Şehadet Adanmışlığın ve Fedakârlığın Zirvesidir!
Kur’an-ı Kerim “şehadet” kavramını Resul’ün temel vasfı ve aynı zamanda müminlerin de asli vazifesi olarak tanımlar. Bakara Suresinin 143. ayetinde “Böylece, sizler insanlara şahitler olasınız ve Peygamber de size bir şahit olsun diye sizi vasat bir ümmet yaptık...” (ve kezalike cealnaküm ümmeten veseta li tekunu şuheda alen nas ve yekuner rasulü aleyküm şehida…) buyrulmaktadır.
Yine Hacc Suresi 78. ayette “…O (Allah) bundan daha önce de bunda (Kur’an’da) da sizi ‘Müslümanlar’ olarak isimlendirdi; Resul sizin üzerinize şahit olsun, siz de insanlar üzerine şahitler olasınız diye…” (huve semmakumul muslimine min kablu ve fi haza liyekuner resulu şehiden aleykum ve tekunu şuheda alennasi) ifadesinde de aynı hatırlatmayı, vurguyu görmekteyiz.
Yani ortak kökten gelen ve aynı anlamı ifade eden şahitlik ve şehadet kavramının Müslümanların hayatları boyunca ifa etmekle yükümlü oldukları temel uğraşları olduğu açıktır. Özetle, iman iddiasındaysak eğer, şahitlikle yükümlüyüz!
Peki, neye şahitlik edeceğiz? Elbette vahye, ilahi hakikatlere, mesaja şahitlik edeceğiz. Rabbimizin inayetiyle, merhametiyle lütfettiği hidayet nimetinin en yakınlarımızdan başlayarak tüm yeryüzüne taşınması çabası içinde olacağız.
Bu nasıl yapılacak? Öncelikle sahih bir akideye sahip olarak ve elbette ilkeli, omurgalı bir kimliğin ve fedakâr bir iman topluluğunun inşasıyla. Yani şahitlik topluca yerine getirilebilecek bir vazifedir ve hayatın her anında müminler topluluğu ile birlikte olmayı zorunlu kılar. Mümin olmak, salih bir kişilik sahibi olmak da zaten ancak böyle mümkündür. Ve bu yönüyle salih olmak da yetmez, ıslah edicilerden (muslihun) olmak lazımdır ve bu da yetmez mutlaka salihlerle birlikte, bir arada olmak gerekir.
Yönelimimiz buna olmalı; yoksa inşa etmek, varsa daha güçlendirmek için çaba sarf etmeliyiz. Bir ümmet bilinciyle Müslümanlarla birlikteliğimizi önemsemeli, cemaat aidiyetimizi şahsi çıkarlarımızın, hesaplarımızın, özlemlerimizin önüne koymalıyız.
Ne zamana kadar? Ta ki son nefesimizi verene, Rabbimizin Âl-i İmran Suresinin 102. ayetinde buyurduğu şekliyle “…ve ancak Müslüman olarak can verin.” (ve la temutunne illa ve entum muslimun) emrinin yerine getirilmesine kadar!
Şehadet kavramı çeşitli hususiyetler yanında fedakârlık vasfını ve bilincini içerir ve öne çıkartır. Şüphesiz insanların dünyaya yapıştıkları, bireysel haz ve kazanımların peşinde hayatlarını tükettikleri bir vasatta en değerli kabul edilenden vazgeçebilmek kolay değildir. Samimiyet gerektirir; ihlas, ciddiyet, adanmışlık ve fedakârlık gerektirir; en temelde bilinci lüzumlu kılar.
Dönüp baktığımızda bugün sahip olduklarımızın pek çoğunda şehadeti kendileri için yol edinmiş öncülerin rehberliklerinin, aziz miraslarının etkilerini, katkılarını görmekteyiz. İskilipli Atıf Hoca’dan Şeyh Said’e; Seyyid Kutub’dan Abdullah Azzam’a, Abdulkadir Salih’ten Abdulkadir Molla’ya gerek yaşadığımız ülkede, gerek tüm coğrafyamızda Allah için canlarını vererek fedakârlığın zirvesine ulaşan sayısız şehidimizin yol göstericiliğinde süregelen bir yürüyüştür İslami hareket.
