Bilgi Vakfı (Bilgi Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Vakfı) tarafından düzenlenen I. Kur'an Sempozyumu 1-3 Nisan tarihleri arasında Ankara'da Kocatepe Camii Konferans Salonu'nda gerçekleştirildi. Üç gün süren sempozyum günlük iki oturum şeklinde, toplam altı oturumla tamamlandı.
Sempozuyma İlahiyat Fakültesi Yüksek Lisans Öğrencisi sıfatıyla bir arkadaş Alak Suresi'ni okumasıyla başlandı. Daha sonra birincisi vakfın yönetim kurulu adına M. Akif Ersin, diğeri Prof. Dr. M. Said Hatiboğlu tarafından olmak üzere iki açılış konuşmasından sonra birinci oturuma geçildi.
M. Akif Ersin açılış konuşmasında, vakfın birinci amacının İslam'ın doğru anlaşılmasına katkıda bulunmak olduğunu ve bu sempozyumun da bu amaca yönelik olarak düzenlendiğini söyledi. Konuşmasında Kur'an'ın insanlığın son şansı olduğunu ve her müslümanın gücü ölçüsünde onu anlamaya/öğrenmeye çalışması gerektiğini belirtti. Ersin, dinin asıl kaynağının Kur'an olmasına rağmen, insanların kendi çevrelerinde, ailelerinde vb. öğrendikleri İslam ile boy gösterdiklerini söyledi.
Ersin konuşmasında vakıf olarak nitelikli insan yetiştirmeye büyük önem verdiklerini ve bu amaca yönelik olarak akademik çalışmalar yaptıklarını, Arapça ve İngilizce kursları düzenlediklerini ve önümüzdeki günlerde yayın faaliytlerine de başlayacaklarını belirtti.
İkinci açılış konuşmasını yapan M. Said Hatiboğlu, Kur'an-ı Kerim'in kendisini "İnsanları en doğru yola götüren" olarak tanıttığını yine bir başka ayette "Allah rasulunü hidayet ve hakk dinle gönderdi ki, bütün dinlere üstün gelebilmesi için iyi bilinmesinin şart olduğunu söyledi. Yine bir ayet-i kerimede "Bu kitap insanları karanlıklardan nura çıkarmak için gönderilmiştir" buyurulduğunu, ancak bugün İslam dünyasının bundan çok uzak olduğuna dikkat çeken Hatiboğlu, bu durumda olmamızın sebebinin ise tarihimizde aranması gerektiğini söyledi.
Hatiboğiu konuşmasında seçimlere de değinerek, bugüne kadar Kur'an'ın emri olan 'Emanetleri ehline veriniz' emrinin müslümanlar tarafından tam olarak gerçekleştirilemediğini belirtti. Bugün müslümanlar olarak bir acziyet içinde bulunduğumuzu ve bu acziyetten ancak Kur'an'ı hakkıyla anlayarak kurtulabileceğimizi söyledi. Bu davanın gereğinin yeterli bilgi seviyesine ulaşmak olduğunu söyleyen Hatiboğlu, bugün İslam dünyasının Kur'an'ı nasıl değerlendireceğini bilememenin sıkıntısını çektiğini belirtti. Kur'an'ın dolaylı veya direkt değinmediği hiç bir konunun bulunmadığını, bu Kitab'ın nasıl uygulanacağının ilim adamlarınca ittifak edilerek gerçekleşebileceğini, 14 asırlık bir ihmalle karşı karşıya bulunduğumuzu ve bunun da ancak ilimle aşılabileceğini belirtti. Konuşmasının sonunda Allah'ın bu dini kıyamete kadar koruyacağını ve bu konuda kimsenin şüphesi oimaması gerekir dedi.
Bu konuşmalardan sonra birinci oturuma geçildi ve konuşmacılar tebliğlerini sundular.
I. Oturum: Vahyin Menşei ve Tarihsel Değeri
Birinci oturumun başkanlığını Prof. Dr. Sabrı Hizmetli yaptı. Hizmetli tebliğcilere söz vermeden önce yaptığı kısa konuşmada, Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmak üzere gönderildiğini ve insanlığın kurtuluşunun Kur'an-ı Kerim'in getirdiği prensiplerle olacağını belirtti. İnsanlığın kurtuluşunun Kur'an zihniyetine dönüşte olduğunu ve hayatımızla iyi örneklikler ortaya koymamız gerektiğini söyleyen Hizmetli, İslam'ın teoriden ibaret olmadığını, yaşamak için var olduğunu vurguladı.
