Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra, Türkiye Cumhuriyeti'nin ideolojik kurgusunu "laiklik" ve "Türk Milliyetçiliği" ilkeleri oluşturmuştur. Laiklik, yaratılmaya çalışılan yeni Türk toplumunun sosyal ve siyasal sisteminden İslam dinini ve kurumlarını uzaklaştırmak, onu tarihin derinliklerine gömmek düşüncesinden kaynaklanmıştır. Mustafa Kemal, bu alanda ulusal iradeyi dikkate alma gereğini duymadan, kendisine yakın düşen bir meclisi de yedeğine alarak, baskıcı bir yöntemle düşüncelerini gerçekleştirmeye çalıştı. "Makam-ı Mukaddes-i hilafet ve saltanatı" korumak için "milli mücadele" dönemini açıp kurtuluş savaşını veren Mustafa Kemal'in bu "ilkeler"i (Türk milliyetçiliği, laiklik) aslında ittihatçılar zamanında geliştirilen ve güçlenen bir ideolojinin devamı olmuştur.
Fransa ve İngiltere ile ikili ittifaklar, daha sonra da Amerikan çıkarlarını koruma amacıyla NATO ittifakına kabul edilişi bu genç Cumhuriyeti emperyalist Batı'nın kucağına iter. Bir-iki küçük denemenin dışında tek parti diktatörlüğü ile yönetilen Türkiye, 1950'lere kadar "Allah demenin bile yasak olduğu" bir toplum biçimine dönüştürülmüştür. Arap alfabesinden latin kökenli alfabeye geçiş, toplumu, geleneksel İslami kültür köklerinden kopararak "laiklik" ilkesini besleme amacını güder. Benlikleri saran "ulusçuluk" düşüncesi, en hassas noktada, "ezan"ı Türkçe okutma bağnazlığını gösterecek kadar ileri adımlar atmaya götürmüştür.
Toplumun büyük çoğunluğu bir olup-bittiyle karşı karşıya bırakılmış, halk adeta cüretle oynanan bu oyunların sessiz seyircisi durumuna düşürülerek tepkisiz, kimliksiz bir toplum durumuna dönüştürülmüştür.
Tek parti diktatörlüğünden, çok partili siyasal yaşama geçiş sürecinin başlatılması da, aslında kendi içinde sıkışan, tıkanan, baskıcı bir rejimin kendini yenilemesi, sosyal tepki ve patlamalara karşı yeni bir siyasal önlem, bir çıkış yolu arayışı olarak ortaya çıkmıştır. Toplumun biraz rahatlaması, nefes alması, kendini ifade etmesi zamanı gelmiştir artık! Mevcut rejim, iç muhalefetini, kendisi oluşturarak tehlikeyi atlatacaktır!
1950-60 DP (Demokrat Parti) dönemini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bu on yıllık süreçte, her şeye rağmen toplumun İslam'a bağlılık duygusunun çok güçlü olduğu ortaya çıkmıştır. Halk, mevcut totaliter rejime karşı bir tepki, bir reddiye olarak (DP)'yi, ezici bir çoğunlukla iktidara getirmiştir. Bu dönemde, ezan'ın Arapça okunma yasağının kaldırılması, bugünkü şekliyle İmam-Hatip okullarının açılması vb. gibi etkinliklerle halkın İslami duyguları okşanarak toplumun laik rejim karşıtı tavırları törpülenmek suretiyle geçiştirilmiştir.
CHP'nin etkisinde yapılan 27 Mayıs 1960 İhtilali ile birlikte Türkiye'deki sosyal siyasal yaşam yeni bir döneme girer. İhtilalin ilk yılı, çalkantılı bir yıldır. Bu ilk yıl, bir türlü durulmayan bir istikrar arayışı içinde geçer. 1961 seçimleri umulanın aksine CHP'ni tek başına iktidar yapmamıştır. Bir süre koalisyonlarla yönetilen ülkeyi daha sonra DP'nin devamı olan AP (Adalet Partisi) devralacaktır.
İhtilalden hemen sonra ABD'ye birtakım imtiyazlar veren anlaşmaların yapılması, 1963-64 Kıbrıs bunalımı, Johnson'un mektubu, Sovyetlerle iyi komşuluk ilişkileri gibi dış siyaset alanındaki gelişmelerin yanı sıra, ülkede şiddeti giderek artan ideolojik hareketler toplumu oldukça derinden etkilemiştir.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri dini denetim altında tutma, İslam'ı sosyal ve siyasal bir sistem olmaktan çıkarıp vicdanlara hapsetme düşüncesi, bir ölçüde başarılı olmuş, bu değerlerle yetişmeye başlayan yeni bir kuşak yaratılmıştır. Yalnızca cumhuriyetin, Türk milliyetçiliğinin Övgüleriyle yetişen; Batıyı ulaşılması gereken yegane uygarlık modeli olarak bilen bir kuşak İslam dinini ortaçağ karanlığı; ilerlemenin, batılılaşmanın önünde bir engel, bilimsel gelişmeye karşı duran bir dogma olarak tanıyan bir kuşak... Evet böyle bir kuşak yetiştirmeyi başaran laik cumhuriyetin yönetici elitleri, Türk toplumunu 1960'lara getirdiklerinde, hala yerine oturmamış, şaşkın, bunalımlı, kişiliksiz, kimliksiz bir toplum olma görüntüsünü korumaktaydı.