Şehadet, adanmışlığın, Allah için olma bilincinin en somut tezahürüdür. Her türlü hesabın netleştiği, sonuçlandığı, bir anlamda hesapsızlığın, hasbiliğin yalın biçimde sergilendiği zemindir.
En’am Suresinde şöyle buyruluyor: “De ki, benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbi Allah içindir!” İşte çok kuşatıcı, kapsayıcı, insanın kendi özüne ve dünyaya bakışını, perspektifini netleştirici bir formül! Bu bilinci kuşanmak, onu hayatımıza, ilişkilerimize ve de özlemlerimize rehber kılmak zorundayız.
Ancak bu bilinçle yaşayan insanlar şahitlik misyonunu, görevini, sorumluluğunu layıkıyla yerine getirebilirler. Rabbimiz “Sizleri korku ile açlıkla, mallardan, canlardan, ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz.” diye hatırlatıp ve devamında “sabredenleri müjdele” buyuruyor.
Acaba bu imtihanlara hazır mıyız? Bünyemiz, çevremiz, zihnimiz, kalbimiz bu tarz bedeller ödemeye hazır mı? Bunun eğitimini yaptık mı? Kendimizi ve ailemizi, çevremizi buna hazırladık mı?
Hiç kuşkusuz şehadet anlık bir olay değil, bir süreçtir! Bir hayat tarzıdır!
Şehadet ve şehitlik asla hayattan, mücadeleden soyutlanmış bir kavram olarak görülmemelidir, görülemez. Bu ancak hayatında şahitlik bilinci ile hareket edenlerin en son kanlarıyla taçlandırdıkları bir haldir. Bu itibarla bir arka plana dayanmakta olup, kuşatıcı ve dönüştürücü bir perspektife sahiptir. Layık olanlar buna bir istikrar ve tutarlılık içinde sürdürdükleri çabaların neticesinde ulaşırlar, yoksa bazılarının zannettiği gibi anlık bir tevafuk, bir şans eseri elde edilebilir bir sıfat, bir paye değildir.
Ve maalesef şehadet alabildiğine istismar edilen bir kavramdır aynı zamanda! Açıkça Allah’ın dinine, şeriatına savaş açmış Kemalistinden Baasçısına her türlü despotların, Karzai’sinden Sisi’sine tüm işbirlikçilerin istismarda sınır tanımadığı bir kavramımızdır!
Bakıyorsunuz Felluce’yi, Ramadi’yi, Anbar’ı yakan, yağmalayan Amerikan işbirlikçileri ölünce şehit ilan ediliyorlar. Beşşar’ın tecavüzcü katilleri bile mücahitlerin elleriyle gebertildiklerinde gayet pişkince şehit ilan edilebiliyor, üstelik de “saygın” âlimlerce cenaze namazları kıldırılabiliyor. Bu nasıl bir âlimlik, nasıl bir ilimse artık!
Bu çarpıtma, kavramsal tahrif ve saptırma tutumu karşısında Müslümanlar olarak mutlaka duyarlı olmak ve zalimlerin inhiraf çabalarına karşı değerlerimizi, kavramlarımızı, kimliğimizi temiz tutma, arındırma gayretini göstermek durumundayız.
Öte yandan zalimler tarafından saptırılan, içeriğinden, özünden boşaltılan, istismar edilen şehadet kavramının Müslümanlar tarafından algılanmasına yönelik olarak da bir zaaf olduğu görülmelidir. Şöyle ki, çerçevesinden soyutlanmış, Kur’ani bütünlüğünden kopartılmış ve adeta platonik bir zemine taşınarak, tamamen duygusal bir çerçeveye hapsedilmiş bir şehadet kavramının Müslümanların anlayışında da bir karşılık bulduğunu görüyoruz.