Birinci oturumda ilk tebliğci olarak söz alan Prof. Dr. Salih Akdemir, Kur'an'ın Kıraati ve Toplanması başlığıyla sunduğu tebliğinde Kur'an'ın toplanması ile ilgili rivayetlerin çelişkilerle dolu olduğunu belirterek, bütün kaynaklarda Kur'an'ın Hz. Peygamber döneminde vahiy katiplerince yazdınldığının belirtilmesine rağmen, rivayetlerde Kur'an'ın nasıl toplandığı konusunda ihtilaflı ve çelişkili bilgiler bulunduğunu söyledi. Bu rivayetlerde verilen bilgilere göre Hz. Ebu Bekr döneminde Zeyd görevlendirilerek, Kur'an'ı araştırması istenmiş o da cami önünde 'Kimde Kur'an varsa onu getirsin' şeklinde çağrıda bulunmuştur. Kur'an'ın toplanmasının çağrılara verilecek cevaplara kaldığı yolundaki açıklamaları kabul edilemez bulduğunu belirten Akdemir, böyle çağrı ve araştırmaların yapıldığı yolundaki rivayetlerin Kur'an'ın Peygamber tarafından tamamen yazdırılmış olması gerçeği ile çeliştiğini söyledi. Yine getirilen Kur'an parçaları için iki şahid getirilmesi yolundaki rivayetleri de gereksiz şeyler olarak değerlendiren Akdemir, böyle bir şeyin hiç olmadığını iddia etti.
Kur'an'ın bize ulaştırılması meselesinin insanların keyfine bırakılmadığını, bizzat Hz. Peygamber'in Kur'an'ın tamamını yazdırdığını, Hz. Ebu Bekr'in de çok değişik malzemelere yazılmış olan bu Kur'an parçalarını temize çektirerek iki kapak arasında toplanan tek nüsha haline getirttiğini, yapılan şeyin bundan ibaret olduğunu vurguladı.
Kaynaklarda Hz. Osman dönemine mushafın çoğaltılması olayının çelişkili ifadelerle anlatıldığını, birtakım rivayetlerin Hz. Osman döneminde de bir heyet oluşturularak oradan buradan Kur'an toplatılmış olduğunu söylediğini belirten Akdemir, oysa Hz. Osman döneminde yapılanın, Hz. Ebu Bekr'in iki kapak arasında toladığı Kur'an'ı çoğaltmaktan ibaret olduğunu vurguladı. Akdemir konuşmasının devamında Yedi Harf ve Yedi Kıraat konusunun bugüne kadar çözülemediğini ve bundan sonra da çözülemeyeceğini, çünkü bu konunun yalan haberlere dayandığını iddia etti. Akdemir, Kur'an'ın Türkler tarafından yazıldığını, Arablar tarafından okunduğunu ancak hiç kimse tarafından tatbik edilmediğini de sözlerine ekledi.
Birinci oturumun ikinci tebliğcisi Yrd. Doç. Dr. Adnan Bülent Baloğlu'nun tebliği Kur'an Vahyinin Niteliği ve Hz. Peygamber başlığını taşımaktaydı. Baloğlu vahyin tarifini; "Allah'ın doğrudan doğruya veya Cebaril vasıtasıyla peygamberine başkasının anlayamayacağı kadar gizli ve hızlılıkta ilettiği bir bilgidir" şeklinde yaptı. Ancak bunun niteliği konusundaki müphemliğin devam ettiğini, bunun da vahyin nasıl geldiğinin Kur'an'da açıkça belirtilmemiş olmasından kaynaklandığını söyledi. Peygambere eksiksiz olarak ulaştırılan vahyin; peygamber tarafından eksiksiz olarak tebliğ edildiğini ve peygamberin vahiy üzerinde bir tasarrufunun olmasının sözkonusu olmadığını belirtti. Baloğlu, Şura Suresi'nin 51. ayetini okuyarak burada vahyin üç geliş şeklinden bahsedildiğini söyledi ve bunları örneklerle açıklamaya çalıştı.
Oturumun üçüncü ve son tebliğcisi olan Doç. Dr. Süleyman Tülücü Kur'an-ı Kerimin Nüzul Sürecinde Arab Şair ve İleri Gelenlerinin Ona Karşı Tavırları ve Takdirleri isimli bir tebliğ sundu. Tebliğinde Kur'an'ın İlahi dinlerin en mükemmelinin kaynağı olduğunu ve bize kadar eksiksiz geldiğini, son peygambere vahyedildiği için de kıyamete kadar korunacağını söyleyen Tülücü, Kur'an'ın Arap nesir edebiyatının ilk ve sonsuz örneği olduğunu ve diğer peygamberlerin mucizelerinden ayrı olarak ebedi bir mucize olduğunu belirtti. Tebliğinde müşriklerin Kur'an'a cephe almalarının sebebinin, Kur'an'ın toplumlarının temelini sarsıcı mahiyette olmasından kaynaklandığını belirtti. İnkarcıların Kur'an hakkındaki kanaatlarıyla ilgili bazı rivayetleri aktaran Tülücü, son olarak bazı ünlü Arap ediplerinden bahsederek tebliğini bitirdi.
