Seçimin Ardından
Laik-Batıcı sistemin tıkanan kanallarının açılmasına, dökülen makyajının tazelenmesine yönelik olarak yapılan 20 Ekim Erken Genel Seçimi geride kalırken yazımıza, önce seçimin bir yıl erkene alınmasının sebepleri üzerinde kısaca durarak girelim.
Amerika'nın Irak'a karşı başlattığı Körfez Savaşı'nda kraldan fazla kralcı kesilerek, bir koyup beş alma hayalleri kuran Özal'ın ve ANAP iktidarının bu beklentileri tam bir fiyaskoyla neticelenince, Körfez Savaşı'nda Amerika'nın yânında aktif tavır alışımızı ülkenin siyasi ve ekonomik menfaatleri(!) açısından çok gerekli ve yerinde bir tavır olarak gösterenler efendilerinin kendilerini yüzüstü bırakmalarıyla büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Bu siyasi başarısızlık zaten var olan ekonomik başarısızlığı daha da artırdı. % 20 oy desteğiyle ülkeyi istedikleri gibi yönetenlerin hanedan görüntüleri de tabloya eklenince tam bir çıkmaz sergilendi. Bütün bunları aşabilmenin yolu, halkın çoğunluğunun onayını almış yeni bir hükümet olarak kendisini dayattı.
Bugün bir çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de demokrasi oyunu oynanmaktadır. Seçimler gerçekten halkın kendi kendisini yönettiği sanısını onlar üzerinde oluşturabilmek için belirli aralıklarda yapılan bir aldatmacadan ibaretken, dünkü firavun sihirbazlarının fonksiyonunu icra eden, başta TV olmak üzere bir çok basın-yayın aracıyla olay çarpıtılmakta, kitleler hipnotize edilmektedir. Bu durumda parlamento -çok az istisnalar dışında milletin vekilleri yerine müstekbirlerin, Karunların, vekillerinin ülkeyi yönettiği bir yer olarak karşımıza çıkmaktadır.
20 Ekim seçimleri öncesi milletin vekaletine ve iktidara soyunanların, Dünya Bankası ve IMF gibi emperyalist müstekbirlerin Türkiye'deki şubesi konumunda bulunan TÜSİ D önünde sınavdan geçirilmeleri, Türkiye'deki iktidarların ve parlamentonun fonksiyonuna, iktidarın perde arkasındaki gerçek sahiplerine ilişkin kuşkuları bulunanlar için önemli ipuçları vermektedir.
Kısacası yapılan 20 Ekim Genel Seçimi, bozuk sistemin mevcut iktidarlarla söz konusu sorunların üstesinden gelemeyeceği ile alakalı olup, sistemin işleyişinden yararlar uman bir avuç müstekbirin dayatmasıyla gündeme gelmiştir. .
Seçim sonucunda ortaya çıkan tablo, iktidarın gerçek sahiplerinin beklentilerini tam anlamıyla karşılayamamış, TÜSİAD önünde en başarılı bulunan ANAP ikinci parti olurken, TÜSİAD'dan icazet almış olan DYP de tek başına iktidar olacak sayıya ulaşamamıştır. Bu durum ise şimdiden yeni bir genel seçim söylentilerini gündeme getirmiştir.
20 Ekim seçimlerini bu vakte kadar yapılan seçimlerden farklı kılan bir çok husus vardır. Bunlardan birisi reklam ve imajın bu seçimlerde çok etkin ve ağırlıklı olarak kullanılmasıdır. Dışa açılmanın ve çağ atlamanın çığırtkanlığını yapan ANAP bu konuda da "farkını ortaya koyarak seçim kampanyasını yürütmesi için Fransız reklamcı Seguela ile anlaştı. Diğer partiler ise seçim kampanyalarını yürütebilmek için yerliler ile iktifa ettiler.
Şüphesiz seçim kampanyalarında ağırlıklı olarak ön plana çıkan reklam ve imaj, son on yılda toplumsal değişimin yönü üzerinde de bize çok önemli ipuçları vermiş olmalı, insanımızı son on yılda iyice saran Star'lı, 6 kanallı TV'nin, liberalizmin, işbitiriciliğin, bireyciliğin, düşünmeyi yorucu ve gereksiz bulup seyretmeyi tercih eden markacı, rambocu kültürün siyasi parti kampanyalarına yansıması da reklam ve imaj yarışı şeklinde oldu. Tamamen dış görüntü, şekil vesaire üzerine kurulu olan bu söz konusu "rambo kültürü" ANAP'ın büyük şehirlerdeki başarısını izah etmekte kullanacağımız önemli faktörlerden biri olarak dikkat çekmektedir. Giderek insanımızı ahtapot kolları gibi saran bu olumsuzluğun önünü alabilmekse öncelikle biz müslümanların sorumluluğudur. Bu da gündemimizi boğan, ufkumuzu daraltan sudan konulardan ricat etmekle mümkündür.
