1. YAZARLAR

  2. Walden Bello

  3. Savaş Karşıtı Hareket Yol Ayrımında

Savaş Karşıtı Hareket Yol Ayrımında

Nisan 2005A+A-

Bangkok merkezli "Focus on the Global South" adlı insan hakları örgütünün başkanı ve aynı zamanda Filipinler Üniversitesi'nde Sosyoloji ve Kamu Yönetimi Profesörü olan Walden Bello'nun 17 Aralık 2004'te Haydarabad, Hindistan'da yapılan savaş karşıtı konferansta yaptığı konuşma.

Tarihi önemi haiz bu toplantıda iki önemli gelişmeyle karşı karşıyayız: Bunlar Bush'un ABD'de seçim zaferi ve Irak'taki ulusal kurtuluş savaşının gelişmesidir.

Önce Bush'un zaferi hakkında bir şeyler söylemek istiyorum.

Özellikle Ohio eyaleti başta olmak üzere, oy sayımlarında hile yapıldığı iddiaları halen sürmekte fakat Demokrat Parti de dahil Amerikalıların çoğu Bush'un John Kerry karşısında 3.5 milyon bir farkla yeniden başkan seçildiğini kabullenmiş durumda.

Hegemonik Blok

İşin kötüsü şu ki, Cumhuriyetçilerin zaferi öyle tartışmalı falan değil, nettir. 2004 seçimleri Amerikan politikasının merkezinin merkez sağda değil, aşırı sağa kaymış olduğunu göstermiştir. Bu da 1980'lerde Ronald Reagan tarafından başlatılan sürecin yeni bir evresi demektir. Ülkenin bölündüğü gerçeği açıklık kazanmıştır. Açıkça kendi tabanına kuşatıcı bir vizyon sunan, seçim zemininin her karesinde, sivil toplum ve medya alanında iktidarı kazanmak için bir strateji oluşturan ve uygulayan da Cumhuriyetçi sağ olmuştur. Liberaller ve ilericilerin başarısızlıklarına karşın, radikal sağ basit bir vizyon altında tabanını teşkil eden farklı kesimleri birleştirebilmiştir ki, bunları daha çok güney ve güneybatı eyaletleri, beyaz erkeklerin büyük çoğunluğu, neo-liberal ekonomik programdan yararlanan orta ve üst sınıflar, şirketler ve Hıristiyan köktendinciler olarak sıralayabiliriz. Bu vizyon şöyle bir tablo çiziyor: Ülke içeride hükümete sızmış liberaller, ahlak yoksunu eşcinseller, lezbiyenler, illegal göçmenler ittifakı; dışarıda ise nefret dolu üçüncü dünya halkları ve Amerika'nın başarısını ve gücünü kıskanan işe yaramaz Avrupalılarca kuşatılmış durumda!

Gerçekten de iki Amerika var, bunlardan biri kendi içinde dağınık ve organize olamamış iken, diğeri ise sadece üstün bir strateji ve organizasyonun sağlayabileceği güven ve kibre sahip. Radikal sağ, bir anlamda İtalyan düşünür Antonio Gramsci'nin hegemonik blok  olarak adlandırdığı yapıyı inşa ediyor. Bu şekilde 1950'li yıllara ait, sadece saf Hıristiyanlardan oluşan küçük Amerikan kasabası vizyonu canlandırılıyor. Üstelik bu hegemonik blok saltanatını daha 25 sene boyunca sürdürmeyi planlıyor. 

Amerika'da demokrasinin de, iktisadi, bireysel ve azınlık haklarının da geleceği pek iç açıcı görünmüyor; bunların düzelmesi ancak ikinci bir şok terapisi (ilki Reagan'ın 1980'deki zaferiydi) ile gerçekleşebilir. Öyle ki sürekli ilerleyen Amerika eninde sonunda olayların gidişini bütünüyle değiştirmek için ne gerekiyorsa onunla karşı karşıya gelecektir: Hiçbir alanı boş bırakmayan ve mazeret ardına sığınmayan bir yaklaşımla ideolojik ve örgütlü hegemonya için çok yönlü bir savaş.