Tebliğlerin akasından tartışmacı olarak konuşan M. Yaşar Soyalan tebliğlerin adına bakınca daha orijinal şeyler sunulacağını umduğunu, ancak tebliğlerin sunulmasından sonra hayal kırıklığına uğradığını, kayda değer tek tebliğin Sayın Akdemir'in tebliği olduğunu söyledi. Âkdemir'in kabul ettiği ve reddettiği tezlerin ikisinin de aynı kaynaklarda yer aldığını, aynı kaynaklardaki bir rivayete dayanarak, diğer bir bilgiyi reddetmenin kendisine çelişki gibi geldiğini belirtti.
İkinci tartışmacı olan M. Ali Baltası ise Kur'an'ın en büyük özelliğinin ilahi bir mesaj olduğunu ve onun doğruluğunun delilinin haberlerde değil yine kendi içinde aranması gerektiğini söyledi. Kur'an'ın doğruluğunun ancak okunup, anlaşılıp iman edilerek kabul edileceğini söyleyen Baltası, Kur'an'ın bizzat kendisinin Allah'tan geldiğinin delili olduğunu ve dışarıdan verilecek desteklere ihtiyacı olmadığını belirtti. Baltası, Kur'an'ın indiği dönemde vahyin geliş şekli veya niteliği üzerinde herhangi bir tartışmanın olmadığını, o dönemde asıl tartışma konusunun muhtevanın Allah'a ait olup olmadığı ve peygamberin ona bir şey katıp katmadığı üzerine olduğunu söyledi.
II. Oturum: Kur'an'ın Anlatım Teknikleri
Oturum başkanlığını M. Said Hatiboğlu'nun yaptığı ikinci oturumda ilk tebliğci Prof. Dr. Beyza Bilgin
Kur'an'ın Anlatım Teknikleri başlıklı tebliğinde ilk önce Alak Suresi'nin ilk beş ayetini okuyarak başladı. Bilgin, amacının Kur'an'ı gönderen Allah'ın haber ve öğütlerinin anlaşılmasında bu haber ve öğütler doğrultusunda davranış geliştirilmesinde izlenmiş olan hikmetli yolları, yöntemleri bulup çıkarmak ve onlar yardımıyla dinin öğrenilip öğretilmesinde kolaylık ve kalite sağlamak olduğunu söyledi.
Konuşmacı, Kur'an'ın yöntemlerinin farkedilebilmesi için iki yönlü temel bir eğitimin alıması gerektiğini, bunların da; düzenli yöntem bilgisi (usul) ve Kur'an'ın anlaşılarak okunması olduğunu söyledi. Bilginin bir üçüncü unsur olarak da deneysel yöntem hakkında da bilgi sahibi olmak olduğunu ancak ilk iki eğitim alınarak yazılan eserler olduğu halde üç yönlü eğitimle yazılan eser olmadığını iddia etti. Türkiye'de en çok okunan Kitabın Kur'an-ı Kerim olduğunu söyleyen Bilgin, buna rağmen en çok anlaşılmadan okunan kitabın da Kur'an olduğunu vurguladı. Bilgin bin yıldır Kur'an'ı yüzünden okuma tekniklerinin geliştirildiğini ve son yıllarda Kur'an mealleri sayısında büyük bir artış olduğunu, müslümanlar tarafından da büyük rağbet gördüğünü söyledi. Meal okuma tekniklerinin geliştirilmesini, Kur'an mesajının daha iyi anlaşılabilmesi için bunun zorunluluk arzettiğini belirterek Kur'an'ı yüzünden okumanın devam etmesi gerektiğini, ilk adım olarak yüzünden okumanın peşinden Türkçe açıklamasının (meal) okunması tekniğini önerdi.
Bu oturumdaki ikinci tebliğci olan Prof. Dr. Sadık Kılıç'ın tebliği Tarih Felsefesi Açısından Kıssalar ve Meseleler adını taşımaktaydı. Kılıç tebliğinde kıssaların güncelleştirilmesi üzerinde duracağını söyleyerek, Kur'an kıssalarının Allah tarafından hikmetli bir gaye için insanlığa anlatıldığını, seküler dayatmalara karşı heyecan ve iman kaynağı olduğunu belirtti. Konuşmacı Kur'an kıssalarının tarihteki gerçek olaylara tekabül ettiğini, yalınlık ve estetiği bir arada tuttuğunu, ütopik ve mitolojik olmadığını söyledi. Kıssalarda ayrıntılara girilmediğini söyleyen Kılıç, toplum ve bireylerin düşünmelerini sağlayacak bir anlatım tekniğinin izlendiğini belirtti.