Seçimlere ilişkin değinmeden geçemeyeceğimiz bir başka husus da artık kamuoyu aldatmak, yönlendirmek için yapıldığı iyice belli olan kamuoyu araştırma kuruluşlarının tahminleri ile ilgilidir. Her seçim öncesi olduğu gibi 20 Ekim seçimi öncesinde de sözkonusu kuruluşlar, kamuoyunu kendi istedikleri yönde yönlendirebilmek için ellerinden geleni yaptılar. Öyle ki, bu bilimsel (!) kuruluşların sevmediği partiler (RP gibi) anketlerde çok küçük yüzdelerle gösterilirken, anketi yapan kuruluşların taraf oldukları partilerse her zaman olduğu gibi açık bir şekilde kayrılıyorlardı.
20 Ekim seçim sonuçları, Türkiye'de Sosyal Demokrat solun iyice tıkandığının da işaretini vermesi açısından ilginçti. Yaklaşık 70 yıldır halka rağmen halkçılık yapan, islam'a saldırıyı hiç bir zaman kazaya bırakmayan altı oklarından ellerinde kala kala bir laiklik kalan tek parti dönemi ideolojisinin artıkları hayal bile edemedikleri büyük bir yenilgiye uğradılar.
20 Ekim seçimi bir çok yönüyle olduğu gibi partilerin vaatleriyle de ilginç bir görünüm arzetti. Lotaryacılık kültürünün parti liderlerinin vaatlerine de yansıdığı çok açık olarak görüldü. Yerine getirilmesi imkansız, inandırıcılıktan uzak vaatler kapitalist müşrik sistemin çürümüşlüğünün, tıkanıklığının da bir ifadesiydi. 20 Ekim seçimlerindeki farklı görüntülerden biri de baraj engeline takılmamak için kurulan ittifaklardı. DYP, DMP ile, SHP, HEP ile, RP, MÇP ve IDP ile ittifaka gittiler. DYP, DMP ittifakıyla son bir kaç yılda giriştiği daha liberal, daha batıcı olma gayretlerini devam ettirirken iktidar olabilmek için de belirli yerlere mesajlar gönderiyordu. SHP ise HEP ile ittifakında Güneydoğudaki oyları hesaba katıyordu.
Sonuncu ve bizi bir çok yönden daha çok ilgilendiren ise RP ittifakıydı. Öncelikle ittifak, RP açısından barajı aşamama tehlikesinden ziyade daha çok milletvekili hesapları adına yapıldı. Bu yaklaşım ilk etapta doğru ve haklı gibi görünse de uzun vadede getireceği olumsuzlukların iyi hesap edilememiş olması yüzünden, faydadan çok zarar getireceğe benzer. Her şeyden önce, öyle ya da böyle, islamcı bir misyon partisi görünümündeki RP'ni bekleyen en büyük tehlike sağcılaşmak, muhafazakarlaşmaktır. Zaten ittifakın oluşumunda büyük emeği geçen ya da ittifaka taraf olan Aydınlar Ocağı gibi kuruluşların, Zaman ve Türkiye gibi muhafazakar-sağcı gazetelerin arzusu da bu yöndedir.
Sözkonusu ittifak ırkçılığın palazlanmasında da önemli rol oynamıştır. RP, her geçen gün eriyen ya da islam! harekete doğru kayan MÇP kitlesine yapılan meclis aşısının sorumluluğu gibi ağır bir yükün altına da girmiştir. Bugün özellikle, dağılan Sovyetler'den ayrılan müslüman Türk devletlerinin, islamı devlet olmalarını engellemek için yapılan ırkçılık, Türkçülük çığırtkanlıklarında "meclisteki" MÇP'ye çok önemli görevler düşecektir)
RP ittifakının müslümanlar açısından an olumsuz sonuçları ise Güney Doğu ile ilgilidir. Bu bölgede müslümanların ırkçılık karşıtı ümmetçi politikaları MÇP gibi Türk ırkçısı bir parti ile yapılan ittifak sonucunda ağır bir darbe yemiştir. Daha fazla milletvekili çıkarmak gibi pragmatik yaklaşımlar sonucunda oluşturulan ittifak, şimdiden bölgede PKK'nın ekmeğine yağ sürmüştür. Bölgedeki müslümanlar da en azından küstürülmüş, incitilmiştir. Bundan böyle bölgede zaten hassas bir konumda bulunan müslümanları daha güç şartlar beklemektedir. Şovenist Kürtler'in müslüman Kürtler'e sözlü ve fiilî saldırılarının zemini RP-MÇP ittifakıyla güçlenmiştir. Yapılan yanlışı gidermenin sorumluluğu, yanlışı yapanlarla sınırlı olmayıp bütün müslümanların üzerine düşmektedir. Zaten görünen ve acı olan da odur ki, yanlışı icra edenler -en azından şu ana kadar-bunun kritiğini bile yapmayı düşünmemişlerdir, ittifakın bütün illerde ve bölgelerde az veya çok oy artırımı olurken Güneydoğu'da hatırı sayılır oranda oy kaybına uğramış olması önemlidir.