Irak'ta Liberal Çöküş

Yakın gelecek çok da iyi görünmemekle birlikte umutsuzluğa da gerek yok. Örneğin, 21 Kasım'da Georgia'daki Fort Benning'te yaklaşık yirmi bin eylemci yakınlarda adı "Güvenlik İşbirliği için Batı Hemisphere Enstitüsü" olarak değiştirilen kurumun kapatılmasını istiyorlardı. Sivil itaatsizlik suçlamasıyla 20 eylemcinin tutuklandığı eylemde insan hakları ihlallerinde uzman yetiştirmek üzere askeri eğitim veren bu okula yönelik olarak sanatçılar ve konuşmacılar eleştirilerde bulundular.

İlericilerin mücadeleye devam etmesine karşın, liberaller Bush'un seçim zaferinin arkasından çözülmeye başladılar. Hatta, bir Amerikan deniz piyadesinin yaralı ve savunmasız bir Iraklı tutsağı vurduğunu gösteren şok görüntüleri bütün dünyada televizyon ekranlarına yansırken, New York Times 21 Kasım Pazar günü baş sayfasındaki bir hikayede deniz piyadelerini Felluce'yi "bin bir yüzlü Iraklı isyancıların ellerinden kurtaran kahramanlar" şeklinde anlatmaktaydı. Dexter Filkins şunları söylüyor: "Felluce'de, genç askerler bir kent savaşının dehşetini yaşadı." Bir deniz piyadesi yurtlarını işgalci kuvvetlere kaşı korumaya çalışan bir savaşçı tarafından öldürüldüğünde, Filkins büyük bir saygıyla, arkada bir yoldaş bırakmama emrinin grubu nasıl kurtardığını ve şekillendirdiğini anlatıyor. "Deniz piyadeleri, birbiri ardınca, minarelere karanlığa ve ateşe doğru hızla ilerliyorlar ve oradan da yıldızlara ulaşıyorlar."

Sadece isimleri değiştirin. Göreceksiniz ki, yaşanan olay 1943'de, Guadalcanal'da yaşananla gayet kolay özdeşleştirilebilir. Bu tarz gazetecilik Edward Said'in "oryantalist yazma" olarak adlandırdığı şeye benziyor. Yerler, olaylar, insanlar değişebilir ama kategoriler baki kalıyor, değişmiyor: Deniz piyadeleri karaya çıkıyor, ağır direnişle karşı karşıya kalıyor, yol arkadaşları için kendilerini feda ediyor ve sonunda başarıyorlar ve ölen kahramanlar şerefine Semper Fidelis çalınıyor ve onlar ölümlerinden sonra şeref madalyası ile ödüllendiriliyorlar.

Bu Şekilde Bir Edebiyatla Propagandaya Ne Hacet?

Lakin Filkins yalnız değil. Times'in dış politika köşe yazarı Thomas Friedman da kendisinin onlardan biri olduğunu göstermeye, daha doğrusu kendi entelektüel kabiliyeti ve ahlaki rehberliğinin yerine boş sözleri koymaya çok istekli. "Irak'tan kartpostallar" başlıklı bir köşe yazısında, Friedman şöyle yazmış: "Okuyucular bana sürekli, Irak'taki yenilgiyi ne zaman kabul edeceğimi soruyorlar. Ben Amerikan ordusu ve cephedeki deniz piyadelerinden gelen bilgilerle hareket ediyorum. Onlar Irak'ın yok olduğunu görüyorlar. Konuştuklarınızın bir çoğu sinik olmayan insanlar—bu yüzden de, işe yarayacağından emin olmadıkları halde, iyiyi ve doğruyu yaptıklarına ikna olmuşlar. Bu insanların bir çoğu bizlere artık Sadr kentinin kanalizasyonu veya bir mahalle okulunda demokrasi öğretmek için dışarı çıkıp hayatlarını riske atmak istemediklerini söylediklerinde işte o zaman iğneyi batırabilirsiniz. Ancak şu ana kadar bu pozisyonda değiliz. Askerlerimiz hala oldukça pozitif durumdalar. Bu yüzden Tanrı'ya içtiğimiz suyumuzda bulunanlar için şükredelim, belki bunların bir gün Irak'ı da temizlemesi için umut edelim ve bu delikanlılara dikkat edelim. Onlar bize  ne zaman gitmemiz ya da kalmamız gerektiğini söyleyeceklerdir."