Üçüncü tebliğci olarak konuşan Dücane Cündioğlu'nun tebiiği ise Vahiy Dili/Kur'an Dili başlığını taşımaktaydı. Konuşmasında kelam ve lisan farklılığı ve vahyin menşei konularına değinen Cündioğlu, Kur'an'ın Allah kelamı olduğunu belirtti. İslam'ın Allah'ın konuşmasıyla meydana geldiği görüşüne yer verilen tebliğde bu konuşmanın nasıl olduğuyla ilgili doğru bilgilerin yalnızca Kur'an'da bulunduğu belirtildi. Bu şeklin Şura Suresi'nin 51. ayetinde vahiy yoluyla, perde arkasından ve bir elçi vasıtasıyla Allah'ın dilediğini vahyetmesiyle üç türlü gerçeleştiğini anlattı. Cündioğlu, Kur'an'ın menşei itibarıyla yazılı değil, konuşma diliyle Araplar'a hitap ettiğini belirterek meal çalışmalarında bu hususa dikkat edilmesi gerektiğini söyledi. Sonuç olarak Kur'an'ın muhtevasını anlamanın üslubunu anlamaya, üslubu anlamanın ise vahyin tabiatını anlamaya bağlı olduğunu belirtti.
Bu oturumun son tebliğcisi olan Dr. İdris Şengül'ün tebliği için seçtiği isim Kur'an Mesajını Muhataplara Ulaştırmada Kıssaların Önemi idi. Şengül tebliğinde Prof. Dr. Sadık Kılıç ile temelde aynı tezi biraz daha yüzeysel olarak işledi.
Tartışmacı olarak konuşan Hikmet Zeyveli ise, kıssaların gerçek tarihi olaylar olduğu tezini eleştirerek bazı kıssaların sembolik olduğunu ve gerçekte böyle olayların yaşandığının söylenemeyeceğini söyledi. Bu arada oturumun yarısından itibaren oturum başkanlığını devralan Prof. Dr. Salih Akdemir de tartışmada Zeyveli'yi destekler mahiyette konuşarak bazı kıssaların sembolik olduğunu iddia etti.
III. Oturum: Kur'an Tefsiri ve Kur'an Tefsirinde Yöntem
Bu oturumda oturum başkanlığını Prof. Dr. Süleyman Ateş yaptı. Ateş tebliğcilere söz vermeden önce Kur'an'ın anlaşılması noktasında genel açıklamalarda bulunarak, Kur'an'ın anlaşılabilir, açık bir kitap olduğunu ve yaşanması için indirildiğini söyledi. Kur'an'ın özünden sapıldığını ve bütün yaşadığımız acıların temelinde bu gerçeğin yattığına dikkat çeken Ateş, tekrar hidayete dönmek istiyorsak Kur'an-ı Kerim'i düşünerek okumalıyız dedi.
Bu oturumdaki birinci konuşmacı Prof. Dr. Sakıp Yıldız'ın sempozyuma iştirak edememesinden dolayı yerine Doç. Dr. Mikail Bayram ilk tebliğci olarak yer aldı. Bayram konuşmasına Kur'an kıssalarının önemine değinerek bu kıssaların ibret ve ders vesilesi olduğunu söyledi. Allah'ın kıssaları ders almamız ve kıssalardaki iyilik ve felaketler hakkında düşünmemiz için anlattığını söyledi. Bayram, konuşmasının devamında Fil Suresi'ne değişik bir yorum getirdi.
İkinci tebliğci Dr. Ömer Özsoy'un tebliğine seçtiği isim Dinsel Bir Metin Olarak Kur'an'ın İfade Özelliklen idi. Özsoy bizlerin Kur'an'ın nazil olduğu dönemde yaşayan insanlar olmamızdan kaynaklanan sorunlara dikkat çekerek ilgilenmediğini, bunun bir yöntem meselesi olduğunu belirten Özsoy, Kur'an'ın kullandığı dilin en azından teknik anlamda bilimsel bir dil olmadığını ve bu dilin tasvir edici değil anlam verici olduğunu söyledi, özsoy son olarak Kur'an'ın konuşma tarzını iyi anlayabilmek için tarihsellik ve bütünselliğin önemine değindi.
Üçüncü tebliğci olarak söz alan Dr. A. Nedim Serinsu "Kur'an'ın Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzulün Önemi" adlı tebliğinde esbab-ı nüzulün Kur'an'ın anlaşılma sındaki önemine değindi. Kur'an'ın soyut veya düşünme biçimi değil, yaşanmış, yaşanabilir ve yaşanacak bir hakikat olduğunun delili" olarak esbab-ı nüzulü gösteren Serinsu, sorunun esbab-ı nüzul içerisinde bütünlükçü bir metod ile günümüze taşınması konusu olduğunu vurguladı. Serinsu konuşmasında klasik esbab-ı nüzul ilminin kısa bir değerlendirmesine de yer verdi.
Oturuma tartışmacı olarak katılan Dücane Cündioğlu, tebliğcilerin ortaya koyduğu tezlerin hayat içerisindeki uygulama alanlarını sorgulayarak egemenlik ve siyasi bütünlük probleminin sürekli gözardı edildiğini, bu hususta birtakım boşlukların İslam'ın kültürel, düşünsel ve dinamik dokusunda olumsuz anlamda çözüme etkiler yapabileceğini vurguladı.