Aşağıda sunduğumuz tablo RP ittifakının 20 Ekim'de oy kaybına uğradığı illeri gösterirken bir çok şeyin de habercisi gibidir.
İller RP'nin 1989'daki oy yüzdesi RP'nin 1989'daki oy yüzdesi
Diyarbakır-1 18,7 13,3
Diyarbakır-2 21,0 13,4
Mardin 14,9 8,7
Muş 27,7 24,3
Siirt 21,4 20,5
Şanlıurfa-2 10,4 9,9
Van 22,7 22,5
Batman 22,7 15,3
Şırnak 27,7 2,5
HEP'le birleşen SHP'nin, bir iki il hariç bütün illerde oy kaybına uğrarken sadece Güneydoğu'da "oy patlaması" yapması da RP ittifakından kayan oyların yönünü işaret etmektedir.
Hülasa bütün bu olup bitenler ümmetçi düşünüşün farziyetine inanan biz müslümanlar için öncelikle görülmesi ve gereğinin yapılması açısından önemlidir. RP içinde de konunun hassasiyetini görerek Erbakan ve yakın çevresinin pragmatizmini sorgulayacak kardeşlerimizin çıkması arzumuz dur.
Yine 20 Ekim Genel Seçimleri, ittifakı destekleyecekleri söylenen geleneksel camianın önderlerinden bazılarının, ANAP ve DYP'yi destekleyerek sağcılık, statükoculuk takıntılarının nüksetmesi açısından da önemli görülmelidir.
Seçim sonucunda ortaya çıkan koalisyon ihtimalleri arasında, başta ABD ve Batılı ülkeler ile onların Türkiye'deki şubelerinde çalışan yerli işbirlikçilerin koalisyon ihtimalleri arasında bulunan RP'ye ilişkin olarak söyledikleri; "Cesedimiz çiğnenmeden RP ile koalisyonu kabul etmeyiz, HEP'li SHP ile koalisyon olabilir ama RP ile asla olmaz." türünden sözleri batıcı kafirlerin İslam düşmanlığının hangi boyutlarda olduğunu ve bu düşmanlığın nerelerden desteklendiğini gösteriyordu.
20 Ekim Genel Seçimine ilişkin yaptığımız bu değerlendirmelerden sonra, şimdi de -bizim de katıldığımız- partili mücadelenin en azından şimdilik zamanının ve zeminini oluşmadığı ya da metod olarak doğru olmadığı gibi düşünceleri bulunan müslümanların olaya yaklaşımları üzerinde kısaca duralım.
Seçim öncesi yapılan tartışmalarda kanaatimizce ortaya çıkan en önemli ve olumlu yaklaşım, RP kitlesinin bizim kitlemiz, kardeşlerimiz olduğu hassasiyetiydi. ABD'ye karşı sırf Allah rızası için Irak halkının yanında yer alanların, Türkiye'de laik-batıcı, kafir güçlere karşı durmaya çalışan Refah Parti'lileri -yanlışları olsa da- dışlamaları düşünülemezdi.
Biz biliyoruz ki parlamenter mücadele biçimi hiç bir zaman asıl mücadele biçiminin kendisi olamaz. Cezayir, Mısır ve hatta Şili bunun en bariz örneğidir.
Bununla birlikte bu yolu benimseyenlerle aramızdaki bağları koparmak ve sırf bundan ötürü tekfir etmek de Kur'an'ı rehber edinenler için büyük bir yanlıştır. Kur'an Ehl-i Kitab'ı bile diğer inanıştaki insanlardan daha farklı, daha olumlu görürken bizim de, bizimle birlikte aynı kitaba, aynı peygambere inananlara yaklaşımımız, Asr Suresi çerçevesinde; "birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etme" şeklinde olmak zorundadır.