortadoğu hükümetlerinin bazıları bu gerginliği bir yandan kullandıkları metodları halklarından gizleyerek bir yandan da gerektiğinde kafa kırarak baskı ve sinsice politikalarla gidermeye çalışmaktaydılar. Fakat gelecek yüzyılın daha fazla şeffaflık yüzyılı olacağı kesin bir durumdur. Bu şeffaflığın neticeleri her yerde, fakat özellikle Ortadoğu'da yönetimler açısından aşikar olacaktır. Şeffaflığın artışıyla birlikte hükümetlerin eskiden beri rutin bir şekilde uygulaya geldikleri politikalarını devam ettirebilmeleri zor gözükmektedir. Gizli toplantılar düzenlemeleri, hatalarını gizlemeleri oldukça zor görünmektedir. Ayrıca hata yapma lüksleri de olmayacaktır.
Ortadoğu'daki hükümetler bu gidişata direnmeye çalışabilirler fakat başarısız olacaklardır. Halklar dünyanın her yerinde tahsillerini ilerletmektedirler. Şeffaflığa olan eğilime karşı konulamayacaktır. Fakat daha fazla tahsil ve bilgi daha fazla sorumluluk anlamına gelmeyecektir. Dünyada izleyici ve dinleyici kitlesinin artışı medyaya yeni fırsatlar sunmaktadır. Yeni medya ulusal yani politik ön yargılardan uzak olabilir, fakat ticari kaygılarla hareket etmesi daha fazla bilgi vermesini yani sorumluluk almasını engelleyecektir. Globalleşmiş özgür medya, hükümet güdümündeki bir medyadan daha iyidir. Fakat bu tespit global özgür medyanın tahsilli kitlelere ihtiyaç duydukları bilgiyi daha fazla sunacağı anlamına gelmemektedir. Bu da şundan kaynaklanmaktadır; globalleşmiş yeni medya esas olarak pazar elde etmeye çalıştığı için yüzeysel ve sansasyonel olaylarla ilgilenecektir. Onların hedefi kaliteyi sağlamak değil izleyici ve dinleyici sayısını arttırmaktır.
SİYASİ BİLİNÇLENME
Güney'deki birçok devlet gelecek yüzyılda daha fazla zengin olacaktır; fakat Kuzey'le arasındaki teknolojik mesafenin kapanması zor görünmektedir. Ortadoğu'yla Kuzey arasındaki mesafe daha da artacaktır. Bu durum şu soruyu akla getirmektedir; Ortadoğu'yla Kuzey arasındaki güç ilişkisi, Kuzey'in lehine olacak şekilde mi gelişecektir? Tabii ki bunun böyle olması gerekmemektedir. Zaten Kuzey'in Güney'i hakimiyeti altında tutmak için kullanmış olduğu teknolojik avantaj kabiliyeti gerilemektedir. Kuzey bariz avantajını kullanarak Güney'i cezalandırabilir; fakat ona egemen olamaz. Bunun da temel sebebi şudur: Güney'de siyasi bilinçlenme artmakta, Kuzeyde ise verilen zayiatlara tepkiler artmaktadır. Sözün kısası, siyasi bilince sahip olan insanlar teknik olarak kabiliyetli insanlarla kendilerini eşit görmeye başlamışlardır.