27 Mayıs'la birlikte gelen sola açık 1961 Anayasası'nın ardından sosyalist düşüncelerin giderek yaygınlaştığı ve kitlesel bir boyut kazandığı gözlendi. 1960'lı yılların bu çalkantılı döneminde, Marksist ideolojilerin kazandığı boyutlar hatırlanırsa, emperyalist batı kapitalizminin İslam ülkelerini parçalayıp onları sömürge, ya da yarı sömürge durumuna indirgemesinin nasıl tepkisel bir başkaldırıya yol açtığı görülür.
Kıbrıs bunalımı karşısında, Johnson'un basında yer alan ültimatomu ve daha sonraki yıllarda 6. Filo'nun Türkiye'yi ziyaretleri, anti-Amerikancı gösteriler yapılmasına neden oldu. 1965 seçimlerinde TİP (Türkiye işçi Partisi)'nin parlamentoyla 15 milletvekili ile girmesi, bir yandan güçlenen öğrenci olaylarını beslerken, öte yandan işçi hareketlerini de gün ışığına çıkarıyordu. Sol kanatta bu gelişmeler olurken Sağ kanatta da MTTB (Milli Türk Talebe Birliği)'nde örgütlenen milliyetçi-mukaddesatçı gençlik, büyük bir tehlike olarak gördükleri Marksist eylemlere karşı çeşitli kampanyalar yürütüyorlardı. Yurdun değişik yörelerinde örgütlenen Komünizm İle Mücadele Dernekleri de, sık sık, "Komünizmi Telin" mitingleri düzenliyordu. bu karşı eylemler resmi söylemde, "Meşru nizamı yıkmak isteyenlere karşı bir direnme hakkı" biçiminde tanımlandı. Böylece "Düzen" kendini dengeleyecek iç dinamiklerini kurmuştu.
1965-70 Dönemi iç politik gelişmeleri ana başlıklarla sıralayalım:
- 6. Filo'nun türkiye'yi ziyaretleri
- 1967 yılında İmam-Hatip Okulları mezunlarının üniversiteye alınmaları için meclisten yasa çıkarılması
- TİP ve TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) kongrelerine yapılan saldırılar
- Türkeş'in CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi)'ni ele geçirmesi
- İslamcı gençlerle, milliyetçi-ulusçu gençlerin aralarındaki bağların çözülmesi
- Ülkü Ocakları Derneği'nin kurulması ve bu derneğe bağlı Komando olarak adlandırılan gençlerin eğitimi
- 1967'de Mücadele Birliği'nin kurulması
- "Bugün" Gazetesinde, Mehmet Şevket Eygi'nin "cihad" çağrıları ve "Cemaat-ı Kübra Namazları"nın yaygınlaştırılması
- 1968'de çeşitli yerlerde yapılan "Amerikan emperyalizmini tel'in" mitingleri
- ODTÜ olayları
- Kanlı Pazar olayları
- İmran Öktem'in cenaze törenleri olayları
- DEV-GENÇ'in kuruluşu
- Boykotlar, işgaller vs.
1960'lı yılların sosyal ve siyasal hareketliliğine paralel olarak ortaya çıkan düşünsel akımlar, siyasal dünya tarihi şartlarıyla uyuşum içindedir. Batılı siyasal sistemlerin başını çektiği "Kapitalizm" ile Sovyet Rusya'nın güdümünde gelişen "Marksizm", ideolojik yapılanmaların temellerini oluşturur. Türkiye'deki ideolojik akımlar resmi literatürde kendilerini "Sağ" ve "Sol" biçiminde ifade etmişlerdir. Türkiye'de belirli bir ivme kazanan İslami hareketin kavramsal boyutlarını saptarken, toplumun siyasal-yapısal değişme çizgisini de dikkate almak durumundayız.
Bu dönemde Müslümanlar, sağ yelpaze içinde "sağcı", "mukaddesatçı", "gelenekçi", "milliyetçi", "Osmanlıcı" ve benzeri gibi kavramsal bir düzlemde tanımlanmıştır.