Times'ın yazı işleri herhalde gazetecilik ahlakını bitirme yolunda Filkins ve Friedman'ı yarıştırmayı amaçlıyor olmalı. Başkanlığa aday olan ve yenilen John Kerry gibi, Times da Irak'ı işgal etmenin ABD açısından doğru olduğunu düşünmüyor. Ancak bu mantığın kaçınılmaz sonucunu takip etmek yerine, ki bu Amerikan birliklerinin geri çekilmesini talep etmeyi gerektirir, Times, aynen Kerry gibi, Irak'taki asker sayısının artırılmasından dem vuruyor. 22 Kasım tarihli başyazıda Times Irak'a 20 bin ile 40 bin arasında ilave asker gönderilmesi çağrısında bulunmuştur. Düzenli orduda önemli ve sürekli bir artış gerektirecek olan bu talep zorunlu askerlik gerektirir. Times, "Felluce'yi korumak ve isyancıları yerlerinden sökmek" gerekçesiyle bu talebi dillendirirken hiç de sıkılmışa benzemiyor. Oysa burada isyancılar doğru yerdeler, sadece bir işgali sona erdirmek için savaşıyorlar. Times da önceleri bu işgali, Bush tarafından yanlış bahanelerle açılmış haksız bir savaş olmasından dolayı kınıyordu. Kerry ve Times siyasi ve ahlaki açıdan tutarsızlık içindeler oysa Bush ise ahlaki ve siyasi açıdan gayet tutarlı ve açık.  

40.000'den fazla ilave asker talebiyle Times, sadece ahlaki tutarsızlık sergilemiyor aynı zamanda, çarpıcı biçimde hayalci görünüyor. Ulusal kurtuluş hareketinin, her ne kadar merkezileşmemiş olsa da, ülke genelinde yaklaşık 55 kent ve topluluğu ABD askerleri için girilmez bölge haline getirdiği konuşuluyor. Savaşın başlangıcında, ordu sekreteri General Eric Shinseki Irak'ı işgal etmek ve denetim altında tutmak için en az 200 bin askere ihtiyaç olduğunu söylüyordu. Bugün ise, kazanmak bir yana sadece büyüyen bir gerilla hareketi ile mücadele etmek için dahi en az 500 bin asker gerekli. Bu da zorunlu askerlik olmadan imkansızdır.

Times'ın stratejisi para savurmaktan başka bir şey değil. Milli çıkar (ki Amerikalı siyasetçiler açısından her zaman ilkelerin önünde gelir) üzerine kurulu pragmatik sebeplerden dolayı, Ronald Reagan'ın Ekim 1983'de Lübnan'da 241 deniz piyadesinin ölümüyle sonuçlanan saldırıdan sonra yaptığı gibi, Bush'a da artık zarardan dönmesi öğüdü verilmeli. Bu aşamada ne kadar zor görünse de Bush'a geri çekilmenin anlamlı olduğu ve onursuzluk olarak görülmemesi gerektiği söylenmeli.

Liberal demokratlar, Bush'un zaferi ardından kendilerini sadık bir muhalefet olarak yeniden oluşturmaya çalışıyorlar ama bu girişim, ümitsiz, prensipsiz ve karışık görünüyor. Times'ın, ana dayanaklarından biri olduğu demokrat ve liberal kesim 40 yıl önce Vietnam Savaşı ile başlayan politik bir çözülmenin son evresinde olabilirler.  

İmparatorluk krizi

Liberal kesim çökerken ve Amerika sağa sürüklenirken, dünyanın geri kalanı aksi istikamette yol almakta. Tam Bush'un yeniden seçildiği haftada, sol partilerden oluşan bir koalisyon Uruguay'da başa geldi. Hugo Chavez, Washington'un Latin Amerika'daki yeni rakibi, Venezuela'da eyalet seçimlerini silip süpürdü ve Macaristan Irak'taki 300 askerini geri çekeceğini bildirdi. Tüm bu gelişmeler, dünyanın geri kalanın ABD'nin tam tersi istikametinde ilerlediğini açık bir şekilde göstermekte. Amerikan sağı içeride gücünü pekiştirdiği halde, evrensel planda Washington'un hegemonyasının çözülmesini durduramıyor.