IV. Oturum: Kur'an'ın Günümüzdeki Uygulanabilirliği
Oturum başkanlığını Prof. Dr. Mehmet Aydın'ın yaptığı dördüncü oturumda ilk tebliğci Prof. Dr. Lütfullah Cebeci, Kur'an'ın Ahkamı Kıyamete Kadar Geçerlidir başlıklı bir tebliğ sundu. Cebeci, tebliğinde, insanı yaratan Allah'ın, kitap ve peygamberlerle insanlığa yol gösterdiğini söyleyerek, Allah'ın zaman ve mekanın da yaratıcısı olduğunu ve devirler boyu süregelen gelişmelerin üzerinde bulunduğunu belirterek, bundan dolayı da Allah'ın kanunlarının kıyamete kadar baki olduğunu vurguladı. Cebeci son peygamber Hz. Muhammed'e gelen vahyin zaman ve mekana bağlı olmaksızın tüm dünya ve tüm zamanlar için geçerli olduğunu belirtti.
Cebeci, sonsuz ilim ve kudret sahibi Allah'ın hükümlerinin her zaman ve mekan için geçerliliğinin, ayetlerde belirtildiği şekilde insan için en uygun ve mükemmel hayat tarzıdır dedi. Tarihteki değişim ve gelişimlerin Allah'ın kader çizgisine göre olduğunu ve Allah'ın şeriatlarının da buna göre indiğini belirten Cebeci, Kur'an'dan önce indirilen şeriatların insanlar tarafından tahrif edildiğini, İslam şeriatının nasih hüküm olarak elimizde bulunduğunu söyledi.
Temel meselelerde Allah'ın Kur'an'ı indirerek son noktayı koyduğunu söyleyen Cebeci, Allah'ın kanunlarına uymayan ve onu kerih görenlerin zalim, fasık ve kafirler olduklarını söyledi. Bugün İslam hukukunda var olan ve ceza hukukuyla ilgili ayetlerden çıkarılan ahkamın ya çarpıtıldığı veya kabul edilmediğini söyleyen Cebeci, Kur'an hükümlerinin Kur'an'da geçtiği şekilde uygulandığı zaman toplumdaki suç sayısının azalacağını iddia etti. İslam hukukuna uymanın aynı zamanda bir ibadet olarak da kabul edilmesi gerektiğini söyleyerek, insanların bu hukuka riayet etmeleri ve aklı gereğinden fazla işe katmadan Allah'ın kesin/açık hükümlerine teslimiyet göstermeleri gerektiğini vurguladı.
Bu oturumda ikinci tebliği Kur'an'ın Aktüel Değeri başlıklı tebliğiyle Hikmet Zeyveli sundu. Zeyveli tebliğinde, ideolojilerin ilke ve prensiplerinin her coğrafyada aynı olmakla birlikte, uygulamaların çeşitli coğrafyalarda değişik şekillerde olabileceğini söyledi. İslam teori ve pratiği birlikte getirmiş ve 23 yıllık bir sürede Hz. Muhammed'in hayatında prototip olarak uygulanmıştır diyen Zeyveli, Peygamberin hayatta olduğu dönemde teori ile pratik arasında bir fark meydana gelmediğini belirtti. Zeyveli konuşmasının devamında şu görüşlere yer verdi: Abbasiler dönemnde tutucu bir zihniyet (atalar geleneği) ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu gelenek her şeyi karalamış ve her yeniliği bid'at ve dolayısıyla kötü kabul etmiştir. Bu arada Mz. Peygamber'in yaşayışı da yarı vahiy olarak kabul edilmeye başlanmış ve bu durumla 20. yüzyıla kadar gelinmiştir. Bugün teknoloji ve batının dayatmaları sonucunda İslami siyasi otorite yok edilmiş, gelenekler yıkılmış, laik değerler İslam topraklarına hakim olmuştur. Samimi müslümanlar bu zilleti Kur'an yolundan ayrılmaya bağlamışlardır.
Bugün Kur'an ve peygamberin sünneti üzerinde çeşitli tartışmalar yapılmaktadır. Bu tartışmalardan üç görüş ortaya çıkmıştır. Bunlar:
1- İslam değişebilir, laik görüşlerin kabulünde bir sakınca yoktur diyen ifrat noktasındaki görüş.
2- Asr-ı Saadetteki tüm uygulamalara karşı tamı tamına eksiksiz uyulmalıdır diyen tefrit noktasındaki görüş.
3- Hükümler zamana ve coğrafyaya göre değişebilir diyen mutedil görüş (M. Akif ve Fazlurrahman).