Bu, neden böyle olmaktadır? Herhangi bir kişi bu yüzyılın tarihine baktığında şunu görecektir; bu yüzyılın en önemli özelliklerinden birisi Güney'de özellikle de Ortadoğu'da siyasi bilinçlenmenin artmasıdır. Kuzey askeri açıdan daha güçlü olduğu için güneyi yıllarca kontrol altında tutmuştur. Fakat bunun asıl sebebi Güney'in siyasi açıdan uysal bir konumda olmasıdır. Güney, Avrupalıların empoze etmiş olduğu siyasi düzene yıllarca razı olmuştur ve bu razılığı devam ettiği müddetçe de sömürge düzeni var olmuştur. Ne zaman ki Güney'deki halklar bu siyasi düzeni reddetmeye başlamışlar; düzen çözülmeye başlamış ve devletler birer birer bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Ne zamanki Güney'deki halklar özgür olmaya karar vermişler. İşte o zaman Kuzey'in silahları çaresiz kalmıştır. Yeni bir düzen ortaya çıkmıştır. Bu yüzyılda Ortadoğu'nun tarihi büyük ölçüde sömürge karşıtlığı ve siyasi bilinçle harekete geçen halkın Batı'yı siyasi olarak İslam dünyasından atmaya çalışma gayretleriyle doludur. Bu çabalar da büyük ölçüde başarıya ulaşmıştır.
Gelecek yüzyılda bu siyasi bilinçlenmenin derecesi muhtemelen derinleşecektir. Güney'de siyasi bilinçlenmenin artması, Kuzey ve Güney arasındaki güç ilişkisini durmaksızın dönüştürmektedir ve bu dönüşüm devam edecektir. Gelecek yüzyılda Güney'in artan bir şekilde kendisine daha fazla güveneceğini, Kuzey'in ise aşama aşama sıkıntıya düşeceğini beklemekteyiz.
Batılı hükümetler, askerlerini şeref ve kalabalıkları cesaretlendirmek adına gönüllü olarak ölüme göndermekteydiler. Fakat artık böyle yapmıyorlar. Bu esnada Güney'deki halklar umutsuz eşitsizliğe rağmen Kuzey'den gelen askeri bir müdahaleye direnmektedirler. Bu olgu, aşağıda isimlerini vereceğimiz mücadelelerde açıkça görülmüştür; Amerika-Vietnam mücadelesi, Rusya-Afganistan mücadelesi, Filistin-İsrail mücadelesi ve son olarak Rusya-Çeçenya mücadelesi. Nedeni ne olursa olsun, Irak'ın ABD'ye boyun eğmeyi reddetmesi bu hususa bir başka örnektir.
Kuzey'deki bütün ülkelerin, özellikle ABD'nin savaşlarda verilen zayiatlara karşı çok duyarlı olmasının nedenini çok sık yapıldığı gibi medyanın artan rolüne göndermede bulunarak açıklayanlayız. Sovyetler'in Afganistan'a müdahalesi süresince Sovyetler Birliği medyası büyük bir şevkle hükümetin çizgisini papağan gibi tekrarlamıştır. Bununla beraber Sovyetler Birliği'ndeki halk bu müdahaleye karşı tepkisini göstererek hükümet güçlerinin Afganistan'dan çekilmesini sağlamıştır. Değişim Kuzey'in nüfus açısından çöküntüye uğramasıyla açıklanabilir. Kuzey'deki aileler genelde bir veya iki çocuğa sahiptir. Onlar sahip oldukları tek çocuklarını da askeri bir çatışmada kaybetmek istememektedirler. Üstelik bu askeri çatışma kendi ülkelerinin hayatiyetiyle ilgili değildir.
Bu durum şu anlama gelmektedir: Gelecek yüzyılda Kuzey, Güney'i havadan bombalayabilecek, fakat karadan onu kontrolü altına alamayacaktır. Kuzey cezalandırabilir, fakat hakim olamaz. Körfez savaşını kazanabilir fakat Irak hükümetini değiştiremez. Grozni'yi tahrip edebilir, fakat Çeçen halkının arasındaki bağımsızlık ruhunu yok edemez. Güney Lübnan'daki şehirlere bomba yağdırabilir, fakat işgale karşı başlatılan direnişi durduramaz. Bu makalenin yazarı bu açıdan gelecek yüzyılda çok fazla bir şeyin değişmeyeceğine inanmaktadır. Bu gidişat ancak şu şekilde değişebilir; Batı sahip olduğu silahları acımasızca kullanırsa...