Başlangıçta güdümlü ve tepkisel bir biçimde kendini ifade eden Sağcı hareketler ideolojik bir bütünlükten yoksundu. Bu yelpazede yer alanlar, giderek sınırlı boyutlarda düşünsel ve ideolojik çözülmeye terkeden Cumhuriyet rejimi ülkede, kültürel bir boşluk bırakmıştır. Yeni yetişen kuşak, ülkenin geçirdiği bu yeni değişim sürecinden etkilenerek bir kimlik bunalımına ve giderek İktidarı ellerinde bulunduran güçlere karşı artan bir hoşnutsuzlukla kendini belli eden bir kişisel ve sosyal bunalıma girdi. Siyasal sistemin dayattığı değerlerle toplumun çok büyük bölümünün benimsediği geleneksel İslami değerler arasında bir tereddüdü yaşayan genç kuşak, mevcut İslami değerler konusundaki bilgi yetmezliğinin de buna eklenmesiyle yeni arayışlar içine girmiştir.
Milliyetçilik-ulusçuluk şeklinde kendini açığa vuran İslami hareket müslüman kitlenin geniş desteğine sahipti. CHP'nin Cumhuriyetten bu yana tek başına, dini baskı altına alma politikası, bir ölçüde demokrasi rejimi uygulamasının başlamasıyla yerini sağ partilere bırakarak iflas etmiştir. Halkın sağ partileri desteklemeleri, genelde İslami özlemlerini ifade etme biçimi olarak değerlendirilmelidir. Bunun farkında olan bir takım siyasal güç odakları, bu potansiyel tehlikeyi, bir başka potansiyel tehlike ile (Komünizm) karşı karşıya getirerek mevcut siyasi sistemin güçlenmesini sağlarken aynı zamanda muhafazakar halkı devletle kucaklaştırma ve bağdaştırmayı amaçlamıştır. Devlete bağlılık duygusu, giderek "aşırı ırkçı" düşünceleri beslerken, İslami hassasiyete sahip bazı çevreler de ajitatif (cihad çağrısı, toplu namazlar, din elden gidiyor -hangi din?- feryatları vb. gibi) yayınlar yapan Bugün gazetesinin yönlendirdiği doğrultuda hareket ettiler. MTTB, Milliyetçi Öğretmenler Derneği, Komünizmle Mücadele Dernekleri gibi bir takım dernekler faaliyetlerini arttırırken kuruluşunu tamamlayan Ülkü Ocakları çevresinde kümelenen "Komandolar" da yoğun eylemler içine girdiler, 1967'de Konya'da kurulan "Mücadele Birliği", kısa sürede Türkiye'nin çeşitli yörelerinde şubelerini açtılar. Görünüşe bakılırsa, belli bir program çerçevesinde disiplinli kadrolar yetiştirmeyi amaçlayan Mücadele Birliği bir ölçüde bunu gerçekleştirdi. Kuruluş nedenleri "Gayrı milli sisteme ve beynelmilel Yahudiliğin baskısına karşı, dağınık reaksiyonları şuurlu bir mücadele içinde toparlayacak bir güç (teşkilat) oluşturmaktır. Mücadelecilerin sözünü ettikleri "dağınık reaksiyonlar" artık giderek saflarını belirlemeye başlayan ideolojik oluşumlar şekline dönüşecektir. Mücadelecilerin legal alanda oluşturmaya çalıştıklarını, Ürdün kaynaklı "Hizbu't-Tahrir" daha net programlarla illegal olarak gerçekleştirmeye çalıştı. "Nurcu"lar, daha dar kapsamda, "hizmet-i Kur'aniye ve imaniye" için Nur Risaleleri okumak ve "imanı kurtarmak" amacı etrafında yoğunlaşırken, Süleymancılar da yurdun çeşitli yerlerindeki Kur'an kurslarında, gelişen siyasal sosyal olgulara gözleri kapalı medrese öğrencileri yetiştirme peşindeydiler.
İmam-Hatip okulları, İslam Enstitüleri, İlahiyat Fakültesi gibi İslami ağırlıklı laik eğitim kurumlarının da, bu dönemin sosyal ve siyasal yaşamındaki rolleri dikkate alınırsa, İslami gelişmenin yönü, boyutları, nitelikleri konusunda dana sağlıklı sonuçlara varılır.
Ayrıca küçük çaplı bölgesel çabalar (Malatya Grubu: M. Sait Çekmegil, Sait Ertürk Hoca), bazı tarikatçı hareketler, belirli bir karizmaya sahip şahsiyetler (N.F.Kısakürek ve Büyük Doğu)'in de İslami uyanıştaki paylarını ve katkılarını göz ardı edemiyoruz.
Tüm bunların yanı sıra Mısır'da kurulan "İhvan-ı Müslimin", Pakistan'daki "Cemaat-i İslami" gibi "Selefiyeci" İslami hareketlerin ve bu hareketler içinde yetişen birtakım şahsiyetlerin (Hasan'el Benna, Seyyid Kutup, Mevdudi vb. gibi) hem kişilikleri ve hem de ortaya koydukları eserleri Türkiye'deki İslami bilinçlenmenin, uyanışın, İslami öze, kaynaklara dönüşün temel dinamikleri olmuşlardır.