İlahi mesajlarda neshin sözkonusu olması, dinin kendi içinde de neshi normal karşılamamızı gerektirir. Hz. Peygamber'den sonra da toplumun ihtiyaçları ve sorunların değişmesine paralel olarak İslam ahkamının değişmesini normal karşılamalıyız.
Allah'ın hidayeti, insanın Rabbi ile ve insanın diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenlemeye yöneliktir. Bu iki unsurun iyi tanzim edilememesi/insanlar tarafından tanzimi yoluna gidilmesi insanın hezimetiyle sonuçlanmıştır. Allah'ın hidayeti insanı düşünmeyen bir varlık olarak kabul etmez. Aklı, nesli... korumak gibi hedefleri vardır.
Muamelata dair hükümler öteden beri tartışılagelmiştir. Önemli olan Allah'ın hidayeti ve buna güzelce uymaktır. Akit yok saymak ve taklit yolunu tutmak bu hidayetle uyuşmaz. Gelişen ihtiyaçlara göre İslam'ın dinamizmini korumak gerekir. Kur'an bütün zamanlar için geçerli bir hidayet rehberidir.
Bu tebliğden sonra oturum başkanı Aydın, birinci tebliğci Cebeci'nin bakış açısının klasik, ikinci tebliğci Zeyveli'nin yorumunun ise bazı çevrelerce/kimselerce revizyonist olarak nitelendirilecek mahiyette olduğunu söyledi.
Üçüncü tebliğci olarak konuşan Dr. İlhami Güler'in tebliğinin başlığı Kutsallık ve Din Metinlerinin Dogmalaştırılması idi. Güler, tebliğinde kısaca şu görüşlere yer verdi:
Bugün mezhepler (Şiilik, Sünnilik) dogma olarak karşımızdadır. Son 150-200 yıllık dönemde içtihat kapısının açılması tartışmaları yapılmaktadır. Bu olumlu bir gelişmedir.
Kutsal; temiz, yüce ve münezzeh anlamına gelir. İslam'a göre mutlak kutsal Allah'tır, Diğer unsurlar Allah'tan kaynaklanan bir kutsallığa sahiptirler. Merkezine Allah'ı koyan bu kutsallığı açık kutsallık diye nitelendirebiliriz. Bir de insandan doğan ve Allah'a doğru yükselen kapalı kutsallık vardır. Kapalı kutsallık entellektüel zaaflar içermektedir.
Dogma; insanın kendisinden kaynaklanan ve değişmez, tartışılmaz konulardır. Dogma ile taklit arasında sıkı bir ilişki vardır. Vahyi imanla dogmatik inanma arasındaki farkla, bilgi ve ilim ile kör taklitçilik arasındaki fark aynıdır. Bir inancın dogmalaşması onun gelişmesini engeller ve konsensüsün önünü tıkar.
Bu oturumdaki son tebliğci Dr. Osman Taştan İslam Hukukunda Kur'an-ı Kerim adlı tebliğinde, İslam hukukunun tarihi gelişimi hakkında bilgi vererek, hukukun gelişimi içinde İmam Şafii'nin rolüne dikkat çekti. Taştan, İmam Şafii'nin sünneti hukuki açıdan Kur'an seviyesine çıkardığını söyledi. Daha sonraki dönemlerde sahabinin sözlerinin de sünnetle birleştirilerek, dolaylı olarak vahy kapsamına alındığına dikkat çekti. Sonuçta kutsallığın Kur'an'dan, beşeri kelam olan sahabi sözlerine kadar yayıldığını söyledi.
V. Oturum: Kur'an ve İnsan
Bu oturum için önceden oturum başkanı'olarak Prof. Dr. Cahit Tunç belirlendiği halde, Tunç gelmediği için oturum başkanlığını Prof. Dr. Mehmet Aydın üstlendi. Aydın ilk olarak Prof. Dr. Süleyman Ateş'e söz verdi.
Prof. Dr. Ateş tebliğini Kur'an'da İnsan Haklan başlığıyla sundu. Ateş "hak" kelimesinin lügat anlamlarını verdikten sonra hakikat ve hak din kavramlarını açıklamaya çalıştı ve bu kavramların kullanıldığı ayetlerden örnekler verdi. Ateş, Asr Suresİ'nin kısa bir yorumunu yaparak, surede geçen asr kelimesine ilişkin yorumlardan kendisinin, asrı insanın ömrü olarak kabul eden yorumu tercih ettiğini belirtti. Kur'an'a göre her İnsanın doğuştan gelen bazı haklara sahip olduğunu belirten Ateş, yaşama hakkı, inanma hakkı, mülkiyet hakkı gibi haklar üzerinde durdu.