Bu arada dünyada silahların yayılışı devam edecek ve diğerleri Batı'nın şu anda üstünlüğünü dayandırdığı silahlardan bazılarına sahip olacaktır. Çin birkaç başarısız denemeden sonra 20 Ağustos 1997'de ilk uzun menzilli 3 B roketini başarıyla fırlattı. Çin, zamanı geldiğinde bu işi gerçekleştirmişti. Gelecek yıllarda Batı'nın şu anda kendi menfaatine olan nükleer güce sahip ülkelerle sahip olmayan ülkeler arasındaki mesafeyi korumada başarılı olacağını beklemek hayal olur. Batı, kendi sahip olduğu nükleer silahlarda indirime giderek, ilk kullanım doktrinine karşı çıkarak ve uzun menzillilerden başlayarak nükleer silahların toptan imhası yönünde ciddi adımlar atarak bu mesafeyi kapatacak, ya da diğerleri de aynı silahlara sahip olacaktır. Nükleer silahlara sahip olmayan ülkeler diğerlerinin bu meselede tekel oluşturmalarına razı olmayacaktır ve tarih tekerrür etmeyecektir. Bu şu anlama gelmektedir: Gelecek yüzyılda İsrail'e ilaveten diğer bir Ortadoğu hükümeti de kitle imha silahlarına sahip olacaktır. Bu sadece bir zaman meselesidir.
Ortadoğu ülkelerinin sahip oldukları nüfus profilinden dolayı iç karışıklıklara eğilimli olmaları kitle imha silahlarına sahip olduklarında uluslararası ilişkilerde daha saldırgan olacakları anlamına mı gelmektedir? Bu makalenin yazarı, bunun böyle olmayacağına inanmaktadır. Birçok Ortadoğu hükümeti kendi halklarına ya da komşu devletlerin halklarına karşı ciddi suçlar işlemesine rağmen İslam son yıllarda genel anlamda topyekün bir halde kendi sınırlarının dışına çıkmamıştır. Genel olarak müslüman dünyayla müslüman olmayan dünya arasındaki son şiddet olaylarına baktığımızda -Bosna, Kafkasya ve Körfez- müslüman olmayan dünyanın müslüman dünyaya karşı saldırgan bir konumda olduğunu görmekteyiz. Bunun aksi söz konusu olmamıştır.
Fakat bu şu demek değildir: Müslüman dünya müslüman olmayan dünyadan daha iyidir. Müslüman dünya daha zayıf bir konumdadır ve öyle de kalacaktır. İslam dünyası terörizm haricinde müslüman olmayan dünyayı tehdit edecek güçte değildir velev ki kitle imha silahlarına sahip olsun. Terörizm bir direniş gücüdür; işgal ya da egemenlik gücü değil. Ortadoğu, diğerlerinin haksız saldırılarına karşı direnme kabiliyetini geliştirecektir; hatta buna yeltenenleri cezalandıracaktır da. Fakat kendi gücünü diğerlerinin üzerine uygulayamayacaktır.
KAYNAKLAR
Son yirmi-otuz yıldır dünyanın bir kısmındaki devletlerde devlet davranışı açısından temel değişikliklere tanık olmaktayız. Umut edelim ki, bu değişiklik geçici olmasın. Tarihte devletlerin savaşlar vasıtasıyla zengin oldukları bilinmektedir. Zafer daha fazla toprak ve daha fazla insan demekti ve bu yüzyıla gelinceye kadar her ikisine de sahip olmak, zenginliği getirmekteydi. Fakat sömürge karşıtı mücadelenin başlamasıyla ve bu mücadelenin 2. Dünya savaşında yoğunlaşmasıyla birlikte toprak ve insan elde etmek, zenginlik anlamına değil, yeni düzeni kabul etmeyen işgal altındaki halkla sürekli mücadele etme anlamına geliyordu. Yerli halk konvansiyonel ve nükleer silahlar açısından yetersiz durumda olmasına rağmen İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği ve ABD gibi güçlü devletleri mağlup etmeyi başarmıştır.