Aşırı yayılmacılık ya da emperyal iştahtan kaynaklanan hedefler ve imkanlar arasındaki denksizlik krizinin başlıca sebebi Irak işgali üzerinden yapılan yanlış hesaplar oldu. Bu krizin Bush'un ikinci döneminde de, belki de artarak, devam edeceği görülüyor. Emperyal çelişkinin önemli göstergeleri şunlardır:

- Afganistan'da, ABD desteğiyle yapılan seçimlere rağmen, Karzai hükümeti, sadece Kabil'in bir kısmını ve diğer birkaç şehri kontrol edebiliyor. Birleşmiş Milletler sekreteri Kofi Annan'ın söylediği gibi, seçimlere rağmen, ülke boyunca nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılayabilen, fonksiyonel devlet kurumları olmadan, yeni hükümetin otoritesi ve meşruluğu kısa dönemli olacaktır. Ve durum bu olduğu sürece, Afganistan devletinin ülke içinde 13.500 ABD askeri, dışarıda ise 35.000 personel desteğine bağımlılığı sürecek.

- Amerikanın terör savaşı tamamen geri tepmiştir ve bugün El-Kaide ve müttefiklerinin gücü 2001'dekinden daha fazladır. Bu noktada, Usame Bin Ladin'in seçimlerden önce yayınlanan video kaseti binlerce sözle anlatılamayacak kadar değerli olmuştur. Richard Clarke'a göre, Irak'ın işgali, Bush'un önceki terörizm karşıtı kampanya, iddia ve söylemlerini rayından çıkardı ve El-Kaide'nin asker toplamasına çok iyi bir zemin teşkil etti. Ancak Irak meselesi olmasaydı dahi, Washington'un terörizme karşı izlediği askeri yöntemler ve ağır sonuçlar doğuran siyaseti milyonlarca Müslümanın öfkesine yol açıyordu. Bu olguyu en net biçimde Güney Tayland'da görmek mümkün. ABD'nin anti-terör katkıları neticesinde burada yoğun bir şekilde yaşanan hoşnutsuzluk tam tekmil bir isyana dönüştü.

- ABD Ariel Şaron'un bir Filistin devletini engelleme stratejisine tam destek vermekle, artık ölü sayılan Oslo sürecinde arabuluculuk yaparak Araplar arasında elde ettiği tüm siyasi sermayeyi tüketti. Dahası, Irak'ın işgali ile beraber, Şaron'la flört etme stratejisi, Washington'un müttefiklerini Araplar gözünde itibarsız bıraktı. Yaser Arafat'ın ölümü ile, Washington ve Tel Aviv Filistin sorununa kendi şartlarına uygun bir çözüm dayatabileceklerini umuyorlar. Ama bu sadece bir illüzyon.

- Atlantik İttifakı öldü, bundan sonraki dönemde ticari menfaatlere dayalı çıkarlar yüzünden Amerika ve Avrupa arasında siyasi gerilimler artacak; ABD ile Avrupa'nın arası gitgide açılacaktır. Avrupa, ABD'nin etkinliğini devam ettirebilmesinin anahtarıdır. Neo-muhafazakar yazar Robert Kagan'ın da belirttiği gibi, ABD'nin meşruiyetinin Avrupa tarafından tanınmasına ihtiyacı var; fakat Avrupa buna yanaşmayabilir. Atlantik İttifakı'nda ortaya çıkan ayrılık sadece global istikrarı sağlamak için farklı yaklaşımlar benimsenmesinden kaynaklanmıyor. Giderek Avrupalılar da kendi bölgesel güvenlikleri karşısındaki en büyük stratejik tehdidin ABD'nin saldırgan askeri tutumu olduğunu düşünmekteler.

- Latin Amerika'da sola yönelim hız kazanacaktır. Uruguay'da solcu koalisyonun kazandığı zafer, ilerici güçlerin seçim zaferleri serisinde Venezuella, Ekvator, Arjantin ve Brezilya'da yaşanan seçim zaferlerini takip eden son zaferdir. Seçimlerdeki sola kayışın yanı sıra, Bolivya'da 2003 Ekim'de yaşanan isyan gibi halk isyanlarında da artış görülecektir. Sola kayıştan ve imparatorluk merkezinden uzaklaşmadan bahsederken, Amerikan dostlarından eski Meksika Dış İşleri Bakanı Jorge Castaneda durumu oldukça isabetli bir şekilde değerlendiriyor: "Amerikan dostları bu anti-Amerikan alevin ateşini hissediyorlar. Amerikan yanlısı ya da ABD yönlendirmesiyle yürütüldüğü varsayılan politikalarını savunmakta giderek daha fazla zorlanıyorlar ve kendilerini Washington'un talep ve arzularına karşı dirençlerini artırmak zorunda hissediyorlar."