Kulluk bilincini ve bu bilincin yansıması olan tebliğ, davet sorumluluğunu, emri bil maruf ve nehyi anil münker görevini, kısacası İslami mücadeleyi sadece cepheye hasreden bir anlayışın neticesi olarak şahitlik vazifesini son noktaya, ölüme irca eden bir anlayış Müslümanlar arasında bir hayli yaygın.
Oysa küfürle, zulümle, tuğyanla sadece fiilî kıtal ile karşı karşıya olunan ortamlarla sınırlı değil, mücadele alanımız. Cephe her yerde. Hayatımızı mümin gibi yaşama irademizi kuşandığımız her ortam cephe aynı zamanda. Ve küfür ve şirk güçleri ellerinde silahlar ölüm kusan zalimlerden ibaret değil.
Hayatımızı kuşatmaya, zihnimizi, kalbimizi dönüştürmeye çalışan egemen cahilî otoritenin yansımaları ile her yerde yüz yüzeyiz. Okulda, sokakta, evde, televizyon karşısında! Kurumsallaşmış cahiliye toplumsal alanın tümünde kimi zaman baskı ve dayatma araçlarıyla, kimi zamansa çok daha sinsice, mahirce karşımıza çıkabiliyor. Ve biz tüm bu dayatmalara karşı ilkeli, ısrarlı bir mücadele hattı örmek zorundayız. Ancak bunu yaparsak şahitlik sorumluluğunu üstlenmiş olabiliriz.
Ve bilmeliyiz ki, ancak bu geniş perspektiften bakabilirsek, şahitlik vazifesini ifayı bütüncül bir çerçeveye oturtabilirsek vakti geldiğinde canlarımızdan vazgeçebilmeyi göze alabilir, dünya sevgisinin bağlarını koparıp, fedakârlığın zirvesine ererek her şeyimizi Rabbimize sunabiliriz.
Bu yüzden şehadet, şahitlik hayatın bütününde ve her ortamda müminler için bir hayat tarzı olarak algılanması ve üstlenilmesi gereken bir vasıf olarak görülmeli. Hayatı bir şehit, bir şahit olarak yaşamalıyız. Ancak hayatı bir şahit, bir şehit olarak yaşadığımızda, o bilinçle hareket ettiğimizde, yeri geldiğinde günü dolduğunda canımızdan vazgeçmeyi göze alabiliriz. Ancak bu bütünlük içinde bir mücadele kavrayışı ve pratiği içinde olursak son noktayı koyup canımızı verdiğimizde İslam’ın şehidi vasfını kazanabiliriz.
Rabbimiz bizleri vahyin en sahih şahidi, biricik rehberimiz ve öğretmenimiz Resul aleyhisselamın örnekliğinde yürüyen, her türlü zulme ve ifsada karşı hakkın dinine layıkıyla şahitlik görevini üstlenen salihlerden, sıddıklardan, şehitlerden kılsın!
- Suriye Aynasında İnsanlık
- 28 Şubat Hukuksuzluk Sürecinde Mağdur ve Mahkûm Edilmiş Müslüman Tutsaklara Özgürlük!
- 28 Mağdurları İçin Adalet!
- 28 Şubat Darbe Süreci Davaları
- İç Güvenlik Paketi: Yanlışı Doğrusuna Galebe Çalan Bir Tasarı
- Kur Hareketleri ve Ekonomik Sistemin İşleyişi Üzerine Bazı Değiniler
- Anti Amerikancılıktan İşbirlikçiliğe İran Dış Politikası
- Suriye’de Rejiminin Ekmek Sorunu
- Hayat Kitabı Olarak Kur’an’ın Çağrısındaki Bütünlük
- Şehadet Adanmışlığın ve Fedakârlığın Zirvesidir!
- Birey-Cemaat İlişkisi ve İslami Şahsiyet
- Kapitalist İşleyiş Karşısında Tutum ve Üretim-Tüketim İlişkileri
- Keşşaf Tefsiri’nin Çevirisinden Örnekler
- Ruh Bedeli
- Kitaplık
- Bağ