Bu esnada etki ve güce sahip olmak için başka alternatifler ortaya çıkmıştır. Asya devletleri hükümetlerin dış yayılma yoluyla değil iç gelişme yoluyla güçlenebileceklerini göstermiştir. Bu güçlü örnek gelecek yüzyılda Ortadoğu devletleri için başa çıkılması güç bir tehdidi ortaya koymaktadır. Ortadoğu kaynaklar -su ve petrol- yüzünden mücadelelerin devam ettiği dünyanın sayılı birkaç bölgesinden birisidir. Bundan dolayı savaşlar bu bölgede hâlâ kâr getirmektedir. Bölge ayrıca zenginlik ve etkinin İç gelişmeyle değil, savaşla kazanılabileceğine inanan liderlere sahip dünyanın sayılı birkaç bölgesinden birisidir,
Ortadoğu'da savaşların hâlâ kârlı olduğu, bir realitedir. Zafer daha fazla kaynak -su ya da petrol- içeren toprağın ele geçirilmesi demektir. Irak, Körfez Savaşı'nı kazanmış olsaydı daha fazla petrole sahip olacaktı. Şayet İsrail Golan Tepelerinin ve Batı Şeria'nın önemli kısımlarını elinde tutmaya devam ederse daha fazla suya sahip olacaktır. Su ve petrol gelecek yüzyılda artan bir şekilde Ortadoğu'nun acil meselesi olacaktır. Her ikisi de çatışma başlatabilir.
ABD Enerji Bakanlığı dünya petrol tüketiminin 1995 yılındaki günlük 77.8 milyon varil seviyesinden 2015 yılında günlük 104.6 milyon varil seviyesine çıkacağını tahmin etmekte5. Körfez ülkeleri üretimlerini hemen hemen iki katına çıkaracaklar, ya da artan petrol talebi karşılanamayacak. Petrol talebi Asya'dan gelecek ve Asya gelecekte Körfez meseleleriyle geçmiştekinden daha fazla ilgilenecektir. Çin'in petrol ihtiyacının 1995 ve 2015 yılları arasında iki katına çıkması beklenmektedir6. Çin bu ihtiyacını nereden karşılayacaktır? Ortadoğu petrolüne bağımlı olan Japonya, ABD'yi petrol yataklarının muhafızı olarak görmekten mutluluk duymaktadır. Çin bu durumdan rahatsızlık duyacaktır. Çin'in açık deniz donanmasını geliştiriyor olması bu yüzdendir. Gelecek yüzyılda ABD ile Çin arasında Ortadoğu yüzünden çatışma olması beklenmektedir. 1980'lerin başında ABD hükümetinin istihbarat uzmanları su meselesi yüzünden çatışmaların çıkabileceği bölgeleri belirlemişlerdi. Bu bölgelerin hemen hemen hepsi Ortadoğu'daydı. İsrail şu anda su sıkıntısı çekmektedir ve 2050 yılında şu andaki nüfusuna yaklaşık 3 milyon kişi daha eklenmiş olacaktır. Ürdün mevcut su sıkıntısına rağmen 2000 yılındaki 6.4 milyonluk nüfusunu 2050 yılında 17 milyona çıkaracaktır7.
Petrol, eksikliği nedeniyle ulusların birbirleriyle savaşabileceği birkaç kaynaktan birisidir. Su da aynı şekilde yetersiz olduğunda her ülkenin savaş çıkarabileceği yegane kaynaktır. Uzun lafın kısası Ortadoğu, sahip olduğu nüfus artış hızıyla ve büyük ölçüdeki çöl iklimiyle fırtınalı bir geleceğe doğru yol almaktadır.
Yaklaşık bir metreküp su bir kişinin bir yıllık ihtiyacını karşılamaktadır, fakat bir kişinin bir yıllık yiyecek ihtiyacını karşılamak için 1000 metre küp yere ihtiyaç vardır8. Milyonlarca insan köylerden şehirlere gitmesine rağmen, Ortadoğu gıda malzemelerini ithal ederse kendi insanına yetecek suya sahip olacaktır. Fakat şehirlerde istihdam imkanı var mıdır? İthal edilen gıdanın parasını ödemek için ihraç malzemeleri üretebilecek endüstriler var mıdır?