Felluce: Global Direnişin Zorlu Sınavı

Elbette Irak, imparatorluğun sorgulanma nedenlerinden başlıcası. Irak halkının direnişi sadece Amerikan sömürgeciliğinin ülkeyi ele geçirmesini önlemekle kalmadı; Vietnam'ın  tarihte kalmış bir olay olarak algılandığı dünyanın dört bir yanında  anti-emperyalist bir jenerasyonun varlığını ortaya çıkardı ve imparatorluğa karşı zafer elde edilebileceğini de ispatladı.

Fakat her şeye rağmen, Bush yönetiminin duvardaki yazıyı kabul edeceğini söyleyemeyiz. Bush yönetimi, şehre saldırı emri verirken bunun isyanın eylemsel merkezini vurmaya yönelik olduğunu ileri sürüyordu. Fakat, Felluce eylemsel bir merkez olmaktansa, çoktan rolünü oynamış olan sembolik bir merkezdir. Felluce'nin çöküşü Irak'ın dört bir yanında dağınık olarak örgütlenen direniş hareketini yavaşlatmaz. Dahası, kimilerinin tahmin ettiği gibi, Felluce direnişçileri sığınaklara çekildi, fakat, Samarra'da olduğu gibi geleneksel bir gerilla hareketi yürütülürse Amerikan ordusunu ve onun Iraklı ücretli askerlerini bezdirmek hiç de zor olmayacaktır.

Gün geçtikçe gerçek ortaya çıkıyor. Felluce'deki geri çekilme, Musul'da, Ramadi'de ve diğer şehirlerdeki ayaklanmaları planlayan gerillaların hazırladığı parlak ve stratejik genel karşı taarruz hareketinin bir parçasıydı. Gerillaların Felluce'den çekilmesi Amerikan askerlerinin şehri ele geçirmesini kolaylaştırmadı. Aksine, Amerikan askerleri şehrin her karış toprağı için artçı gerillalarla sokak savaşları yaşamak zorunda kaldılar. Gerçekten de, 8 Kasım'daki saldırıdan sonra, halen Amerikan deniz kuvvetlerine mensup askerler öldürülmeye devam ediyor, şehirdeki evlerin %50'si halen Amerikan askerlerince  temizlenebilmiş değil.

Saldırının ifade edilen hedefi seçimler için zemin hazırlamaktı. Fakat, Amerika'nın korkunç saldırılarıyla öldürdüğü sivil insanların görüntüleri, bir Amerikan askerinin silahsız ve yaralı bir Iraklı esiri öldürüşünü belgeleyen dehşet görüntüsü TV ekranlarına yansırken, Amerika'nın seçimlerden ne beklediği şüpheli hale gelmiştir. Financial Times'ın da belirttiği gibi, Irak trajedisine seçime dayalı bir çözüm bulma umutları, bir moloz yığını haline dönen Felluce topraklarına gömülmüştür.

Amerikan askerleri için çoktan 'girilmez' bölge ilan edilen 55 şehir ve kasabayı düşünürsek, Bush hükümeti şehir merkezlerini toptan ele geçirme ve işgal etmenin kolay olmadığını yakında anlayacaktır. Bugün Irak'ta 130.000 Amerikan askeri var. Sadece gerillalarla mücadele etmek içinse 500.000 askere ihtiyaç duyuluyor. Bu da ancak Bush'un konuyu tekrar gündeme getirmesiyle mümkün olur, fakat böyle bir davranış sivil itaatsizliğe neden olur, Cumhuriyetçilerin egemenliğini de sarsar.