Süleyman Ateşten sonra kısa bir değerlendirme konuşması yapan oturum başkanı Aydın, insan hakları konusunda İslam ülkelerinde çok sayıda araştırma yapıldığını ve konferanslar düzenlendiğini söyledi. İslam ülkelerinde önemli ölçüde insan hakları ihlalleri olduğunu, diplomatların kaçırıldığını, rehin alındığını, öldürüldüğünü söyleyerek savaşla hiç ilgisi olmayan bu insanlara yapılanların utanç verici olduğunu savundu. Diğer taraftan müslümanların diğer insanlara tanıdıkları hakları kendilerinden olanlara tanımadıklarını, İslam'dan ayrılanlara ölümü layık gördüklerini söyledi.
Bu oturumda ikinci tebliğci olarak konuşan Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün tebliği Kur'an'da Allah İnsan Diyalogu konusundaydı. Fatiha Suresi'nin Allah insan diyalogu ve aynı zamanda Kur'an'ın bir özeti durumunda olduğunu belirterek bu diyalogla insana daha çok konuşma hakkı verildiğini söyledi. Bu surede önce Allah arkasından da insanın konuştuğunu ve "ben" yerine sürekli olarak "biz" zamirinin kullanıldığına dikkat çekerek böylece, bencilliğin kaldırıldığını söyledi.
Kur'an'ın kulak, akıl ve kalb merkezlerine hitap ettiğini ancak son asırlarda sadece kulak merkezinin Kur'an'dan nasiplendirildiğine değinen Öztürk, diğer iki merkezin Kur'an'dan nasiplendirilmemesinin çok ağır bir bedelle ödenmekte olduğunu söyledi.
Öztürk konuşmasında şu konulara dikkat çekti:
1- Dinin kaynağı/koyucusu Allah'tır. Peygamber Allah'ın ortağı değil, sadece elçisidir. Dine insan eli sokulmamalıdır.
2- Din akıl sahiplerine hitap der. Kur'an akıl kelimesi yerine akletmek fiilini kullanır. Bunun anlamı aklın ancak kullanılınca işe yarayacağıdır.
3- Dinin tanımında bir de hür irade söz konusudur. Din hür iradeyle seçilir, Allah'a iman ipotekten kurtarılır.
Hayat tümüyle ibadettir. Kur'an tüm varlıkların tüm faaliyetlerini ibadet olarak değerlendirir.
Duanın sözlü ve fiili iki yönü vardır, insan sözlü duadan önce elinden gelen tüm gayreti ortaya koyarak istediği şeyin gerçekleşmesi için çalışmalıdır (fiili dua). Allah'ın tohumu ürüne çevirmesi, samanı süt haline getirmesi dualara verilen cevaplardandır. Gereken çalışmayı (salih amel) yapmadan Allah'tan istekte bulunma Allah ile alay etmek anlamına gelir.
Öztürk'ün konuşmasından sonraki değerlendirme konuşmasında Mehmet Aydın, Allah insan diyalogunda iki model ortaya çıktığını, bunlardan birinin Kelamcıların, 'efendi-köle modeli' diğerinin ise tasavvufun ortaya koyduğu 'dost' modeli olduğunu söyledi. Kur'an'ın her iki modeli de içerdiğini söyleyen Aydın, bu iki modelin buluşturulması gerektiğini, ancak bunun yapılamadığını, ya tasavvufla coşulduğunu ya da kelamla kılın kırk yarıldığını söyledi.
Bu oturumdaki üçüncü tebliğci olan Doç. Dr. Hayri Kırbaşoğlu Müteşabihat konulu tebliğinde, bu konuda Al-i İmran Suresi'nin 7. ayetinin temel alındığını, bu ayetin ifadesine göre ayetlerin muhkem ve müteşabih olarak ikiye ayrıldığını söyledi. Müteşabihat konusundaki görüşleri özetleyen Kırbaşoğlu, bu kavramın açıklamasında dil açısından mümkün olmayan youmlara gidildiğini iddia etti. Kırbaşoğiu bu konudaki asıl problemin dil olduğunu, insanın anlayamayacağı şeylerin dille ifade edilmeye çalışılmasının anlamayı zorlaştırdığını söyledi. Allah'ın eli, yüzü, yakınlığı... gibi kavramların kavranamayacağını ve Allah'ın da bunları mecazi olarak kullandığını, bunun başka bir yolunun da olmadığını söyledi. Tevil kelimesinin bir şeyin nihai anlamını ortaya koymak olduğunu, Allah ile ilgili anlatımların da nihai anlamının bilinmesinin mümkün olmadığını söyledi. Kırbaşoğlu son olarak Kur'an'daki muhkem ayetlerin Kur'na'ın anasını oluşturduğu halde, alimlerimizin daha çok müteşabihlerle iştigal ettiklerini iddia etti.