Su, Arap-İsrail barışında anahtar konumunda olan bir meseledir. Şayet kuraklık olursa, barışta sürekli olmayacaktır. Bölgeye daha geniş baktığımızda şunu söyleyebiliriz; kuraklık olduğu sürece bölgede istikrar olmayacaktır. İsrail ya da komşuları nüfus artışıyla mevcut su potansiyelini dengelemek için gerekli olan radikal ekonomik düzenlemeleri yapabilecekler midir?
Gelecek yüzyılda Ortadoğu, dünyanın diğer bölgelerinden güvenlik sorunları açısından farklılık gösterecektir. Dünyanın diğer kesimlerindeki ülkelerde anahtar konular iç gelişme ve beşeri sermayenin arttırılması olacaktır. Böylelikle halklar global ekonomiye katılabileceklerdir. Ortadoğu'nun anahtar meseleleri dış güvenlik ve yeterli kaynaklar elde edebilme çabası olacaktır.
GELECEK
Ortadoğu'nun geleceği tehlikelerle dolu olarak tasvir edilir. Maalesef bu makalenin yazarı, bu tespitin gerçekçi olduğunu düşünmektedir. Gidişatı tersine çevirmek oldukça güçtür. Fakat bu makale gelecek hakkında birşeyler söylerken olması gerektiğini düşündüğümüz şeyin gerçekleşmemesinin sürpriz olmayacağı uyarısını yaparak başlamıştı.
İnsanın yapısı tabiattaki diğer varlıkların yapısından farklıdır. Tabiattaki diğer varlıklar özgür bir iradeye sahip değildir; fakat insan sahiptir. İnsanlar davranışlarını tehlikeli ya da elverişli bir ortama uygun olarak değiştirebilirler. Ortadoğu, İslam medeniyetinin anayurdudur. Geçmişte oldukça üretken olan Ortadoğu, gelecekte de bunu tekrarlama kapasitesine sahiptir.
Ortadoğu halkları gelecek yüzyılda diğer halkların karşılaşmayacağı bazı tehditlerle karşı karşıya gelecektir. Bununla birlikte Ortadoğu halkları kendi kaderlerine rıza göstermeyebilirler. Umut etmeliyiz ki, kaderlerine rıza göstermesinler. Reform için baskı yapmalarını da umut ediyoruz. Bu durumda onlara yardım etmeliyiz. Bu büyük bölgenin hoşnutsuzluk kazanı olarak kalmaması için gayret göstermeliyiz.
Dipnotlar:
1- Benjamin Disraeli, Earl ot Beaconsfiel, Henrielta Temple, Book 2, Chapter 4 , (1837).
2- United Nations Populalion Division.Department for Economic and Social Information and Policy Analysis, Sex and Age Distribution of the World Population: The 1994 Revision (New York: United Nations,1995).
3- United Nations Population Division, Department for Economic and Social Information and Policy Analysis, World Population Prospects: The 1994 Revision (New York: United Nations, 1995), Annex, Table4-A
4- (New York: Simon&Schuster, 1996).
5- US Department of Energy, International Energy Outlook, 1997 (Washington, DC: US Department ot Energy, December1996),TableA3.
6- Age. Çin, 1995 yılında günlük 3.3 milyon varil petrol tüketmiştir. ABD Enerji Bakanlığı, Çin'in 2015 yılında 8.6 milyon varil petrol tüketeceğini tahmin etmiştir.
7- United Nations Population Division, Department for Economic and Social Information and Policy Analysis, World Population Prospects: The 1994 Revision, Table 4-A
8- J. Anthony Allan, "Middie East Water, Local and Global Issues", Working Paper ol the Water Issues Group, School of Oriental and African Studies, University of London (London: University of London, Augost 1995).