Washington'un alternatifi, geri çekilmek, güçlü müstahkem üslere çekilmek ve ara sıra bayrak göstermek için periyodik çıkış hareketleri yapmaktır. Bu, Amerika'nın "de facto" mağlubiyeti olarak değerlendirilebilir fakat; şunu da gösterir ki, Irak halkının direnişi resmen ülke üzerinde kontrole sahip olamayacak ve egemenliklerini ilan edip milli hükümetlerini kuracakları bir sonuca ulaşamayacak demektir.

Hareketin Karşı Karşıya Olduğu Meydan Okumalar

Savaş karşıtı küresel hareketlerin destekledikleri iki temel unsurdan biri, Irak halkının kendi milli hükümetlerini kurabilmek için bir egemenlik alanı yaratma çabasıdır. Diğeri ise Filistin'deki İsrail egemenliğini ve Filistin halkının haklarının çiğnenmesini sonlandırmaktır. Bir yanda ABD'deki sağcı kanat yeniden dirilirken, diğer yanda imparatorluğun krizi küresel bağlamda devam ederken, bu hedef nasıl gerçekleştirilecektir?

Her şeyden önce, hareket spontane tepkiler doğrultusunda seyretmenin ötesine geçmeli ve yılın belli günlerinde savaş karşıtı protestoların eş zamanlı gerçekleştirilmesinin ötesine geçecek tarzda sınırlar ötesi bir işbirliği düzeyine erişmelidir. Savaşın sonucunu etkileyecek olan kritik toplumsal etki ancak Vietnam savaşı karşıtı seferberlik sırasında 1968-1972 yılları arasında görülen ve milyonlarca insanı sürekli bir eylemliliğe sürükleyen aktif muhalefetle gerçekleşebilir. Koordinasyon sadece toplu gösterileri koordine etmek değildir; aynı zamanda sivil itaatsizliktir, küresel medya çalışmasıdır, yetkililere yönelik günlük lobi faaliyetleri ve siyasi eğitim demektir. Fakat her şeye rağmen, daha etkili bir koordinasyon ve savaş karşıtı çalışmaların profesyonelleştirilmesi hareketimizin alameti farikası olan katılımcı süreçleri göz ardı etmek pahasına olmamalıdır.

İkinci olarak, taktik olarak yeni protesto yöntemleri geliştirilmelidir. Yaptırımlar ve boykotlar pratiğe dökülmesi gereken şeylerdir. Bu yılın ilk aylarında, Mumbai Dünya Sosyal Forumu'nda, Arundhati Roy, savaştan direkt olarak kar elde eden Halliburton ve Bechtel gibi firmaları boykot etmekle işe başlamayı önerdi. Evet, artık bu öneriyi dikkate almanın zamanı gelmiştir, hatta bu boykot sadece ABD mallarına yönelik olmamalı, İsrail firmalarını ve ürünlerini de kapsamalıdır.

Buna ek olarak, daha radikal tavırlar almalı, daha fazla sivil itaatsizlik örgütlemeli ve şiddete başvurmadan işletmelerin/firmaların faaliyetlerini engellemeliyiz. Washington'a ve müttefiklerine, savaş devam ettiği sürece hiçbir ticari faaliyetlerinin meşru görülemeyeceğini söylemeliyiz. İngiltere'de mevzu bahis olan ve "Barışçıl  gösterileri mi, sivil itaatsizlik eylemlerini mi öne çıkartalım?" tartışmaları yararsızdır. Açık olan şudur ki ikisi de önemlidir ve her ikisine de yeni ve etkili yöntemlerle bir arada başvurulmalıdır. 

ABD'de eylemciler, haksız ve zalimane uygulamalara karşı güçlü bir sivil itaatsizlik geleneği geliştirebilmişlerdir. Köleliğin kaldırılması için mücadele edenler, David Thoreau, the Quakers ve Berrigan kardeşler bunun için iyi birer örnektir. Gerçekten de, bu tarz bir direniş sadece emperyal gücü frenleyecek bir anahtar değil, aynı zamanda siyasi özgürlükleri ve demokrasiyi kısıtlamaya çalışan güçleri de engelleyecek bir anahtardır. Evet, bugün şiddete başvurmaksızın emperyal iradeye direnme günüdür.