Bu oturumun son tebliğcisi olarak ilan edilen Ali Bulac'ın sempozyuma katılmaması dolayısıyla tartışmacılara söz verildi. Tartışmacı olarak konuşan Ahmet Ertürk Batı'daki gelişmelerin krizlerle olduğunu, ancak bizim krizlerden korktuğumuzu söyleyerek, kendisinin de hocaları gibi kriz yaratacak şeyler söyleyeceğini iddia etti. Ertürk Kur'an'ın bir bütün olarak ele alınması gerektiğini ve indiği dönemde Rasulullah'ın bu bütünlüğü sağladığını söyledi. Kur'an'ın bugün yaşanılan değil öğrenilen bir malzeme olduğunu bunun da bütünlükten uzaklaşmamıza sebep olduğunu söyleyen Ertürk, Kur'an'ın sadece bir hutbe kitabı, anayasal veya folklorik bir metin olmadığını, bu tür değerlendirmelerin eksik/yetersiz kaldığını belirtti.
S. Ateş'in insan hakları konusunda daha çok bireyin bireyle İlgili yönü üzerinde durduğunu söyleyen Ertürk, ancak konunun bir de insanın otoritelerle ilişkileri gibi felsefi boyutunun olduğuna dikkat çekti. Burada insanların ideolojik biçimlendirilmesi ve bu bağlamda düşünce özgürlüğünün ele alınması gerektiğini belirterek, Sayın Aydın'dan müslümanlara layık görülen özgürlük kısıtlayıcı, mürtedin öldürülmesi hükmü üzerine gitmesini beklediğini söyledi.
VI. Oturum: Kur'an ve Ekoller
Oturum başkanlığını Prof. Dr. Y. N. Öztürk'ün yaptığı bu son oturumda ilk tebliğci olarak Doç. Dr. Said Şimşek Asr-ı Saadet ve Hulefa-i Raşidin Döneminde Kur'an Eğitim ve Öğretimi adlı tebliğini sundu. Tebliğinde Kur'an'ın anlaşılmadan ezberlenmek için değil, anlaşılıp uygulanmak için gönderildiğine dikkat çekti. Kur'an hakkında kuruntuları olan avam ile Kur'an'ı kendi hevasına göre yorumlayan alimlerin birbirlerinin sebeb ve sonuçları olduğunu söyleyen Şimşek, toplumun büyük çoğunluğu tarafından Kur'an'ın anlamının bilinmemesinin, Kur'an'ın tahrifi için ortamın uygunluğunu gösterdiğini belirtti. 14 yüzyıllık bir kültür birikimine sahip olduğumuzu ve bu kültür birikimini Kur'an süzgecinden geçirerek tekrar ortaya koymamız gerektiğini söyleyen Şimşek, var olan kültürün Kur'an'a aykırı olmak pahasına dayatılamayacağını belirtti.
Oturum başkanı Öztürk yaptığı değerlendirme konuşmasında Kur'an'ı sadece sevap kazanmak için okuyan ve anlamadan okumayı dindarlık haline getirenler olduğunu söyleyerek, bazı kavramların ruhunun katledildiğini, ruhunu yitiren kavramların da artık olup olmamasının bir şey ifade etmediğini belirtti. Dini oluşumların, oluşum sürecinde dinin ana kaynağı tarafından denetlenemeyince tevhid pazarında şirk satılacağını söyledi. Kur'an vahyi üzerinde tefekkür yerine, mezheb imamlarının görüşleri üzerinde tefekkür edilmeye başlandığını ve mezheblerin din haline geldiğini iddia etti.
Bu oturumun ikinci tebliğcisi Prof. Dr. Hüseyin Atay Kur'an'ın İnanç İlkeleri başlıklı bir tebliğ sundu. Atay konuşmasında Osmanlı'nın çöküşü sırasında herkesin Kur'an'a dönelim dediğini, ancak Kur'an yerine fıkıh kitaplarına gidildiğini oysa yapılması gerekenin gerçekten Kur'an'a gitmek olduğunu belirtti. Atay Kur'an'ın imana değil ilme güvenmeyi telkin ettiğini, imanın değil ilmin ölçü olduğunu, çünkü imanın yanlışları düzeltemeyeceğini, yanlışları ilmin düzelteceğini iddia ederek, ilmin objektif olduğunu ve Kur'an-ı Kerim'in de imanı ilme dayandırdığını söyledi.
Atay Kur'an-ı Kerim'e göre iman esaslarının beş olduğunu, Kur'an incelenince bunun açıkça görülebileceğini belirtti.
Son oturumun son tebliğcisi olarak konuşan Doç. Dr. Hasan Onat Mezhepler ve Kur'an-ı Kerim başlıklı tebliğinde, sosyal değişim olgusunun mezheplerin temel sebebi olduğunu söyledi. Sosyal değişme olgusunun dini anlamada farklılaşmalar sorununu ortaya çıkardığını söyledi. Farklılaşmaların kurumlaşma noktasına gelince atalar dininin ortaya çıkacağını ve geçmişin hali belirlemeye başlayacağını belirtti. Onat, mezheplerin kurallarını koyduktan sonra Kur'an'a dönerek koydukları ilkeleri Kur'an'dan temellendirmeye çalıştıklarını söyledi.