Üçüncü olarak, açık olan bir şey var ki, Büyük Britanya ve İtalya -özellikle de Britanya-, Bush'un savaş politikasını ABD dışından destekleyen başlıca ülkelerdir. Bush, ABD saldırganlığını meşrulaştırmak için sık sık bu ülkelerin desteğine müracaat etmektedir. İtalya'da olan bir şey İngiltere'yi de etkiler. Her iki ülkede de savaş karşıtı gruplar var. Önemli olan bu savaş karşıtı grupları, Amerika'nın saldırılarına suç ortaklığı yapan şirketlere engel olacak güçlü hareketlere dönüştürmektir. Her iki ülkenin de şanlı bir genel grev geleneği var; bu gelenek sivil itaatsizlikle örülürse hükümetlerine Washington'la işbirliği yapmanın hesabını soracak güçler haline dönebilir. 20 Mart 2004 gösterilerine katılanların sayısı, Şubat 2003 gösterilerine katılanlara oranla oldukça düşüktü. Bunun sebebi sorulduğunda, İtalya ve İngiltere'deki çoğu eylemci şöyle cevap verdi: "Katılımcıların sayısı azaldı, çünkü insanlar protestolarının ABD'yi savaşa gitmekten alıkoyamayacağını anladı. Bu tarz bir gerileme ve moral çöküntüsü, ancak insanları şiddet içermeyen direniş için teşvik etmekle aşılabilir."

Dördüncü olarak, şunu vurgulayabiliriz ki, küresel barış hareketi ile Arap dünyası arsındaki bağlantıları güçlendirmek önem kazanmıştır çünkü Orta Doğu yakın geleceğin savaş meydanı olmaya devam edecek. Orta Doğu'daki devletler aynen Avrupa'dakiler gibi ABD karşısında etkisizler. Bu yüzden sivil hareketlerle dayanışma bağlarını güçlendirmeye ağırlık verilmeli. Orta Doğu'daki ABD karşıtı kimi hareketler ABD ve bir kısım Avrupalı devletlerce 'terörist' ya da 'terörist sempatizanları' olarak yaftalandıkları için bunu yapmak cesaret istiyor ve çabalar bazı tartışmalara ve anlaşmazlıklara da neden olabilir. Çalışılacak ortak bir zemin tesis etmek mümkünse, önemli olan ABD tarafından dayatılan tanımlamaların beraber çalışması mümkün olan insanların önüne pürüz oluşturmasına izin vermemektir. Aynı şekilde, Filistin hareketi ve İsrailli anti-Siyonist ve barış hareketleri de hükümetlerin dayatmaları dışına çıkmalı ve İsrail işgalini sonlandırmak için beraber hareket etmenin yollarını bulmalıdırlar. Süreç, uzlaşmaz siyasi zeminlerde oldukları düşünülen insanları bir araya getirme sürecidir. Bu anlamda, 2004 Eylül'ünün ortalarında gerçekleşen 'Savaş Karşıtı Beyrut Kongresi', küresel barış hareketi  temsilcilerini ve Arap dünyasının dört bir yanındaki toplumsal hareketlerin temsilcilerini bir araya getirmesi açısından önemli bir adımdı.

Hem Irak ve Filistin'e odaklanmış küresel barış hareketi, hem de milli ve yöresel hareketler hem mevcut mücadeleleri güçlendirmek, bir yandan da ABD egemenliğine karşı yeni mücadele mevzileri açmak için çalışmalıdırlar. Gerçekten de, emperyalizme karşı mücadele veren küresel ve yerel hareketler arasında diyalektik bir ilişki vardır. Örneğin, Doğu Asya'daki ABD üssünün güç kaybetmesi Irak ve Afganistan'daki ABD askeri hareketlerini de etkileyecektir. Benzer olarak, Irak'taki bir başarısızlık ya da güç kaybetme de, Doğu Asya'daki Amerikan hakimiyetini zayıflatacaktır.

İkinci dönemini yaşayan Bush yönetiminin gündemi aynı: Küresel egemenlik. Bizim cevabımız da aynı: Küresel direniş. ABD'nin Irak, Filistin ve başka yerler üzerindeki karanlık emellerini sekteye uğratacak tek şey dünya halkları arasında örgütlenecek bir dayanışmadır. Bu dayanışmayı gerçekleştirmek, güçlendirmek ve muzaffer kılmak bizim hedefimiz olmalıdır.

Çevirenler: Sara Çaşkurlu Akgül - Zehra Öztürk

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR